Her üç çocuktan biri, ısınma ve beslenme ihtiyacının yeterli karşılanamadığı ailelerde yaşamını sürdürüyor. Bugün derinleşen yoksulluğun vurduğu çocuklarda, “bodurluk, öğrenme güçlüğü, sık hastalanma” yayılıyor.

Çocuk Hakkı: Toplumsal adaletin temel taşı
Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org

Gülizar Biçer Karaca - TBMM Başkan Vekili 

Çocuklar, sanki görünmezler. Bağırırlar, ağlarlar, susarlar, konuşurlar ama yine de gaipten bir ses gibi algılanırlar. Çünkü kimse istemez onları öylece kabul etmeyi; sanırlar ki ailenin bir uzantısıdır, uzvudur çocuk. Birileri için malzemedir; kimisi için şiddetin her türlüsünün hedefidir. 

Adaletsizliğin, eşitsizliğin, görünmez olmanın vücut bulmuş halidir çocuklar. 

Çeşit çeşit reklamlar görürsünüz, öyle bir işlenir ki, sanırsınız hepsi çocuklar içindir: sokakta oynayan, üstü kirlenen çocuklar için “kirlenmek güzeldir”.  

Acaba temiz suya bile ulaşamayan kaç milyon çocuk var dünyada? 

Ya da çok uzağa gitmeyin; mesela Hatay’da…? 

Çok önemli vitaminlerin, temel besinlerin çocuklar için ne kadar önemli olduğunu anlatan reklamlar görürsünüz.  

Oysa bu reklamların dünya çapında 330 milyondan fazla çocuğun, yani her 6 çocuktan 1’inin aşırı yoksulluk içindeki yaşamını perdelediğini bilmezsiniz. 

Pahalı araçlarda okula bırakılan mutlu çocuklar da görürsünüz reklamlarda.  

Eğitim hakkına erişemeyen kaç milyon çocuk var acaba?  

Bırakın arabayı, kendine ait bir odası olan veya başını sokacak bir evi olan kaç çocuk var?  

Bir çark ki o dönsün diye çocukların geleceğine el atılır, hayatları çalınır. Gülüşünü görmeniz gerekirken öldürülüşünü öğrenirsiniz çocukların.  

İsim isim verebiliriz ama sayılarla ifade ediyoruz. 

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi diyor ki son 10 yılda  en az 616 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. 14 yaş ve altında ölüm 211 iken, 15-17 yaş arası ölüm sayısı 405… 

Birer sayıdan ibaretken ölü çocuklar; ölü çocuklar üzerinde yükselen uygarlıklar görürsünüz. 

Çarklar dönerken daha fazla artı değere ihtiyaç var ve bunun için de çocuklar var. ILO ve UNICEF Haziran 2021 verileri diyor ki dünyada çocuk işçiliği 8,4 milyon daha artarak 160 milyona ulaşmış durumda. 

Yani her 10 çocuktan biri, halihazırda çocuk işçi... Bu 160 milyon çocuğun 79 milyonu ise sağlıklarını ve gelişimlerini etkileyen tehlikeli işlerde çalıştırıyor ki bu çocukların köle olarak çalıştırılması demek… 

Türkiye’de ise 4+4+4  eğitim sistemi, çıraklık ve stajyerlik gibi uygulamalar çocukları okuldan koparıp iş ortamına itiyor. 2022 yılı SGK verilerine göre Türkiye’de 2 milyon çırak ve stajyer olmak üzere yaklaşık 3 milyon çocuk işçi bulunuyor ve bu sayı yaz aylarında 5 milyonu buluyor.  

Çocuk işçilik dünyada ve bu topraklarda en çok ortaklaşılan acılardan biri.  

Hukuken yasak olduğu halde, uygulamada el ele işleyen bir rezalet var.  

Çocuklar türlü acılarla ve bitmeyen sorunlarla karşı karşıya kalıyor.  

Yoksulluk, yoksunluk, savaş, şiddetin her türlüsü; istismar, temel haklara erişememek, barınamamak, beslenememek gibi bitirilmeyen sıkıntılar yaşıyor.  

Tarikatlara, cemaatlere ve onların her türlü aparatına uzanan dehşet serisi öylece karşımızda duruyor. Eğitimde gelinen noktanın bir yanı ücretsiz eğitime ulaşamayan çocuklar iken diğer yanı eğitimin aldığı vaziyet ve o eğitime aç biilaç giden çocuklar oluşturuyor. 

Ve 20 Kasımlar… 

Aslında 20 Kasım da bu temelde oluşturulmuş bir sözleşmeye işaret ediyor.  

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü, her çocuğun haklarına saygı duyulması ve korunması gerektiği gerçeğini vurgulamak için özel bir fırsat sunuyor.  

Ancak, yaşadığımız günler, çocuk hakları ile ilgili farkındalığın sadece bir günle sınırlı olmamasını; aksine toplumsal bir hareketin merkezine yerleştirilmesi gerektiğini zihnimize kazıyarak öğretiyor.  

Bu perspektiften bakıldığında, çocuk hakları mücadelesinin sadece bireysel birer hak olarak değil, toplumsal adaletin temel taşı olarak ele alınması gerektiğini gösteriyor. 

Özellikle savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü ülkelerde, yaşam mücadelesi veren çocukları korumak ve koşullarını iyileştirmek için 20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler, Çocuk Hakları Sözleşmesi›ni imzaladı ve 2 Eylül 1990’da yürürlüğe koydu. Sözleşmede, 4 temel ilke yer alıyor:  “ayrım gözetmeme, çocuğun yüksek yararı, yaşama ve gelişme hakkı ile katılım hakkı.” 

Sözleşmeye taraf olan 196 ülke sözleşmenin uygulanması konusunda sorumlu.  

Ama dünyada çocukların haline bakınca, özellikle gericiliğin, yoksulluğun, savaşın hüküm sürdüğü yerlerde neredeyse çocuklarla ilgili her şey vahim durumda. 

Sadece şu günlerde Filistin’e bile baksak, vahamet ayan beyan ortada. Bugün, İsrail işgal kuvvetlerince öldürülen binlerce çocuk için büyük bir haykırış oluşmadığı gibi, İsrail’in Filistinli çocukları öldürmesini “Sözleşmeye” taraf Batılı devletler sadece izliyor.  

Türkiye ise Sözleşmeye “başka bir boyut” katıp, 1995 tarihinde yürürlüğe koydu. Bazı önemli maddelere -17, 29, 30- çekince koydu ve çocuklar arasında etnik köken, din ya da kültüre dayalı ayrımcılık yapılmasını meşrulaştıran bir biçime soktu. 

Tüm bunlar gösteriyor ki çocuklar toplumun en savunmasız üyeleri ve toplumsal adaletin sağlanması için öncelikle onların haklarına ilişkin bir hareket noktası belirlemek gerekiyor.  

Türkiye’de de sokaktaki yaşamdan tutun da eğitim sistemine, ders kitaplarına kadar çocukların, çeşit çeşit ayrımcılıkla karşı karşıya olduğu apaçık bir gerçek.  

Kürt, Alevi, engelli, yoksul çocuklar ile diğer etnik ve inanç kökenine sahip çocuklar, özellikle mülteci/göçmen çocuklara yönelik ayrımcı tutumlar, uygulamalar ortada.  

Nerdeyse tüm çocuklar sömürünün her türlüsünden etkileniyor.  

Çocuk işçiliğinden bahsettik, bunun yanında başka büyük sorunlar da bulunuyor.  

Örneğin cezaevlerinde bulunan çocuklar önemli bir mesele… 

Adalet Bakanlığı’nın 2021 verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 345 çocuk, 780 de bebek anneleriyle birlikte cezaevinde tutuluyor. 

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü aynı zamanda aile içi şiddete maruz kalmış, küçük yaşta evlendirilmiş, istismar edilmiş, dilendirilmiş… çocukların da günü.  

Gün geçmesin ki çocuk istismarları, ensest saldırlar, şiddet duymayalım.  

Unuttuk mu Ensar Vakfı’nın 45 çocuğa uyguladığı cinsel istismarı? 

Unuttuk mu göz göre göre Aladağ’da ölüme terkedilen çocukları? 

Elmalı Davası’nı unuttuk mu? 

Adıyaman’ı, Balıkesir’i, Bitlis’i, Konya’yı, Ağrı’yı, unuttuk mu? 

Peki, Rabia Naz’ı unuttuk mu? 

Hepsi hafızamıza kazındı.  

Peki sonuç ne oldu? Yarattıkları hukuk garabeti katilleri, tecavüzcüleri, tacizcileri korudu.  

Diğer taraftan sadece 2020 yılında doğum yapan kız çocuğu yaklaşık 10 bin ve buna da sadece seyirci kalındı. Eğitim hakkına erişemeyen çocuklar da cabası. 

Sistem açıkça çocukları korumuyor, aile yapısı çocukları korumuyor, anne-baba rolü çocukları korumuyor. Oysa Çocuk Hakları Sözleşmesi “koru” diyor, bugün çocukları koruyacak bir yapı olan İstanbul Sözleşmesi de tekrar akla geliyor.  

Ama ana mesele nedir: “çarklar dönsün”. Bilinsin ki her 10 çocuktan 8’i güvencesiz çalışıyor. 

Her üç çocuktan biri, ısınma ve beslenme ihtiyacının yeterli karşılanamadığı ailelerde yaşamını sürdürüyor. Bugün derinleşen yoksulluğun vurduğu çocuklar için, “bodurluk, öğrenme güçlüğü, sık hastalanma” yayılıyor. 

Madde bağımlılığının çocuklar arasında çok yaygınlaştığı biliniyor ve hatta 11 yaşa kadar geldiği bölgelerimiz var.  

Görüldüğü üzere çocukların “yüksek yararı” hiçbir yerde gözetilmiyor.  

Çocuklar temel hiçbir hakkına ulaşamıyor. 

Sağlıklı yaşam hakkı, eğitim hakkı, katılım hakkı… yok sayılıyor. 

Mesele hem dünyada hem Türkiye’de her geçen yıl içinde daha da ağırlaşarak ve derinleşerek büyüyor. Geleceği bırakacağımız ne sağlıklı çocuklarımız ne de bir gelecek ümidi kalıyor. 

Biz öyle yapmayacağız. Öncelikle çocukları birer özne, yurttaş olarak görmeliyiz.  

Özgürleşmelerini ve güçlenmelerini sağlamalıyız. Sağlıklı ve mutlu yaşamalarının önünü açmalıyız. Toplumsal süreçlerde yer almalarına, karar alma süreçlerinde seslerinin olmasına, irade koymalarına izin vermeliyiz. Özgün bir mekanizma kurup sorunlarını çözmeliyiz. 

Che’nin :“Bir çocuğun kahkahası, dünyayı değiştirebilir" sözü aslında çocukların toplumdaki rolünü ve potansiyelini özetler nitelikte. Bu yaklaşım, gerçekçi bir çıkış ve aslında çocukların toplumsal zemindeki önemini vurgulaması açısından yön tayin ediyor. 

Çocuk hakkı saygı gösterilmesi gereken, özen isteyen bir mesele… Aksi ise toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin sürmesine neden… 

Bu nedenle, çocuk hakları konusunda harekete geçmek ve çocukların toplumsal adaletin temel taşı olarak görmek gerek. 

Bugün, gerçek anlamda adaletten ve eşitlikten söz edilebilir olması için “Çocuk Haklarını” toplumsal bir dönüşümün temel taşı olarak görmek elzem.  

Bir toplum çocuklarına nasıl davranıyorsa, asıl değerlerini orada görebiliriz. 

Çocukları bu dünyada yüzüstü bırakamayız. Çocuk hakkını gözetmek bir tercihtir. 

Bu, devletin politikalarıyla ve her bireyin günlük yaşamındaki tutumlarıyla ilgilidir. 

Çocuklar bugünün hak özneleridir. Biz yetişkinler, bütüncül çocuk hakları politikası üretmek ve çocuğun üstün yararını önceleyerek çocuklar için, çocuklarla birlikte savaşsız, sömürüsüz, eşit bir dünya var etmek zorundayız. Aksi halde; adaletten, özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından dem vurmamız yok hükmündedir. 

Unutmayın ki çocukluğa ve çocuklara bakış açısı toplumların, iktidarların ve devletlerin halini yansıtır. Çocuklar için çocuklarla birlikte, varlıklarını görmek, özgürleştirmek, güçlendirmek için onların aleyhine dönen çarkları kırmalıyız.