Google Play Store
App Store

Daha önce ‘Arabesk: Toplumsal ve Müzikal Bir Analiz’ ve ‘Türkiye’nin Pop Müziği’ kitaplarıyla ilgi çekici müzikoloji araştırmaları sunan Uğur Küçükkaplan’ın üçüncü kitabı Türk Beşleri, Ayrıntı Yayınları etiketiyle yayımlandı. Küçükkaplan, Cumhuriyet dönemi kültür ve sanat politikalarına yönelik tartışmalardaki radikal görüşlerin etkisinden korunmak için bağımsız bir biçimde düşünmenin ve araştırmanın önemini vurguluyor.

Cumhuriyet'in kültür politikalarına çok yönlü bir yaklaşım: Türk Beşleri

ERKİN CAN SEYHAN

Türkiye’deki müzikoloji araştırmalarına büyük katkı sağlayan Uğur Küçükkaplan’ın yeni kitabı Türk Beşleri; Cumhuriyet’in kültür-sanat politikalarını, Türk Beşleri olarak anılan; Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses ekseninde ele alıyor. Döneme yönelik tartışmaların radikal görüşlerine alternatif olarak mümkün olabildiğince nesnel bir yaklaşım taşıyan kitap, Türk müziğinin batılılaşma-modernleşme yolculuğunu çok yönlü bir biçimde inceliyor. Kitapla ilgili detayları Uğur Küçükkaplan ile konuştuk.

Türk Beşleri sosyokültürel unsurlar ile müzik teorisinin kapsadığı unsurları buluşturan bir kitap. Bu durumu nasıl tanımlıyor; ve Türk Beşleri’ne hangi bağlamlardan yaklaşıyorsunuz?
Müzikoloji, müziği siyasi ve kültürel arka planıyla ele alan, içinde doğup geliştiği toplumun anlam dünyasına ışık tutarak, insanların gündelik yaşamlarında çoğunlukla sıradan ya da basit gördükleri müziğin nelere karşılık geldiğini, nelerden beslendiğini anlamaya çalışan bir bilim dalı. Dolayısıyla asıl konusu müzik olmakla birlikte onu sarıp sarmalayan katmanları kavrayıp nesnel bir şekilde aktarabilmek için sosyal bilimlerin yaklaşım ve metotlarından yararlanmak bizim için bir zaruret. Fakat bunu yaparken kıvamı çok iyi tutturmanız, bir denge yakalamanız gerekiyor. Önceki kitaplarımda olduğu gibi, burada da ele alınan konunun içerik yoğunluğuna göre bir denge kurmaya çalıştım. Her ne kadar Türk Beşleri’ni oluşturan bestecilerin eserlerini analitik biçimde inceleyip müzikleri hakkında genel bir çerçeve çizmeye çalıştıysam da, aslen Cumhuriyet ideolojisine bakış açılarını, fikriyatlarını, müzikle ve toplumla kurdukları ilişkinin hangi dinamiklere dayandığını anlamaya gayret ettim. Aynı zamanda mümkün mertebe onlara müzisyen kimliklerinin dışında bir insan, bir birey olarak da yaklaşmaya çalıştım. Bu noktada olabildiğince nesnellikten ödün vermediğimin altını çizmek isterim.

Daha önceki kitaplarınızda Türk Beşleri ile kıyaslandığında Türkiye’de popüler olmuş, geniş kitlelere yayılmış müzik kültürlerini ele almıştınız. Türk Beşleri’ni ise ideolojik bir kültür-sanat politikası ile ilişkilendiriyorsunuz. Cumhuriyet döneminde Türk müziğinin Batılılaşması ile ilgili politikalar, toplumda ne derece karşılık buldu? Bulduysa, bu karşılığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bulmadıysa, sebepleri neler olabilir?
Her ne kadar Türk Beşleri, Cumhuriyet ideolojisi ve erken dönem kültür sanat politikalarıyla doğrudan ilişkili olsa da, daha önceki kitaplarımda ele aldığım arabesk ve pop da bu politikaların önemli bir ayağını teşkil eden müzik inkılâbıyla büyük ölçüde bağlantılı. Tek farkı bu bağlantının Türk Beşleri’ne kıyasla daha dolaylı olması. Halk müziğine dayalı çoksesli bir Türk müziği oluşturma gayretlerinin, Atatürk ve o dönemin bürokratları başta olmak üzere, içlerinde kimi saygın müzik adamlarının da yer aldığı «seçkin» sınıfın arzuladığı biçimiyle amacına ulaştığını söyleyemeyiz. Bunun temel nedenlerinden biri, Batılılaşma/modernleşme sürecinin bir uzantısı olan kültür politikalarının yerleşebilmesi için gereken toplumsal koşulların bir türlü sağlanamaması. Çünkü Türkiye’deki toplumsal yapının Batı’dakinden hayli farklı olduğunu görüyoruz. Bunun yanı sıra baskın bir devlet geleneğinin olması ve modernleşme hareketinin buna bağımlı olarak seyretmesi de bu politikaların önünde büyük bir engel teşkil etmiş. Batı’da olduğu gibi kültürü ve sanatı destekleyen bir burjuva sınıfı yok Türkiye’de. Olmayışının en önemli nedeni de son derece baskın olan devlet geleneği. Çünkü kendinden başka bir gücün var olup serpilmesine müsaade etmiyor. Tıpkı bugün olduğu gibi, sanat artık parlatılıp vitrine koyulan ve uluslararası alanda devlete çıkar sağlayan kullanışlı bir araç olma özelliğini yitirdiğinde de artık yatırıma değer görülmeyip kaderine terk ediliyor.

Kitabınızda mümkün olduğunca nesnel ve tarafsız bir yaklaşım ele almaya çalışıyorsunuz. Cumhuriyet’in kültür-sanat politikaları üzerine tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de bu konu üzerine karşıt görüşler var ve ideolojik düşüncelerin de etkisiyle bu karşıtlık radikalleşebiliyor. Bu bağlamda uç fikirlerin etkisinden bağımsız sağlıklı bir bakış açısı geliştirmek nasıl mümkün olabilir?
Batılılaşma/modernleşme konusuna ilişkin sert tartışmalar Osmanlı’dan beri, son iki asırdır yapılıyor. Cumhuriyet döneminde daha sistematik bir boyut kazanan bu siyasi yönelim daha geniş bir alana yayıldıkça kutuplaşma da kaçınılmaz oluyor. Bunun bir uzantısı olan Cumhuriyet’in kültür politikaları bu kutuplaşmayı daha da derinleştirmiş. Müzik tarihine alaturka-alafranga tartışması olarak geçen Türk musikisi ve Batı müziği müntesibleri arasındaki kavga küllenmiş gibi görünse de hâlâ içten içe sürmekte olan ve çeşitli vesilelerle yüzeye çıkabilen bir çekişme. İki taraf da adeta ara ara lavlarını fışkırtan bir yanardağ gibi. Bu kavganın dışında kalmak kolay değil. Bîtaraf olanın itinayla bertaraf edildiği bir toplumda, yok sayılma ve korunup kollanmama üstüne kurulu cezalandırma sistemi hiç vakit kaybedilmeden devreye sokuluyor. Bu düzenden kurtulmanın tek bir yolu var; her türlü zorluğu göze alarak tüm gemileri yakıp hiçbir kurumla maddi manevi çıkar ilişkiniz olmadan kendi yolunuzu çizmek. Bir anlamda kendi çizdiğiniz yolun Don Quijote’u olmak. Ancak bu şekilde olabildiğince kendinizi kısır tartışmaların ve anlamsız çekişmelerin dışında tutabilirsiniz. Yıllar önce bu kararı verdim ve hiç pişmanlık duymadım. Bu söylendiği kadar basit bir şey değil. Yine de onlardan biri olmadan, onlarla birlikte vakit geçirmeden, fakat bir avuçluk camiada tabir-i caizse kimin nerede neye taptığını da çok iyi bilerek işinizi yapmak, bu toplumda hayatı yaşanır kılan en önemli ayrıcalıklardan biri.

Müzikle ilgili, Arabesk ve Türk Pop Müziği odaklı kitaplarınız da Ayrıntı Yayınları'ndan yayınlandı. Türk Beşleri, yayınevi ve sizin yolculuğunuz için bir serinin devamı niteliği de taşıyor. Bu fikir nasıl oluştu ve bu kitaplar arasında bağlantılı noktalar neler?
Bu ilişkinin fark ediliyor olması beni mutlu ediyor. Çünkü bu konular üzerinde çalışmaya çok uzun yıllar önce karar verdim; hepsi, sırasına varıncaya kadar önceden planlandı. Cumhuriyet’e geçiş tarihsel açıdan büyük bir kırılma noktası. Bilhassa erken dönemde atılan adımlar, yürürlüğe sokulan uygulamalar Türkiye’nin her alanda kaderini tayin etti. Kültürel alanın önemli bir kolu olan sanat ve müzik de bu radikal dönüşümden payını fazlasıyla aldı. Dolayısıyla sadece ideolojik bir tahayyülün ürünü olan Türk Beşleri ütopyası değil, ilerleyen yıllarda gelişip farklı tarz ve üslûplara ayrılacak olan popüler müzik de aslında müzik inkılâbıyla yakından ilişkilidir. O yüzden bu üç kitabı, büyük bir siyasi kırılma sonrası Türkiye’de müziğin nasıl bir seyir izlediğinin resmedildiği üç farklı tablo olarak görebiliriz. Benim çalışmalarımdan önce yayımlanan bazı çeviri kitapları ayrı bir yerde tutarak söylersek; benim kitaplarım bir Türk yazar olarak Ayrıntı Yayınları’nın müzikoloji alanında bastığı ilk çalışmalar. Bu seri onlar açısından da bir yenilik. Umuyorum ki yayıncılığın zorluklar yaşadığı son yıllarda, böylesi hacimli bir çalışmayı yayımlama cesaretini gösterip bir kez daha yanımda duran yayınevime hak ettiği prestiji sağladı.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Türk Beşleri ve önceki çalışmalar her ne kadar müzikoloji disiplini içinde kotarılmış olsalar da Türkiye’nin siyasi ve kültürel tarihine ilgi duyan herkes bu kitapları okuyabilir. İlk bakışta analitik bir yanı olduğu için fazla teknik bulup çekimser kalanlar olabilir. Fakat eser analizleri haricindeki kısımlar her kesime hitap etmesi amaçlanarak yazıldı. Dile de bu doğrultuda önem gösterip olabildiğince sade ve akıcı bir kıvam tutturmaya çalıştım. Umuyorum ki alana faydalı bir çalışma olur ve her emek gibi hak ettiği yeri bulur.