Kamusal sorumluluğun kamusal alan ve hizmetlerin yok edilmesi ile birlikte ortadan kalktığı yerde dilin kaçış rampaları da tekrar tekrar seçimler ve seçimlerde “isyan etmeyenlere” dönük öfkenin ardından gelen içe çekilme oluyor.

Çözülmeler I: Dil
Fotoğraf: BirGün

Hande Gazey - Asistan Hekim

Karakter Aşınması’nda Sennet, kitlelere insan gözüyle bakılmadığı için önemli hale gelenin kişinin kendisini kitleden ne kadar ayrıştırabildiği olduğunu ifade eder. Bu cümleyi çeşitli biçimlerde çoğaltmak da mümkün aslında. Mesela toplumların ve kişilerin anlatıları geleceksizlik ile bütünlüklerinden kopartıldığından sekansların içeriğinin ön plana çıktığını…

Ya da inşanın, sürecin ve bağların varlığı değersizleştirildiğinden önemli hale gelenin parçalı deneyimler olduğunu…

Zamanın parçalanarak çalındığı, geleceğin ve uzun vadeli hayallerin imkansız kılındığı neoliberal düzende, özne olmak için bireye kendisini ayrıştırıcı kodlar ile tanımlamaya çalışması ve buna göre eylemesi dayatılıyor.

Oysa öznenin inşası; aynı zamanda bir başka öznenin nesnesi olarak mümkün.
Bu çerçeveden bir dizi olguyu tartışabiliriz. Ama belki de tartışmaya giriş olarak öteki ile var olmanın, bağ kurmanın ve topluluğun hem nedeni hem de sonucu olan dili ele almakla başlayabiliriz. Soyut bir ele alış değil elbette, güne ve memleket somutluğuna değen yerleriyle.

Dil ötekinin varlığını zorunlu kılar. Söylem üretebilmek, kendisini ifade edebilecek araçlara erişebilmek de bağlara ve bir topluluğa sahip olmayı gerektiriyor. Dilin “ben”i “biz”den ayırmak için tanımlayıcı olarak kullanıldığı, göstergelere sıkıştırılarak oyun alanından çıkartıldığı ve bu anlamda ötekine alan açacak en önemli zeminin yitirildiği noktada, özgürlük ve ifade çeşitliliği vaadinin ardı sıra gelen bir tür aynılaşma en çok dilde ve dille kendisini gösteriyor.

Toplumu oluşturan kurucu bağlar ve ortaklaşılan değerler lal olduğunda, yani toplumsal olanın anlatılır, bir anlatıya katılır, bir şarkıya dökülür, bir ağıtta dinlenir ya da konuşturulur olmadığı ya da imge ile oyuna dahil kılınamadığı yerde bireyler, kendi kaderleri üzerine söz söyleme imkanını yitirerek sessizlik ya da laf kalabalığı arasında iletişimsizliğe mahkum olur.

Türkiye’de toplum, onca yoksulluğun, sömürünün, baskının ve tüm tarihi ve doğal değerlerinin yağmasının ortasında iken siyasal alan toplumsal bağları yok eden bu dilsizliği ya da bireyci dili tekrar tekrar üretiyor. Bunca sömürünün düşünceden ve düşünsel üretimden yoksun bıraktıkları, birbirlerine yönelen ve belki bir olasılığa işaret eden dillerinden vazgeçip çaresizlikleri ile ilgili kendilerini suçladıkları ve ceza kestikleri bir eyleme diline dönmüş durumda. Kamusal sorumluluğun kamusal alan ve hizmetlerin yok edilmesi ile birlikte ortadan kalktığı yerde dilin kaçış rampaları da tekrar tekrar seçimler ve seçimlerde “isyan etmeyenlere” dönük öfkenin ardından gelen içe çekilme oluyor. Ortak dil arayışları ise düşmana işaret etme, içe/kendine dönme, anı yaşama, dua etme gibi farklı sınıfsal katmanlarda biçimlerini bulan ama kolektif bir zihinsel eylemden çok mistisizmin çeşitli veçhelerinin tüketilebilir hallerini işaret ediyor.

Elbette toplumsal olanın, dayanışmanın, mücadelenin pratikleri bu topraklarda mevcut, bu pratiklerin kendisini anlatacağı ve daha da önemlisi yarını hayal edebilecek ortak bir dili üreterek güçlenmesi şart. Değiştirecek gücü kendinde bulamayan milyonların mahkum olduğu dilsizliğe karşı bir ifade ve eyleme biçimini, sosyalliği, ortaklığı ve mücadeleyi inşa edecek olan da bu.