Cumhuriyet Türkiye’sinde öğretmen olmak: Karatahtadan, akıllı tahtaya yüzyıllık yalnızlık

Ayşe ALAN  -  Öğretmen Ağı Değişim Elçisi, Eğitimci-Yazar 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, her ulus devlet gibi yukarıdan aşağıya doğru bir modernleşme projesi eşlik etti. Bu projenin en önemli ayaklarından biri eğitim alanı oldu. 

Yeni devletin kalkınma planında elbette pek çok meslek profesyoneli yetiştirmek vardı ve öyle de oldu. Cumhuriyet, doktorlar, mühendisler, mimarlar, bilimciler, teknisyenler, sanatçılar da yetiştirdi. Ancak öğretmenliğin toplumsal karşılığı ve devrimin onu kurgulama biçimi diğer mesleklerden çok farklı oldu. Eğitim sisteminin kurgulanışı, öğretmen yetiştirme politikaları ve kurucu lider kadronun söylemleri göz önüne alındığında cumhuriyet öğretmeninin “aydınlanmacı kimliğin cisimleşmiş bir hali” olarak tasarlandığını söylemek mümkün. 

Bu yıllarda öğretmen, cumhuriyetin aydınlık yüzlerinden en öne çıkanıdır. Çalıştığı köyde, kasabada, mahallede sadece çocuklara değil; aileye, toplumsal yaşama bir model olma, medeniyeti götürme, yani aydınlanmayı yurt sathına taşıma gibi bir misyonu da vardı. Bu kimlik öğretmene toplumu dönüştürme rolü biçiyordu. Bir ulusun inşasında önderlik etmeli, ideal yurttaşı yetiştirmeli, modernliğin timsali olmalıydı ve bunu o modernleşmeye yüzyıllardır uzak kalmış halk kitlelerinin arasında ve onlara rağmen yapmalıydı. Bu yüzden cumhuriyet öğretmeni pek çok açıdan yalnızdı. 

Geçtiğimiz yüz yıl içinde çok şey değişti. Öğretmenin yalnızlığı biçim değiştirdi ama hiç azalmadı. Yüz yıldır cumhuriyetin sıkı sıkıya bağlı olduğu eğitim politikası en katısından bir merkeziyetçilik oldu. En çok da bu yalnızlaştırdı öğretmeni. Bu merkeziyetçiliğin tezahürü olarak, sınırları keskin hatlarla çizilmiş bir görev tanımı, neredeyse anayasa gibi çerçevelenmiş bir müfredat, bol bürokrasiye boğulmuş bir mesleki rolü oldu. Ülkenin neresinde olursa olsun, öğretmenliği sanki hep Ankara’daymış gibi yapması beklendi. Yereldeki ihtiyaçlar görülmedi. 

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde eğitimin ve aydınlanmanın “atanmış öznesi” olan öğretmen, yüz yıl içinde WhatsApp gruplarında “dedikodusu” yapılan bir nesneye dönüştü. 

Öğretmenlik, analık, babalık, kutsallık atfedilen, ana-babaların “eti senin kemiği benim” diye çocuklarını emanet ettiği, minnettarlık hissedilen bir meslek erbaplığı iken, piyasalaşmış özel okullarda adeta bir makine gibi görülen, devlet kadrolarındaysa hâkim siyasi gücün sesi olması beklenen, hizaya çekilen, parmak sallanan ve merkeziyetçi yapıyı sürekli ensesinde hisseden bir personel haline geldi. 

Öğretmenlik pek çok şey oldu, ama ne kutsal iken ne de diğer hallerinde profesyonel bir meslek olamadı. Ekonomik statüsü gün geçtikte düştü. Özellikle neoliberal politikaların etkisiyle, kolay vazgeçilebilen oldu, sınava öğrenci hazırlayan oldu, atanamayan oldu, sözleşmeli-kadrolu oldu, uzman oldu, başöğretmen oldu, ama bir meslek profesyoneli olamadı. 

Bugün öğretmenler olarak gittikçe ağırlaşan bir mesleki yalnızlık hissediyoruz. Elbette yeni olmayan ve yalnızca benim hissetmediğim bu duygu, yüz yıllık bir zamana yayılarak kurumlaşmış, alışkanlıklara dönüşmüş bir mesleki yok sayılmanın yükü. 

Meselenin kaynağında, eğitimin kimlik inşasının aparatı olarak kullanılmasının, siyasetin bir aracı olarak görülmesinin ve buna bağlı ekonomik politikaların olduğunu anlamak, yalnızlığı azaltmıyor ama zihni berraklaştırıyor. 

Bunun umutları yok eden bir yanı olduğunu düşünenler var ve haklılar. Ama böyle umutların tükendiği toplumsal koşullar kırılma noktaları yaratır. Bu kırılmalar umutların yeniden filizlenebildiği fırsatlardır. Öğretmenin mesleki yalnızlığını aştığı Öğretmen Ağı bunun çok değerli bir örneği. Öğretmenlerin meslektaşlarıyla birlikte güçlendiği, öğrendiği, dayanıştığı bir zemin. Öğretmenlik üzerine yapılan pek çok araştırma öğretmen gelişiminin en etkili aracının meslektaş işbirliği olduğunu ortaya koyuyor. Biz öğretmenler en çok birbirimizden öğreniyoruz. Ağ’ın bunun ötesinde de bir anlamı var. Bu kadar müdahaleye açık hale getirilen, itibarsızlaştırılan mesleğimize sahip çıktığımız, ortaya irade koyduğumuz bir alan. Tüm bunlar öğretmenin “özne” olmasını; yani farkında olarak, sahip çıkarak, sorumluluk alarak, “böyle gelmiş, böyle gitmez!” demesini sağlıyor. Bu çok değerli, çünkü ancak bunu yapabilen öğretmenler öğrencilerine “özne” olmanın değerini aktarmakta başarılı olabilirler. 

Zaten bir cumhuriyette yurttaş olmak böyle bir şey değilse nedir? 

*Bu yazı ogretmenagı.org’da yayınlanmıştır.