Eskiden bir tek radyo vardı. Sonradan TRT adını alan kuruma ait bir radyo. Devlet radyosu. Darbeci silahlı bür

Eskiden bir tek radyo vardı. Sonradan TRT adını alan kuruma ait bir radyo. Devlet radyosu. Darbeci silahlı bürokrasinin hükümete el koyduğu, yetkileri devraldığı radyo aracılığıyla halka duyurulurdu. Darbe kararı uygulamaya geçer geçmez doğrudan Radyoevi’ne gidilir, görevli personel etkisiz kılınır, hemen verici anten devreye sokulur, ısıtılmaya başlanırdı. (O zamanlar 24 saat aralıksız yayın yapmayan radyo vericilerinin yayına başlayabilmek için bir de böyle anten ısıtma gibi teknik bir sorunu vardı.)Yani radyoevi çok önemli idi darbeciler için. ‘İktidara el koydum. Erkin başında ben varım’ diye dünya aleme ilan etmek için en etkili araç radyo idi. 12 Eylül darbecilerinin işi biraz(!) daha zahmetli idi. Onların zamanında yarım yamalak da olsa, bir de siyah beyaz televizyon yayını vardı...

* * *

Radyo meselesi nereden aklıma geldi derseniz. Söyleyeyim. Malum 12 Eylül yaklaşıyor. Tam teşekküllü askeri darbenin 27. yıldönümüne çok az zaman kaldı. Ankara’da “Darbe Karşıtı Platform”, 12 Eylül askeri darbesinin 27. yılında, 11 Eylül Salı gecesi “Ankara Radyosu” önünde meşaleli demokrasi nöbeti tutacak ve darbe niyetlilerine, “darbelere de darbecilere de geçit yok” mesajı gönderecekmiş. Hoşuma gitti. Platform miting ve çeşitli protesto etkinliklerinin yanı sıra, darbeyi gerçekleştiren komutanlar için "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi" ile “Uluslararası Hukuk Mahkemesi"ne başvurma kararı aldı. Platformdan yapılan açıklamada, “Darbeci generallerin ve oluşturdukları ‘suç örgütünün’ yargılanmasıyla ilgili olarak iç hukuk yolları tükenmiştir. Bu yüzden uluslararası mahkemelere başvurmak bir zorunluluk olmuştur” deniliyor.

* * *

Şu kısacık Türkiye Cumhuriyeti tarihine sığmış ne çok darbe, muhtıra ya da postmodern darbe var. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ile 12 Mart 1971 (muhtıra) ve 28 Şubat 1997 (postmodern darbe) sonrası, bir de 27 Nisan 2007 e-muhtırası var. Bastırılan darbe girişimleri, açığa çıkan darbe planları bu hesapta yok. Cumhuriyetin kurucusu ve kollayıcısı olarak kendilerini gören ‘paşalar’ bir türlü iktidarı bırakmaktan ya da iktidarı paylaşmaktan vazgeçemiyorlar. Her demokratikleşme hamlesi ‘silahlı bürokrasi'nin siyaset sahnesinden biraz daha uzaklaşması anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı seçimleri onun için ülkemizde bir ‘iktidar’ kavgasına sahne oluyor sürekli. Darbeleri, darbe girişimlerini, onların planlayıcısı ve uygulayıcısı 'darbecileri' yargılamadan bir ülkeye tam demokrasi gelmesi pek mümkün görünmüyor. O nedenle darbe karşıtı, demokrasi yanlısı girişimleri çok önemsiyorum.

Bakın, son bir haber de Allende’nin Şilisi’nden. Şili Yüksek Mahkemesi, askeri cunta döneminde 12 genç muhalifin öldürülmesindeki rolü nedeniyle, ömür boyu hapse mahkum olan eski general Hugo Salas Wenzel'in cezasını onamış. Brezilya da aynı yolda ilerliyor. 1964-1985 arasındaki askeri diktatörlük döneminde yaşananların ayrıntılarını ilk kez resmi bir belgede toplayarak yayımladı. "Gerçeğe Ulaşma ve Bellek Hakkı" adlı resmi kitapta, diktatörlük dönemi federal ajanları, tecavüz, işkence, cezaevindekilerin yargısız infazla öldürülmeleri ve mağdurların cesetlerinin saklanması ile suçlanıyorlar...

* * *

11. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yaşananları, türlü provokasyonları hatırlayın. Halkın tercihinin Cumhurbaşkanlığı seçimine de yansımasını bu açıdan çok önemli buluyor ve savunuyorum. O nedenle, 10. Cumhurbaşkanının ‘kırmızı ışıkta durması’, 12 Eylül faşizminin getirdiği ‘Cumhurbaşkanı modeli yetkileri’ kapsamında bazı ‘anti demokratik yasaları onaylamaması’ndan çok; dönemini simgeleyen ‘vesayetçi’ tutumu ve ucu belli politikaların ‘militanı’ olarak davranması, kendisi ve dönemi hakkında bende hepsinden daha derin iz bırakıyor...