İkinci öykü kitabı Serinlikler ile okuyucularıyla yeniden buluşan Ayşenur Tanrıverdi “Yaşadığımız süre boyunca düzenin değişmesini istemek bana göre isteklerin en değerlisidir” diyor.

Değişmesini istediğim çok şey var

İlke KAMAR 

İçinde bulunduğu dünyadan mutlu olmayan ve onun değişmesi için yazan yazarlardan biri Ayşenur Tanrıverdi. h2o kitap tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı “Yeryüzünün Derinliklerinde Olup Bitenler’den sonra şimdi de İletişim Yayınları’ndan yayımlanan, Serinlikler ile yeni öyküler anlatıyor. Ve öykülerinde, bizi mutsuz eden hayatı tekrar hatırlatırken; kapıyı aralıyor, yeni bir hayata dair ışığı da gösteriyor.  

 İlk öykü kitabınız Yeryüzünün Derinliklerinde Olup Bitenler’de okuyucuya büyülü bir dünyanın kapısını araladınız. Radyonun içinde konuşan insanlar, resmedilen çiçeklerden bal yapan arılar. Son öykü kitabınız Serinlikler’de de bu gerçeküstü dünya devam ediyor. Kamburu masa olarak kiralayan bir adam, bir tren yolculuğunda yaşananlar, zehirli bir elbise… Bir anlatıcı olarak gerçeküstü dünya neden ilginizi çekiyor? 

Günlük hayatımda gerçekle gerçeküstüyü ayırt etmede iyi değilim. Bu yüzden yazarken gerçeküstü diye tanımlanan dünyaya kaydığımın farkında olmuyorum. Öykünün şaşırtıcı olması veya izleği beklenmedik öğelerle donatmak önceliğim değil. Burada bilimkurgu yazarı Zamyatin’in tavsiyesine uyuyorum sanırım; fantastik edebiyata dair uçağın havalanmak için bir süre karada hızlanarak güç toplaması gerektiği örneğinden bahseder. Karada ilerlemeden havalanamayız. Öykü ne kadar gerçeküstü görünürse görünsün, bu dünyaya ait bir neden-sonuç ilişkisi, mantıksal bir geçerlilik ararım. Aslında Kambur, trende geçen Bavul öyküsü veya Zehirli Elbise, hepsi somut, gerçek hayatta karşılığı olan öğeler içerir, doğaüstü varlıklara rastlamazsınız. Ben de belli belirsiz bir sapma ile bu gerçeklikten güç almaya çalışıyorum. 

Öykülerinizdeki gerçeküstü unsurlar insanın gerçeğini daha iyi ortaya koymak için bir işlev görüyor. Örneğin Bavul öyküsünde dişi beden normlarına ve kadınların kamusal yaşamda var olma mücadelesine dair bir düşünce yatıyor. Ne dersiniz? 

Öyküyü gerçeküstü kılan şey kullandığım unsurlardan ziyade olayların gerçekleşme şekli diyebilirim. Tarih boyunca bir yönüyle “eksik” görülen bireylere akla mantığa sığmayacak yaptırımlar uygulandı. Bavul öyküsünde eksik olan metaforik olarak memedir ancak yine de kadınların yolculuk yapabilmesi için -yani bir yerden bir yere ulaşmak, ilerlemek- zorunlu tutulmasının gerçeğe hiç de uzak olmadığını fark edersiniz. Toplumun kadınlardan beklentileri kendi başına öyle anlamsız, öyle bıktırıcıdır ki bu hengâmenin içinde olması gerekenler iyice bulanıklaşır. Var olmak için hep bir yöntem geliştirmek zorunda kalıyoruz, çünkü haklarımızın korunduğundan emin olduğumuz standartlaşmış bir düzenden yoksunuz. 

Mizah neredeyse her öykünüzde kendine yer buluyor. Örneğin Performans’ta. Köylü ile modern köylü arasındaki farklılıkları ve varoluş biçimlerini ironik bir yaklaşımla değerlendiriyorsunuz. Hiciv öykülerinizde gerçeği yakalamada işlevsel mi yoksa karşı koyamayacağınız bir dışavurumunuz mu? 

Mizahın hissedilmesine çok seviniyorum. Belki de bunu henüz çok hissedilir şekilde yapmadığım için… İnsanın mutlu olmak için şehirden köylere yerleşmesinde sorun görmüyorum, ben de aynı şeyi denedim. Bunu yaparken vazgeçemediklerimiz, vazgeçmek istediklerimiz, kendimize uydurmaya çalıştıklarımız ve uyamadıklarımız bizi komik durumlara sürükleyebilir. Hiciv işlevsel değil içgüdüsel olarak başvurduğum bir yöntem çünkü mizah dergileri küçüklüğümden beri okuma alışkanlığımın temelini oluşturdu. Durumların içinden komik olanı kolayca seçebiliyorum ve eleştiri sunmak için elverişli... Oyun yazarı Dario Fo’nun sözünü hatırlayabiliriz, “Gülmek demek, eleştiri duygusu, fantezi, zekâ demek ve her türlü fanatizmden uzak olmak demektir.” Gerçekten de mizah kendi düşüncelerinize tapmayı önlüyor. 

Menekşe Hanımın Çiçekli Evi öykünüzde duvarda yaşayan bir balıkla Menekşe isimli karakterin karşılıklı ortaklaşa düşünebildiği bir zemin var. İkisi arasındaki mesafe öykünün sonunda kayboluyor. Sınırlar ve kesinlikler yok oluyor sanki. Ve insanla/insan dışını bir araya getiren bir yapı seziliyor. Siz ne demek istersiniz? 

Ünlü bir mimarın bir röportajında bina inşaatlarında deniz kumu kullandıklarını itiraf edişini hayretler içinde izlemiştim. Bu öyküde balık duvarın içinden seslenir çünkü mimarın itirafına dair yüzeysel bir yerleştirme yapmak istedim; balık denizden koparılmış, betonların arasına sıkışmıştır. Menekşe Hanım’ın binası dayanıksız ve çirkindir. Menekşe Hanım binanın çirkinliğini örtmek için tüm cepheyi çiçeklerle donatmış, balık binanın içini ve dışını saran bu canlılık sayesinde hayatta kalmıştır. Burada dediğiniz gibi sınırları yok eden şey yaşama isteğidir. Hepimiz iyi bir yaşam düşleriz ancak bu mimarın açıklamalarında gördüğümüz pişkinlik ve aymazlık buna nadiren izin verir. 

Öykülerinize nasıl başlıyorsunuz? Tanık olduğunuz bir olay ya da tanıdığınız bir karakter mi tetikliyor başlangıcı. Öykü yaratım süreciniz nasıl devam ediyor? 

Başlangıçta yazma eyleminin kendisine vurgundum. 9. yaş günümde arkadaşım kapağı çok güzel kilitli bir defter hediye etmişti ve etrafımdaki kitaplardan gördüğüm metinleri anlamadan kendi defterime bire bir geçiriyordum. Dışarıdan kendimi yazarken görebiliyordum ve bu bana müthiş bir haz veriyordu. Zamanla yazdığım şeye dikkat kesilmeye başladım. O minik defter kilidi bunları kimseyle paylaşmamam gerektiğine dair bir işaret gibi bilinçaltıma işlemişti. Sanırım bu yüzden her zaman bir çeşit utanç içinde yazmaya başlıyorum. Çünkü yazarken kendinize dair bilmediğiniz bir yönünüzle karşılaşmak çok olası. Milyonlarca düşüncenin rekabetini izlemek gibi, yazmak bu açıdan çok zevkli bence. Bazen de her şeyi bir malzeme olarak görmekten yorgun düştüğüm oluyor. Buna Çehov’un Martı oyunundaki Trigor’un tiradıyla cevap vermek isterdim. Düşüncelerin yakasını bir türlü bırakmadığından yakınan Trigor, “ne saçma bir hayat bu!” diye isyan eder. İlhamın peşinde değilim ve durmadan bir şey arıyorum. 

Mükerrer Bey’in Beklenmedik Karşılaşması öykünüzde Mükerrer Bey trajik bir durumun ya da olayın içinde olsa da kendi öz değerini korumaya çabalıyor, sıra dışı bir hamleyle bunu gerçekleştiriyor.  Ve hiç beklenmedik bir anda gün ışıyor… 

Henri Bergson roman karakterinin her bir özelliğinin farklı bakış açısı sunduğunu söyler. Ona kendimizden veya önceden tanıdığımız kişiliklerden onlarca özellik ekleyebiliriz. Yine de en zoru kendimiz olmak, kendimizle karşılaşmaktır. Öz değerimizi aslında onu sevdiğimiz veya değerli bulduğumuz için değil, bir gün onu yok edebilme umuduyla korumaya çalışırız. Mükerrer Bey’in beklenmedik karşılaşması öyküsünde bunu işlemeye çalıştım. 

Öykülerinizde aynı zamanda insanı ilişkilerinde mevcut gerçekliği değiştirmeye yönelik bir istek ve umut var sanki. Bu gerçekleşmesi zor ve belki de çok uzun zaman alacak bir çaba. Yine de yaşanan hayatın değişmesi için yazan yazarlardan biri olmak istiyorsunuz sanki. Bu düşünceye katılır mısınız ve nelerin değişmesini isterdiniz? 

Değişmesini istediğim çok şey var. Hiçbir şeyden memnun değilim. Belki bir insan ömrü değişime tanık olmak için yeterli değildir, yine de bunun için çabalarız. Uygar kişi, uyumsuz insandır der Oruç Aruoba. Yaşadığımız süre boyunca düzenin değişmesini istemek bana göre isteklerin en değerlisidir.