‘Cosmopolis’ kolayca sindirilecek bir film değil. Tıpkı yönetmenin bir önceki filmi “Tehlikeli İlişki” gibi bu film de seyirciye nefes alacak vakit bırakmıyor... Filmin birkaç kez izlendiğinde daha fazla değer kazanacağını düşünüyorum

Günümüzün belki de en önemli yönetmeni olduğunu düşündüğüm David Cronenberg, son filmi Cosmopolis’te karşımıza bu kez genç bir kapitalist portresiyle çıktı. Alacakaranlık dizisinde canlandırdığı vampir karakteriyle ünlenen Robert Pattinson, Eric Packer adlı bu genç borsacı zengini oynuyor. Vampirlerin yaşayan ölüler olması ve Packer’ın da duygusal anlamda bir ölü oluşu Cronenberg’e göre tamamen tesadüf. Ne Pattinson’ın ne de kendisinin geçmiş filmlerinin Cosmopolis’i yaparken bir önemi olmadığını, röportajlarında özellikle belirtiyor yönetmen. Ama yine de bu çağrışımdan kaçınmak imkânsız. Çünkü Cronenberg, Packer’ın filmde vaktinin büyük kısmını geçirdiği limuzinini, bir tabut olarak niteliyor. Vampirlerin gündüzleri tabutta uyudukları düşünülünce, bağlantı daha güçleniyor.

Packer, evet, mecazi anlamda bir vampir. Packer mütevazı bir geçmişi olan bir adam. Fakat daha  yirmili yaşlarını sürerken borsada yaptığı spekülasyonlarla trilyoner olmuş. Packer’ın bir gününü anlatan film aynı zamanda bir yol filmi. Ama yol filmlerinde olan, doğa manzaraları ya da değişik yerleşimler yok bu filmde. Her şey Manhattan’ın sınırlı bir bölgesi içinde geçiyor. Packer o gün çocukluğunda gittiği berberine gitmek istiyor. Çocuklaşmak, berberin koltuğunda belki de Semih Kaplanoğlu’nun “Yumurtası”ndaki Yusuf gibi teslim olmak, “gerilemek” istiyor. Ama Yusuf modern hayatında yaşadığı hayal kırıklıklarına, yeni/eski muhafazakâr dünyasında bir merhem bulabilmişken, Packer’ın böyle bir şansı olmuyor.

TÜM YOLLAR GÜVENLİK NEDENİYLE TIKALI

Packer’ın limuziniyle berberine gitmek istediği gün, ABD Başkanı’nın da şehre indiği gün. Dolayısıyla bütün yollar güvenlik nedeniyle tıkalı. Üstelik sadece Başkan’ın korunması gerekmiyor, Packer’a da yönelik bir suikast tehdidi var. Ama trafik adım adım ilerlese de Packer aynı şeyi söylemeyi sürdürüyor: “Saç traşına ihtiyacımız var”. Ve başka bir berber seçeneğini düşünmek dahi istemiyor. Packer’ın kendisini “biz” diye tanımlaması onun psikotikliğinin de bir işareti. Packer birey olamamış, “biz”ey olmuş.      

YAŞANAN BİR SERMAYENİN BİRLEŞMESİ
Packer empatiden, sosyal bir duyarlılıktan yoksun biri. Kazandığı paraların yoktan var olmadığını, başkalarının cebinden çıktığını, kendi cebine giren her kuruşun başkasını yoksullaştırdığını düşünen biri değil. O gün berberine doğru yola çıktığında, Packer’ın dünyası da çöküşe geçiyor. Packer Çin’in para birimi Yuan üzerinden büyük miktarda borçlanmış (Yuan aslında tam anlamıyla konvertibl bir para birimi değil, dolayısıyla bugünün finans dünyasında bu mümkün değil). Fakat Packer’ın beklentisinin aksine Yuan o gün müthiş bir hızla değer kazanıyor, dolayısıyla Packer’ın borcu da katlanarak büyüyor. Packer’ın serveti yok olurken, diğer ilişkileri de yok oluşa doğru gidiyorlar. Packer’ın Amerika’nın soylu ailelerinden gelme bir karısı (Sarah Gadon) var. Ama bu evli çift, bırakın yatakta nasıl olduklarını bilmeyi, daha birbirinin göz rengini bile bilmiyor. Bir sermaye birleşmesi yaşadıkları daha çok. Görücü  usulü evlilikten beter bir durum yani.

Packer berberine doğru bir kağnı hızında ilerlerken, karısıyla da karşılaşıyor. Son derece steril bir soylu hayatı yaşayan karısı, Packer’ın ne yaptığını, neler yaşadığını koklayarak anlıyor! Packer’ın yol boyunca başka kadınlarla kah limuzinin içinde kah bir otel odasında sevişmelerinin kokusunu alıyor karısı. En elitlerin iletişimi en ilkel, en hayvani biçimde yani koklayarak gerçekleşiyor.

BU PSİKOPATLARI KİM YARATIYOR?
Packer’ın limuzininde seviştiği kadın (Juliette Binoche) bir sanat ürünleri taciri. Packer anti-sosyalliğini kamuya ait bir şapeli, içindeki Rothko resimlerini de değil, şapelin tümünü satın almak isteyerek de gösteriyor. Başkası o şapeli görmek istiyorsa, benden daha yüksek fiyat versin diyecek kadar anti-sosyal biri o.

Kapitalizm mi yaratıyor bu psikopatları, yoksa kapitalizm bu psikopatlara başarılı olabilecekleri bir ortam mı sağlıyor? Filmin cevabı daha çok ikinci şıktan yana çünkü Cronenberg soyut kavramlardan yola çıkılarak bir film yapılamayacağını, Packer’ın kapitalizmin ya da Wall Street’in bir simgesi değil gerçek bir insan olarak tasarlanan bir karakter olduğunu söylüyor. 

GERİYE KALAN PARÇALANMIŞ KİMLİK
Yusuf’un çökmüş modern hayatından yola çıkıp, berber koltuğundan geçip, anne kucağı/ baba ocağında huzura kavuştuğunu söylemiştim. Packer çökmüş hayatından, berber koltuğuna geçmeden önce, dönülemez bir yola giriyor. Önce kendisini koruyan güvenlik görevlisini, sırf kendisi üzerinde böyle bir koruyucu gücü olduğu için öldürüveriyor. Bir başka baba figürü olan berberin koltuğunda Yusuf gibi huzura kavuşup, uykuya dalmıyor. Traşı bitmeden koltuktan kalkıp, berberin silahını da alarak tam karanlığa, başka türlü bir psikopatla karşılaşmaya doğru yola çıkıyor.
 
Kozmopolit bir şehrin içinde, taşranın aksine, bulunacak bir huzur yok. Ya da yetişkin birinin çocuklaşma şansı yok. Ya da bu çocuklaşma psikopatlığa karşılık geliyor. Varolan “sosyallik” de yıkılınca geriye sadece parçalanmış bir kimlik kalıyor.

BİR KEZ DAHA SEYRETMELİ
Filmin sonunu açıklamamak için sadece şunu söylemekle yetineyim: Packer’ın finalde karşılaştığı psikopatın da bir “koku” sorunu var! Packer’ın “koku”su evliliğini bitiriyor, Paul Giamatti’nin canlandırdığı psikopatın kokusu ise onun iş hayatına mal olmuş!

“Cosmopolis” kolayca sindirilecek bir film değil. Tıpkı yönetmenin bir önceki filmi “Tehlikeli İlişki” gibi bu film de seyirciye nefes alacak vakit bırakmıyor. Bir dizi ilişki, bitmek bilmeyen ve çoğunlukla duygudan yoksun diyaloglar, limuzinin yalıtılmış, Packer’ın ifadesiyle“Proust’lanarak ses geçirmezleştirilmiş hali, bir rüyadaymışız izlenimi yaratıyor. Bu Packer’ın dış dünyayla ama kendi iç dünyasıyla, duygularıyla da iletişim kuramayan halini yansıtıyor. Packer’a her şey uzak! Karmaşanın tam ortasındayken bile.

“Cosmopolis”in birkaç kez izlendiğinde daha fazla değer kazanacağını düşünüyorum. Cronenberg sinemanın en büyük isimlerinden biri; eğer bir filminden zevk almamışsam büyük ihtimalle yeteri kez izlemediğim içindir diye düşünüyorum.