Sermayenin birikmesi gerekir. Tek tek sermayeler birikmeyebilir; ya yeni teknolojileri uygulayarak kendilerini yenileyememişlerdir, ya da.....

Sermayenin birikmesi gerekir. Tek tek sermayeler birikmeyebilir; ya yeni teknolojileri uygulayarak kendilerini yenileyememişlerdir, ya da bir başka biçimde rekabetin kurbanı olmuşlardır. Ama sermaye bir bütün olarak, acımasız rekabet dünyasında yapılması gerekeni yapıp, tek tek sermayelerin yok olması pahasına varolmayı başarır. O yüzden de kapitalizm 300-400 yıldır ortalıktadır. Birikim esastır, hem de genişleyerek, yayılarak olması elzemdir.

Genel olarak ilkel sermaye birikimi denen kapitalizm öncesinden kapitalizme geçiş dönemlerinde yaşanan birikim biçimlerini bir kenara koyacak olursak, sermaye birikimi artık değer üretimini ve gaspını gerektirir.

Kapitalizmin gelişiminden bir çok şey anlaşılabilir. Fakat sermaye birikimi bağlamında anlaşılması gerekenlerin başında bu gelişme sürecinin çelişkili yapısı gelir. Bundan kastımız da, bir yandan artık değer üretimini ve gaspını kolaylaştıran faktörler (iş gücünü ucuzlatan, daha verimli kılan uygulamalar, açılımlar, hatta iş idaresi okullarında öğretilen sömürüyü arttırma teknikleri, vs) gündeme gelirken, zorlaştırıcı faktörlerin de ortaya çıkması halidir. Sermayenin işini zorlaştıran faktörler arasında sendikalaşma, işgününün kısalması, iş yavaşlatma, grev ve siyasi mücadelelerle kazanılmış emekten yana bir dizi hak ve kurumsal değişiklik sayabiliriz.

Bence yöneticilerin plansızlığı gibi algılanan ve öyle sunulmasında düzenin bekası açısından bir hayli yarar da olan sorunların, aksaklıkların kökeninde sermaye birikiminin, siyasete de doğrudan yansıyan bu çelişkili yapısı yatar. Bu yapının yarattığı ortam gerçek sebeblerin aranacağı alandır. Kapitalizmin azgınlaşarak, iyice yüzsüzleştiği, arsızcasına hayatımızın ve haklarımızın her alanına el attığı neo liberal uygulamaların genel bağlamı da budur.

Somuta gelelim. Kapitalizm kendi yapısal dinamikleriyle özellikle Kuzey ülkelerinde krizlere battıkça (1970'lerin başından beri süregelen) birikimi kolaylaştırıcı teknikler, yayılmalar, yeni nüfuz alanları, politikalar üretti. Neo-liberalizm bunların tamamına verilen addan başka bir şey değildir. Özelleştirme de bu politikaların en başta gelenlerindendir.

Daha somuta gelelim, örneğin susuzluk. Görünmeyen bir elin cezası gibi yaşamamız gereken bu SONUÇ iki şekilde doğrudan sermaye birikiminin çelişkili yapısından kaynaklanmıştır. Yıllardır maliyeti düşürerek vahşi rekabetten galip çıkabilmek için su dahil bir çok doğal kaynağı tahrip edip, ekolojik dengeleri bozan sermayenin kendisidir. Bu yetmezmiş gibi, sermaye sıkıştıkça binlerce yıldır kullanımı bir hak olan, tüketimi garantilenmiş bu doğal kaynağı da özelleştirmeye girişmiştir. Bu yoldan hem yeni bir meta yaratılmış, hem de ilk ağızda artık değer üretmeden sermaye biriktirmenin imkanı doğmuştur. Tıpkı kapitalizm öncesinden kapitalizme geçerken denenmiş ilkel birikim tarzları gibi. İşte bu sermaye birikimi tarzına David Harvey "mülksüzleştirerek biriktirme" demektedir. İnsanlığın toplu mülkiyetinde olan su gibi doğal kaynakların özelleştirme kisvesi ile gaspı, üç beş uluslararası şirketin zenginleştirilme-sinden başka bir şey değildir.

Kapitalizm çevreyi tahrip edebildiği kadar tahrip ettikten sonra, kalan su kaynaklarına da Dünya Bankası kredileriyle el koyunca biz fakirlere de çözümü yağmur duasında aramaktan başka bir yol kalmamış oluyor...