Bir insandaki en büyük erdemlerden biri “farklı olana saygı duygusu” diye düşünüyorum...

Bazı sıfatlar, büyük çoğunluklar tarafından paylaşılmış olumsuz yargılara mazhar olduklarından kimse onları üzerine kondurmak istemez. “Faşist”, “ırkçı” gibi kodlamaları bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Kendisine “faşist” ya da “ırkçı” denilmesinden gocunmayan herhalde oldukça küçük bir azınlıktır. Genelde bu sözcükler birer hakaret olarak algılanır. Birilerine böylesi markalar takmak bir çeşit şiddet uygulaması olarak görülür. “Milliyetçi” sıfatı, henüz böyle bir olumsuzlamaya işaret etmiyor. O, egosentrik ve başkalarını küçümseyici boyutundan öte “millet”e ait olanları sevme ve onlarla gurur duyma biçimiyle algılanıyor daha çok.
Politik tartışmalarda bu tip markalar hep cepte tutulur ve birilerinin yaptığı zararı işaret etmek ya da durumun vehametinin gerektirdiği bir ret için çıkarılır.

Bazen bu markalar tam olarak hak edilmese de faşizm ve ırkçılık kavramlarına içkin ideolojik duruşun açık ve kapalı göstergelerine bazı kişilerde sık sık rastlanıyor. Üstelik bazen böyle bir olumsuzluğu hiç de kondurmak istemediğimiz kişilerde... Gerçek demokratik kişiliklere sahip olmak oldukça zor zanaat.
Bazen hiç ummadığınız birilerinden hiç ummadığınız bir yaklaşım görürsünüz de kanınız donar ya; bundan söz etmek istiyorum aslında. Satır aralarındaki imalar ya da spontan biçimde ortaya çıkan tepkisel yorumlar masaya yatırıldığında, aslında bunların faşizm ve ırkçılık ideolojileriyle ne kadar akraba oldukları görülür. Sözü sarf eden, ne denli “ırkçı”, “ayrımcı” bir yaklaşım içinde olduğunun farkında bile değildir çoğu durumda. Bir başka “ırkı” aşağılamak olmayabilir söz konusu olan... Cinsiyetçilik, zenofobi, homofobi, sakatlara dair küçümseme, “uygar olmayana” duyulan ayaktakımı tiksintisi, elitist snobluk, güzel beden ırkçılığı ve daha da uzatılabilecek bir liste söz konusu olan...

Bir masada güzel güzel sohbet ederken bazen böyle bir ayrıntı ile sersemlerim; ortamı bozmamak için bunu karşıdakinin yüzüne vuramam ve içimde kalır. İnsanın içinde böyle bir “demokratik kişilik barometresi” ile dolaşması yorucu birşey.
Aslında, öyle “politik doğrucu” bir kişiliğim yok; hatta bazen sürekli tetikte duran bir politik doğruculuğun baskıcı hatta faşizan bir tutuma dönüştüğünü biliyorum. Ama bazen o kadar bariz bir ayrımcılık insanın yüzüne çarpıyor ki elinde olmadan sersemliyorsun.
Kıbrıslıtürk solunun “anti sömürgeci” olacağım diye saplandığı “yerleşik” düşmanlığı bir zamanlar böyle bir mecraya doğru yol almıştı. Neyse ki sonradan bir toparlanma oldu. Hele “yerleşikler”e dair Kıbrıslırum solundan gelen tutuma ne demeli? Hem yoksulların, ezilenlerin yanında olduğunu söylemek hem de ülkedeki en yoksulları bir gemiye doldurup geri göndermeye dair söylemlere girmek bir başka tuhaflık. Ancak “Kıbrıs Sorunu” ile izah edilebilecek bir tuhaflık.

Uygar olmayanlara dair ırkçılık ise soldaki şairlerin ve yazarların şiirlerine ve romanlarına bile girmiş durumda. Geçen gün sınıfta bir şiir çözümlüyorduk ve doğrusu yüzüm kızardı. Şehri işgal eden medeniyetten nasibini almamış barbarlara dair imgelerle doluydu şiir.
Kıbrıslıtürk’lerin ayrı bir edebiyatı var mı tartışması sırasında kendime dair “Türkofon Kıbrıslı” diye bir kimlik tanımında bulunurken yaşlıca bir Türkiyeli şair, beni söz becerisiyle mat etme keyfi içinde “Frankofon şairler vardır ve onlar zencidirler. Siz de zenci misiniz?” diye sormuştu. Ben de: “Değilim ama olabilirdim. Pek çok Kıbrıslıtürk Afrika kökenlidir.” demiş ve ünlü bir yönetmenimizi örnek vermiştim.
Yine bir masada güzel kız torunlarının adının Şiir ve Roman olduğunu söyleyen bir edebiyat eleştirmenine ünlü bir şairin “Roman” ne demek “Roman, Çingene demektir. Güzel bir ad değil bu” dediğini anımsıyorum.

Liste daha uzayabilir ve bunlar çok masum örnekler aslında.
Başörtüsü, kadın esaretinin bir simgesi olsa bile başörtülü kızlara yok edilmesi gereken bir takım böcekler olarak bakmak “faşizm”den başka neyle tanımlanır?
Hoşlanmadığımız, tasvip etmediğimiz hayat algılarını ezip geçecek miyiz?
Demokrat kişilik, biraz da ip üstünde yürümek gibidir. Karşıdakine özen ve incelikle yaklaşabilmek, empati duyabilmek, bizden farklı olanı kabullenmek önemli bir yetenek. Bir insandaki en büyük erdemlerden biri “farklı olana saygı duygusu” diye düşünüyorum...

Birileri birilerini küçümsüyor ya; kendisi gibi güzel okullarda okumadığı, yeterince “uygar”, yeterince “Batılı” olmadığı için; kendimi tutamıyorum böylesi durumlarda.
“Faşizm iki kişi arasında başlar” demişti Bachmann. Onu hayatın her alanında görüyoruz ne yazık ki. Oturduğumuz sofralarda, yürüdüğümüz yollarda, posta kutumuzda, hatta ruhumuzda.