Ülkede Özgür Gündem gazetesi, PKK itirafçısı ve JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan’ın ifşaatlarını 2004 yılında bir yazı dizisi halinde

Ülkede Özgür Gündem gazetesi, PKK itirafçısı ve JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan’ın ifşaatlarını 2004 yılında bir yazı dizisi halinde yayımlamaya başladığında Diyarbakır’daydım. Aygan'ın anlattıkları, verdiği bilgiler, sayfalardaki krokiler, fotoğraflar; yakınlarının cenazesini kaldıramamış nice ailenin ocağında yeniden bir umut ışığının yanmasına sebep olurken, ifşaatlarda belgeleriyle ayyuka çıkan devlet pervasızlığı kentte handiyse bir infiale yol açıyordu. Kimi Diyarbakırlılar, biz gazetecileri kaldığımız otelin lobisinde buluyor, elimizdeki haberi bırakıp bu konuyu işlememiz, gazetelerimize göndermemiz için bizi ikna etmeye çalışıyordu. Bazen rica ediyor bazen de mesleki sorumluluklarımızı hatırlatıyorlardı. Ülkede Özgür Gündem'deki arkadaşlar da haberlerini bizimle paylaşmaya hazır olduklarını söylemişlerdi. Ben o zaman Milliyet’teydim. Bir başka haber, sanıyorum, evet evet, yerel seçimler nedeniyle, İstanbul'dan gelmiş epey kalabalık bir gazeteci grubuyduk. Olmadı. Hiçbirimizin telefonları İstanbul'daki otosansür duvarını aşamadı. Evet, Genelkurmay 6 yıl sonra hâlâ JİTEM’i üstlenmiyor, inkâr ediyor ama yine de, o dönem yaygın bir yayın yapılsaydı bu konuda, daha geniş bir kamuoyuna ulaşılsa ve o kirli savaş metodlarından haberdar edilseydi, sanki mesela bu ‘açılım süreci’ daha az dirençle karşılaşır, asıl önemlisi bazı hayatlar kurtarılırdı. Olmadı. Tarihi bir zaman kaybı.
Şimdi öyle belgeler çıkıyor ki ortaya, o tarihlerde TSK doyamadığı iktidarını ve şiddetini katmerlemek için harıl harıl darbe planları yapıyormuş bir de. Ülkenin çok tirajlı gazetelerinin Aygan’ın ifşaatlarını kaale almamış olması kışlalarda övgüye şayan bulunmuş olmalı o günlerde. Darbede işbirliği yapılacak gazetecilerin listesi kabarmış olmalı karargâhlarda. Gazete karargâhlarından ordu karargâhlarına güzel bir esas duruş jesti daha yapılmıştı ne de olsa. Böyledir işte bu işler o cam cepheli gazete merkezlerinde. Nerede sarkastik bir gazeteci liberalizmiyle muhalefet yapıp nerede esas duruşa geçeceklerini iyi bilirler onlar. Şimdi o dönemin kimi genel yayın yönetmenleri, yazı işleri müdürleri alttan alta memnun ve güveni tazelenmiş ama bir yandan da ‘dönemin ruhu’na uyarak kırgınlıklarını ifade ediyor, yatak altında sararmış hisse senetleri misali geçmişleriyle, patronlarının masalarına meze yaptıkları, Genelkurmay brifinglerine ilk akredite olduklarında artık unutulduğundan emin oldukları ‘ilkgençliklerinin siyasi maceralarıyla’ TSK’nın onlara biçtiği işlevi ‘çeliştirmeye’ çalışıyorlar. “Ben mi, biz mi” diyorlar, “darbeye hizmet edeceğiz, edecekmişiz?” Geçmiş olsun. Geçmiş ola. Ettiniz.
Ediyorsunuz hâlâ. Genelkurmay talimatları size içselleşmiş bir kere. Terminolojiniz 'plan seminerleri'nden ödünç, hitabınız ayarlı. ‘Paşa’nızın daveti için sıra beklerken nizamiyede, göğsünüzde bir liyakat nişanı gibi akreditasyon kartınız, nasıl da böbürlene böbürlene üşüşürsünüz mikrofonlara. Ve o nizamiye kapsında bir şeyi iyi ezberlersiniz. Akreditasyon listesini. Sizi her türlü meslek kazasından bu liste korur. Koruyacak. Uzak durun bu listede olmayanlardan. Gazetelerden, gazetecilerden. Onlar ‘militan gazeteciler’ Peki siz? Herkes birilerinin militanı demek ki.
Şu sıralar, biraz da ‘sit-com gazeteciliği’nin başarısı sonucu, televizyonlarda bir diziler, bir de gazeteci muhabbetleri. Magazin değeri yüksek kastingli, promosyon gezisi samimiyetinde ya da brifing ciddiyetinde, semt kahvesi analizleri. Saatlerce.
Bir tek şeye harfiyen uyulur bu programlarda. Genelkurmay akreditasyonuna.
Geçmişlerindeki sol tescil ile bugünlerini aklamaya çalışan bu medya mensupları sol gazeteleri yok sayar ve kendilerini ancak böyle saydırırlar gazeteciden.
Zamanın uygun olduğuna karar verdiklerinde de, kendileriyle başlatıp medya gündemini, ülke gündemini, ilk onlar karşı çıkmış olurlar darbe teşebbüslerine, ilk onlar dikkate almış direnişteki işçileri, böylelikle.
Ve asıl önemlisi tam da onlar tarafından, o programlarda bahis konusu edildiği için bunlar, yumuşar ve düzene uygun kıvama gelir. Artık ne darbe soruşturmaları Genelkurmay’ı, ne grevler patronlarını huzursuz edecektir. Her şey nihayetinde monden bir şakacılıkla geçiştirilecektir.
Bu yazıyı belki yazmazdım yine de, ama geçen hafta, tam da BirGün ve Evrensel’in hemen her sayfasında TEKEL direnişiyle ilgili köşe yazılarının olduğu bir günde, bu programlardan birinde “Bugün de üç köşe yazarı TEKEL işçilerini yazmış” denildi.
Bu kadarı fazlaydı artık. Belki de bunu söyleyen “40 gün sonra nihayet bu konu medyanın gündemine geldi” demek istemişti ama aynı anda da üç köşe yazarının ilgisi ölçüsünde bir gündem maddesi haline getirerek direnişin çapını daraltmıştı.