Bir milletvekili skandal açıklama ile bir ayda 8 test yaptırdığını beyan ederken sağlık çalışanlarının üçte ikisi hiçbir test yapılmadan risk altında çalışmayı sürdürüyordu. Pandemi yönetiminin hangi mantık ve bilimsel verilere dayanılarak yapıldığının mesajı tam da bu tür kendinden menkul uygulamalardı aslında.

Çöken sağlık sistemi, tükenen sağlık çalışanları, fren tutmayan vakalar

DR. GÜLGÜN İNCİRCİ KIRAN
Ankara Tabip Odası Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyon Üyesi

#Ölüyoruz

“Bir ülkenin anarşisini kim anlatabilir? Ölenler mi? Öldürülenler mi? Her gün yeni ölümleri bekleyenler mi?”
Eski Bahçe/Tezer Özlü

Pandeminin ağustos ayı başından itibaren koşar adım zirveye tırmandığı dönemde her gün yeni ölümlerin, ölenlerin haberlerini kaygıyla beklerken sağlığın anarşisini anlatmak, anlatmaya çalışmak da biz sağlıkçılara düşüyor ne yazık ki!

Her ilden yoğun vaka artışlarının bildirildiği, yatak sıkıntısı nedeniyle hastaların evlerine, belki de ölüme yatmaya gönderildikleri ortamda gerçekliğini kaybetmiş bir tablodan anlamını yitirmiş sayıları izlemek ise vatandaşlara…

Hayaller turkuaz iken gerçekleri kıpkırmızı renkli bir Türkiye tablosuna dönüştüren sürecin 1 Haziran’da pimi çekilen başlangıcında aşikâr ki kapitalizmin “sürekli kâr için sürekli üretim” felsefesine dayanan normalleşme bahanesi ile üzeri örtülen bir “koy verme” harekatı başlatılmıştı. Aslında ekonomik kaygılar ve yaklaşan turizm sezonunu kaçırmama telaşı ile başlatılan bu “yeniden açılma” süreci, şehirlerarası yolculuk kısıtlamalarının kaldırılması, tüm işletmeler ve turizm tesislerinin açılıp toplu taşımalar da dahil limit üzerinde müşteri kabul etmesi, olmazsa ölürüz! Geleneklerimiz düğün dernek, asker uğurlama ve bayramlaşma şenliklerinin başlamasıyla birlikte, ne yazık ki, ağustos ayında kapatılan pandemi hastanelerinin/servislerinin yeniden açılma sürecine dönüştü.

Vakalar özellikle Güneydoğu ve İç Anadolu illerinde artmaya devam ederken ve gerek yerel yöneticiler gerekse tabip odaları yöneticileri tarafından üst üste ikazlar yapılmakta iken, kamusal önlemleri artırmak yerine sorumluluğu vatandaşın omuzlarına yükleyen pandemi yönet(eme)me anlayışı ise, vakaların sağlık çalışanlarının üzerine yığılmasının önünü açmış oldu.

Sağlık çalışanları arasında enfekte olan, yaşamını kaybeden sayısı hızla artarken bu gruba haftada bir uygulanması gereken tarama testleri adres şaşırarak milletvekilleri ve diğer ayrıcalıklı gruplara yapılıyor. Bir milletvekili skandal açıklama ile bir ayda 8 test yaptırdığını beyan ederken sağlık çalışanlarının üçte ikisi hiçbir test yapılmadan risk altında çalışmayı sürdürüyordu. Pandemi yönetiminin hangi mantık ve bilimsel verilere dayanılarak yapıldığının mesajı tam da bu tür kendinden menkul uygulamalardı aslında.

1 Haziran’da önlemler fora diyen Sağlık Bakanı’nın 1 Ağustos’ta ise yeni hasta sayısının bin civarında olduğunu vurgulayarak Ankara’nin da içinde olduğu bazı illeri ( Mardin, Konya, Diyarbakır, Gaziantep ) “artış eğiliminde olan iller” olarak beyan etmesinin ardından, Başkent o tarihten itibaren zirvedeki yerini korumaya hatta koronanın da –korunamayan- başkenti olmaya devam edecekti.

Peki neydi Ankara’yı bir ayda WUHANKARA olmaya iten sebepler?

Salgınla mücadelenin bilim insanları, uzmanlık dernekleri, sağlık meslek örgütleri ve toplumsal katılım sağlanarak şeffaf bir anlayışla ve tüm epidemiyolojik veriler (iller arasındaki farklılıklar, yaş grubuna göre farklılıklar, risk grubuna göre farklılıklar) açıklanarak yürütülmesi gerekirken Sağlık Bakanlığı maalesef bu verileri açıklamadığından kesin nedenleri ortaya koymak zor elbette.

Ancak, vakalar henüz istenen sayıya düşmeden peş peşe yapılan ve kitlesel hareketliliği artıran sınavlar (13 Haziran’da Milli Savunma Üniversitesi Sınavı, 20 Haziran’da LGS, 27 – 28 Haziran’da YKS), tatil yerlerinin açılması ve ucuz krediler sağlanması ile bir memur kenti olan Ankara’dan tatil yerlerine gidiş-dönüşlerin yaşanması, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması şovunda Ankara’daki kamu kurumlarından otobüsler kaldırılarak kamu çalışanlarının taşınması ve 350 binden fazla insanın fiziksel uzaklığı koruyamayarak bir araya gelmesi gibi etkenler birbirine eklenince vaka sayıları doğal olarak artmaya başladı.

Çevre illerden tedavi için Ankara’ya sevklerin başlaması, devlet yönetiminin merkezi olması nedeni ile yaşanan toplu bir araya gelişler, mitingler, tüm kamu kurumlarında normal mesaiye geçilmesi ile gerek kurumlarda gerekse toplutaşıma araçlarında sosyal mesafenin göz ardı edilmesi de o meşhur kırmızı rengi artırdı. Eklemek gerekir ki, kamu otoritesinin sorumsuzluğu, iyi niyetten uzak şekilde hasta/ölüm sayılarının düşük gösterilmesi de yurttaşların büyük kesiminde pandemiyle mücadele konusundaki ciddiyetin inandırıcılığını azalttı ve bireysel sorumlulukların da aksatılması sonrası bütün toplum o kırmızı ateş hattına girmeye başladı.

Bakanlığın ekonomik kaygılarla, toplum sağlığını göz ardı ederek yarattığı bu algı, fabrikaları tam zamanlı üretime geçiren işverenleri de enfekte ya da yakın temaslı olan işçileri çalışmaya zorlamaya kadar götürdü ve enfeksiyonun yayılım ivmesi giderek hız kazandı.

Gelinen süreçte Ankara için günlük 3 bin ile 4 bin civarı vaka sayıları sahada aktif çalışan sağlıkçılar tarafından dillendirildi. Hükümet ve ilgili bakanlıklar ise rasyonel ve kararlı bir planlama ve organizasyon yerine salgının kontrolüne katkı sağlamaktan uzak palyatif bazı kısıtlamalara (saat 00.00’dan sonra müzik yasağı, toplutaşımalarda ayakta yolcu almama) yöneldi. Kamusal sorumluluk bireysel sorumluluklara indirgenerek ve sağlık çalışanlarının iş yükü artırılarak kriz yönetilmeye çalışılırken açıklanan resmi vaka sayılarının gerçekleri yansıtmadığı, açıklanın en az 10 katı vaka olduğu başta TTB olmak üzere tüm illerin meslek odalarınca ve süreci izleyen bilim insanlarınca ifade edildi.

Enfekte sağlık çalışanlarının sayısının toplam hasta sayısının yüzde biri oranında olduğundan hareketle, şu an en az 30 bin sağlık çalışanının enfekte olduğu söylenebilir. Bugüne kadar Covid-19 nedeni ile kaybettiğimiz sağlık çalışanı sayısının 83’e ulaşması ise sağlık çalışanlarının korunamadığının ve testlere ulaşamadığının acı bir göstergesidir. Sadece Ankara’da onaylanmış Covid-19 pozitif sağlık çalışanı sayısı 800’den fazla olduğunu ve rakamlar her gün giderek arttığını biliyoruz, endişeyle izliyoruz. Mücadelenin en ön saflarında çalışanlar niceliksel ve niteliksel mağduriyet yaşadıkça mücadele gücü de yavaşlıyor elbette.

Şüphesiz ki bulaşıcı hastalıkla mücadelenin temel bilimsel kriterleri bellidir. Hastalığın yayılmasını önlemek için öncelikle enfeksiyon bulaş zincirini kırmanız gerekir. Yani öncelikli hedef enfeksiyonların hastanelerde tedavisi değil, hastalık başlamadan önlenmesidir. Bu amaçla öncelikle hastalığın ciddiyetini anlayıp yurttaşlara da anlatarak kendi sorumluluğuyla bu önlemlere uymasını sağlamak, verileri şeffaf bir şekilde açıklamak, bilimsel veriler ışığında İl Hıfzıssıha Kurulları aracılığıyla çok ciddi önlemler almak, kamu ve özel sektör ayrımı gözetmeksizin çalışma ortamlarında ve mesai düzenlerinde bir düzenleme yapmak gerekir.

Pandemi nedeniyle oluşan halk sağlığı krizinin eğitime ve eğitimin getireceği fırsatlara erişim hakkını da tırpanladığı ve uygun koşullarda yüz yüze eğitime geçmenin gerekliliği de düşünülürse bu önlemleri şimdi almazsak 18 milyon öğrenciyle birlikte, veli, öğretmen ve servisleri de düşündüğümüz zaman 21 Eylül’den itibaren çok daha ciddi toplumsal hareketlilik karşımıza çıktığında zaten aşırı yüklenmiş olan sağlık sistemi tamamen çökeceği gibi eğitim sistemi de açmaza girecektir.

Virüsün mutasyona uğrayıp hastalık yapma potansiyelinin düşmemesi veya etkili bir aşı bulunmaması halinde pandeminin 2022 yılının bahar aylarının sonuna kadar devam edeceği yönündeki genel kabulden hareketle, şu anda bile sağlık sistemimizde, sağlık çalışanlarında ciddi bir yorgunluk ve tükenmişlik olduğu düşünülürse Sağlık Bakanlığı’nın böylesine bir salgın hastalıkla mücadele konusunda yeterli birikimi ve deneyimi olan kadrolarla, bilimsel veriler ışığında, toplum sağlığını ön plana çıkaran anlayışla planlamalar yapmasının gerekliliği ve aciliyeti ortaya çıkacaktır.

Bitirirken, pandemi mücadelesinde kaybettiğimiz sağlık çalışanlarını saygı ve minnetle anıyor, mücadeleye devam eden sağlık çalışanları ile birlikte tüm toplumun sağlık ve yaşam hakkını önceleyen, sağlığı meta olmaktan çıkaran, ölüm ve hastalıkları toplumsal eşitsizliklerin kıskacından kurtaracak bir sağlık sistemine ülkece bir an önce kavuşmamızı diliyorum.