Demokrasi mücadelesi tarihimiz, Amerikan futbolu kurallarının geçerli olduğu bir bayrak yarışından farksız oldu hep. Demokrasiye karşı olmakla suçladıklarını devirip iktidar...

Demokrasi mücadelesi tarihimiz, Amerikan futbolu kurallarının geçerli olduğu bir bayrak yarışından farksız oldu hep. Demokrasiye karşı olmakla suçladıklarını devirip iktidar bayrağını ele geçirenler, demokrasiye istinasız kastettiler ve yine demokrasi talebiyle devrildiler.

Abdülhamit’in istibdadını hürriyet talebiyle deviren İttihat ve Terakki, İstibdat Dönemi’ni mumla aratan politikalarından ötürü başka bir hürriyet hareketince tasfiye edildi.

Bu kısır döngü onlarca yıldır sürüyor.

Kuşkusuz ki “Tekerrür eden tarih değil insanların aptallığı.”

Peki, toplumun her kesimcince bunca yüceltilen bir değer olmasına karşın, niçin halen demokrasiye hasretiz?

Sahtekâr olduğumuz içindir, dersek herkes kızar herhalde. Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ya da insan hakları talebini nihai amacımız olan iktidar için birer araç olarak gördüğümüz için olsa gerek diyelim o halde. Oysa iktidarın, bunlar için yalnızca bir araç olduğunu hiç birimiz düşürmedik dilimizden.

Evet, kabul Türkiye solunun geniş bir kesimin de demokrasiye dair ciddi sıkıntıları var. Ama yine de mütevazılığı abartmayalım ki gerçek sanılmasın. Öz eleştiri yapabilme olgunluğunu gösterip yandaşlarına ve muhaliflerine göre bir adım ilerde olanların hakkını teslim edelim.

Bu anlamda solun milliyetçilerden ya da siyasal İslamcılardan fersah fersah ileride olduğunu söylemeliyiz. En azından bizler sıkça demokrasi konusunda samimiyetsizliklerimizi tartışıyoruz.Örneğin dinle olan ilişkimiz üzerine ne çok özeleştiri verdiğimizi bir düşünün. Ama ya karşı taraf? Politik duruşları üzerine eleştirel bir yaklaşımlarına şahit oldunuz mu hiç? Çünkü onların her değeri kutsal, tartışılmaz.

Ama sürekli soldan açılım bekliyorlar. Kaldı ki sol hiçbir dönem politikalarını hayata geçirecek bir zemin bulamadı, iktidar olamadı.

Bu yüzden yıllardır ülkeye yöneten sağın bir hilkat garibesinden farksız demokrasimizdeki vebali bizimkiyle kıyaslanamayacak kadar büyük.

Her gün bu tespitimize dair onlarca somut örnekle karşılaşıyoruz. İşte size sol gösterip sağ vuranların manipülasyonlarından bir örnek. Yeni Şafak’tan Hayrettin Karaman’ın anayasal haklarını kullanan sivil toplum örgütlerinin demokratik taleplerini bakınız nasıl bir mantık süzgecinden geçiriyor:

“Zorunlu din derslerini ne bu iktidar koydu ne de demokratik seçimle gelmiş başka bir iktidar. 12 Eylül darbesini yapanlar, başta komünizm tehlikesi olmak üzere o günün şartlarında gerektiren diğer sebepleri de göz önüne alarak bu dersi hem de Anayasa"ya koydular. Şu halde dersin kalkmasını isteyenlerin muhatabı iktidar değil, meclis olmalıdır.

Ayrıca bu dersin kaldırılması talebi insan hakları ve demokrasinin gereği de değildir.

Çünkü birçok batı ülkesinde zorunlu din dersi vardır. Aradaki tek fark, isteyen velinin başvurarak çocuğunu bu derse sokmama hakkının bulunmasıdır.”

Şimdi bu tespitin neresini düzeltelim. Bir defa Karaman’ın mantığına göre siyasal iktidar her türlü sorumluluktan muaf tutulmalı.

İkincisi ve daha da önemlisi yazarın demokrasi anlayışı. ‘Çocuğunun din dersi almasını istemeyen veli dilekçe versin’ diyor. Türkçesi: ‘Ayrımcılığa maruz kalmak istemeyen başvursun!’  ‘Aynısı Avrupa da var’ önermesinin üzerine bir şey söylemeye gerek bile yok sanırım.

Buram buram pragmatizm kokan manipülatif bir yazı.

Bu satırların sahibi yazarıyla demokrasi ortak müşterekinde bir tartışma yürütmek ve de uzlaşmak mümkün olabilir mi sizce?

Tahkikat Komisyonları gibi anti-demokratik icatların mucidi bu Demokrat Parti geleneği, yıllardır amorf bir demokrasi söylemiyle zihinleri bulandırıyor. Ne yazık ki, başarılı da oluyorlar.

Kafalar karışık.

Seküler bir siyasal rejimi, Allah’ın düzenine şirk koşmak sayanların ütopyalarına varan yolun taşlarını sırtlanmayanlar demokrasi karşıtı olmakla eleştiriliyor.

Demokrat sıfatına haiz olmanız için, ideolojik dayatmalarıyla uzlaşmanız, siyasal İslamın gündelik pratiklerinin meşrulaşması için çalışmanız şart.

Ne güzel söylemiş eskiler: “Akıl sükût etmiş” diye...

Bence artık bu cenahın edimlerimi ve söylemlerini demokrasinin ölçütleriyle değerlendirmekten vazgeçmeliyiz. Komik oluyoruz. Her şeyden önemlisi demokrasi talebinin içini boşaltıyoruz.

Eğer onlar da bu bağlamdaki eleştirilerimize maruz kalmak istemiyorlarsa, Vakit’in yaptığı gibi gazete binalarına bir pankart asıp açık açık ilan etsinler durdukları noktayı: “Var mısınız Şeriat’a” diye. Tutarlı bir biçimde ideolojilerinin gerekliliklerini yerine getiriyorlar der geçeriz.

Siz sağ biz selamet; tabii ki demokrasi de.

 

***

MEDYAZADE

29 Kasım’da Ankara’da yapılan miting öncesi epeyce kaygılıydım. Bıçak kemiğe dayanmış Sıhhiye Meydanı dolup taşar, moralimizi bozarlar, hızımızı keserler diye düşündüm. Bu yüzden eylemin başladığı ilk dakikalardan itibaren televizyonun başına oturup gelişmeleri dikkatle takip ettim.  İlk başlarda epey de terledim. Çünkü tam yüz bin kişinin toplandığını ilan ediyordu haber bültenleri. Coşkuyla, kol kola yürüdüklerini izledikçe tansiyonum da fırladı. Allah’ım dedim,  bir şeyler olsun, bitsin bu işkence. Yaratan o anda dualarımı kabul etti sanki. Kaldırım taşları havada uçmaya başladı! Hanıma yap bir kahve deyip arkama yaslandım. Etraftaki camlar çevreler indikçe keyfim daha bir arttı. İnanmazsınız onca yıl sonra bir dal sigara bile tüttürdüm. Buradan solcu bozuntularının bu büyük eylemini gölgelemeyi başaran tüm provokatörleri canı gönülden kutluyorum. Laf anlamaz söz dinlemez anarşik gençlerimiz, havadan nem kapan polislerimiz sizler olmasanız nice olurdu Ak Partimizin hali. Ellerinize sağlık.

 

***

...Diyor ki: “İnsan hakları yaşayan insanlar içindir, insan öldüyse ona çok fazla hak lazım olmuyor.” Cemil Çiçek

 

Çelik, TBMM Genel Kurul’unda 2007’den bu yana 19 kişinin polislerce öldürüldüğünü belirterek “Polis devleti miyiz, hukuk devleti miyiz” diyen Akın Birdal’ın konuşmasına yanıt veriyor. İşte AKP’nin insan haklarının politikasının özeti: “Ölen ölür kalan sağlar sağ mı?”