Dehşetin ve romantizmin oynak dengesi İsveçli yazar John Ajvide Lindqvist’in ‘Gir Kanıma’ adlı kitabı bir yanıyla korkunç bir vampir hikâyesi, diğer yanıyla dokunaklı bir dostluk ve kurtuluş öyküsü. Lindqvist’in romanında korku türüne ilgi duyanlara da, birbirini tetikleyen olaylar zincirinde polisiye tatlar arayanlara da seslenen yanları var

Dehşetin ve romantizmin oynak dengesi

MEHMET ATİLLA

Kimi zaman böyle olur; yaşamımızı kuşatan çelişkilerin dışına çıkmak ve farklı soluklar alıp verebilmek için mitolojik yaratıklardan ya da pagan dönemlerden yardım alma gereği duyarız. Var olan gerçekliklerden daha ürkütücü ve korkunç simgeler aramak, doğaüstü olguların varlığını hayal ederek “beterin beteri var” anlayışına sığınmak, korkularımızı yaşanılır kılmakta genellikle işe yarar. Öte yandan, insanların bambaşka kimliklere bürünmesinden de etkileniriz. Cadılar, büyücüler, mumyalar, hayaletler, vampirler...

Böylesi karanlık gerilimler birçok sanat yapıtında işlense de en özgün ve kalıcı yaratıların edebiyat metinleri aracılığıyla oluştuğunu söylemek mümkün. Nitekim gerek korku edebiyatı gerekse onun alt türü sayılabilecek vampir romanları, yıllardan beri kendine özgü bir okur kitlesi oluşturmuş durumda. Sheridan Le Fanu’nun Carmilla’sından Stephen King’in bazı romanlarına, Bram Stoker’ın Dracula’sından Stephenie Meyer’in Alacakaranlık serisine kadar birçok romanın okunmakla kalmayıp sayısız kez filme alınması, bu ilginin bir göstergesi.

Benzer bir ilgiyi devşiren romanlardan biri de İsveçli yazar John Ajvide Lindqvist’in çoksatar kitabı, Gir Kanıma. Türdeş metinlerin özelliklerini taşımasına karşın çekirdeğine yerleştirilmiş dostluk ve dayanışma olgusunun yardımıyla ortamın sık sık yumuşatılması, romanın geniş bir kitleye seslenmesine yol açtı. İlk baskısı 2004 yılında yapılan roman, yazarının tüm dünyada tanınmasını, art arda kitaplar yayımlamasını ve 31 ülkenin okuruyla buluşmasını sağladı. Bu arada biri İsveç, diğeri Amerikan yapımı olmak üzere iki filme de uyarlandı. 

1968 yılında Stockholm’ün bir banliyösünde doğan, gençlik yıllarında illüzyonistlik ve stand-up gösterileriyle yaşamını kazanan Lindqvist, Gir Kanıma’da iyi bildiği mekânları kullanarak bizi 1981 yılının son aylarına götürüyor. Romanın iki ana karakterinden biri olan Oskar on üç yaşında, zeki bir çocuk. Babasından ayrı olarak annesiyle birlikte yaşıyor. Aynı zamanda okul arkadaşlarının akran zorbalığıyla ve idrar kaçırma sendromuyla boğuşmakta olan Oskar’ın suç, cinayet ve adli tıp olgularına karşı hastalıklı bir ilgisi var.

Romanın diğer önemli figürü Eli ise on iki yaşında bir kız. Başlangıçta babası olduğunu tahmin ettiğimiz, ancak gerçeğin hiç de öyle olmadığını sonradan öğrendiğimiz yaşlı bir adamla birlikte Oskar’lara bitişik eve taşınıyor. Bir süre sonra iki çocuk arasında yakın bir ilişki gelişiyor ve Eli, Oskar’ın akran zorbalığıyla savaşmasına yardım ediyor. Ne var ki Eli biraz tuhaf biri. Kötü kokuyor, soğuğu hissetmiyor ve son derece atletik. Yatak odalarını ayıran duvarın ortaklığından yararlanarak Mors alfabesi yardımıyla iletişim kuran iki çocuğun arasındaki işbirliğini kurcalayan etken ise o günlerde art arda işlenen cinayetler. 

Olaylar geliştikçe Oskar, Eli’nin bir vampir olduğunu ve 200 yıl önce hadım edilerek vampire dönüştüğünü keşfediyor. Bu keşfin yarattığı tehlikeye rağmen gücünü her geçen gün artıran bağlılıktan kurtulamıyor ve iki çocuk arasında sıra dışı bir kilitlenme oluşuyor. Kasabayı kasıp kavuran seri cinayetlerin arka planında Eli’den başka sürüklenmeler de söz konusu çünkü. Sonrasını The Guardian gazetesi son derece iyi özetlemiş: “Bir yanıyla korkunç bir vampir hikâyesi, diğer yanıyla dokunaklı bir dostluk ve kurtuluş öyküsü.”

Gir Kanıma oldukça oylumlu bir yapıt. İç içe geçmiş olaylar zinciri ve geniş karakter kadrosu, bu tür metinlerin içinde gezinmekten hoşlanan okurlara keyifli bir okuma süreci yaşatacak düzeyde. Romanı tekdüzelik batağına saplanmaktan kurtarmak isteyen Lindsqvit olay örgüsünü küçük parçalara ayırarak kurguladığı için okurken herhangi bir tökezlemeyle karşılaşmıyoruz. Yaklaşık yirmi günlük anlatı zamanının paralel sahneler şeklinde bölümlenmesi ve bu bölümlerin kimilerine ürperti, kimilerine kara mizah, kimilerine duygusallık yüklenmesi, yerinde bir seçim olarak göze çarpıyor. Yazarın tipik bir vampir romanından beklenmeyen yazınsal arayışlarda bulunması da dikkat çekici. Bu bağlamda, karakterlerin bilinçaltlarında oluşan ve italik harflerle yazılan cümleler romana büyük katkı sağlıyor. Ayrıca bazı bölümlerde hayallerle gerçeklerin, kâbuslarla yaşantıların el ele vermiş olması da gerilimi yükselten bir unsur. 

Olayların yaşandığı ortam da bu tür romanlar için gözden ırak tutulmaması gereken bir etken. Bu bağlamda, küçük bir İsveç banliyösündeki karlı, yarı karanlık, ıssız mekânlar romanı saran dehşet ve yalnızlık atmosferinin etkisini bir kat daha çoğaltıyor. Böylesine tekinsiz bir ortamda birbirlerinin yalnızlığına sığınan Oskar ve Eli arasındaki ilişkinin engebeli rotasında çok sayıda karakterin duygularına ve deneyimlerine tanıklık etmenin okuma sürecine hız kattığını eklemekte de yarar var.

Bütün bunların yanında Lindqvist’in roman karakterlerinin gelişimine harcadığı emek de ayrıca vurgulanmalı.  Çok sayıda ve birbirine yakın ağırlıkları olan yan karakterleri ortaya çıkarmak, aralarındaki ürkütücü ilişkileri aktarmak ve ruhsal çalkantılarını yansıtmak için kurduğu etkileyici cümleler, romandaki şiddet-dayanışma dengesinin pekiştirilmesine olanak sağlıyor. İki örnekle yetinelim:

“Aralarında bir sessizlik oldu; hastanelere özgü, yatağında yatan hasta ile başucunda bekleyen refakatçi arasındaki durumdan oluşan sessizlik. Kelimeler kısalır, gereksiz hâle gelir; sadece önemli şeyler konuşulur... Uzun süre bakıştılar. Kelimelerle anlatamayacaklarını bakışlarıyla anlattılar. Ardından Virginia başını çevirip gözlerini tavana dikti.” (s..456-457)

“Lacke cevap vermedi. Kelimelerin önce havada kalmasını istedi; ardından bir yerde toplanıp odanın etrafını saran kırmızı, büyük bir battaniyeye dönüştüklerini, odada süzüldükten sonra da üzerine serilip gece boyunca onu sıcak tutacaklarını hayal etti.” (s.460)

Sonuç olarak Gir Kanıma, geniş bir okur kitlesi üzerinde etki yaratabilecek bir kitap. Korku türüne ilgi duyanlara da, birbirini tetikleyen olaylar zincirinde polisiye tatlar arayanlara da seslenen yanları var. İngilizce ve İsveççeden yaptığı çevirilerle tanınan Yonca Mete Soy’un metni dilimize aktarırken eriştiği düzeyi ve böylesine kapsamlı bir romanda kusursuzluğa varan redaksiyon başarısını göz ardı etmek de büyük haksızlık olur.