Google Play Store
App Store

İlhan Uzgel, “Erdoğan yönetiminin şu anki koşullarda Rusya ile daha fazla yakınlaşma ihtimali ve imkânı bulunmuyor. Rusya ile olabilecek en yakın ilişkiler kurulmuş durumda" diyor.

Denge siyaseti kötü yürütülüyor

Y. Emre Ceren

Akademisyen ve yazar İlhan Uzgel’le geçen haftanın gündemini oluşturan Erdoğan’ın bir fiyasko haline gelen ABD ziyaretini, ABD-Türkiye ilişkilerini ve Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşma çalışmalarını konuştuk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ABD ziyaretinden tabiri caizse eli boş dönmesini nasıl yorumluyorsunuz? Biden tarafından söylenen otoktrat ifadesi, Temsilciler Meclisi’nin Ülkü Ocakları hakkında terör örgütü araştırmasını kabul etmesi ve ABD’li basın mensuplarının Erdoğan’a yönelik özgürlük ve demokrasi vurgusu yapması sizce yeni bir ABD-Türkiye ilişkisinin başlangıcı mı?
Biden yönetimi yalnızca Erdoğan’a değil, otoriter olarak tanımladığı bütün liderlerle mesafeli ilişki kurmayı tercih ediyor. Bu bağlamda Mısır lideri Sisi ve Suudi prensi M. B. Selman ile de aynı şekilde ya mesafeli ya da dolaylı ilişki kurdu. Biden seçim kampanyasından başlayarak demokrasi konusunu dış politikasının gündemine alacağını ilan etmişti. Yönetimi devralınca bunu doğrudan ve kapsamlı bir biçimde uygulamaya koymanın zorlukları olduğu ortada. Gerektiğinde rejim türünü göz ardı ederek bölgesel konularda işbirliği yapılıyor. Örneğin Erdoğan yönetimi Kabil Havaalanı konusunda ABD için elverişli bir planla gelince Biden NATO zirvesi sırasında görüşmeyi kabul etti. Ama temaslar bu tür spesifik konularla sınırlı kalıyor ve özellikle liderden lidere diplomasi yönteminin kullanılmasını ve ilişkilerin yakın görünmesini istenmiyor.

ABD şu anda darbe ya da geçmişte görüldüğü gibi sivil eylemler, toplumsal hareketler yoluyla iktidar değişimi öngörmüyor. Ne Türkiye ne de başka bölge ülkelerinde bu türden girişimlerde bulunmayacak. En azından şimdilik bunun işaretleri yok. Uzun süreli iktidar peşinde koşan otoriter liderlere karşı daha çok muhalif hareketlerin güçbirliği içinde olduğu geniş tabanlı siyasal oluşumlar günümüzde daha etkili oluyor. Macaristan’da Budapeşte belediye seçimleri, Türkiye’de belediye seçimleri ve İsrail’de Netanyahu’ya karşı muhalefetin birleşmesi bunun örnekleri.

Erdoğan’ın cami çıkışında ABD’nin tavrına karşı yaşadığı hayal kırıklığını ima etmesinin ardından Rusya’ya yönelik bir yakınlaşma mesajı oldu. Bu daha önce de yaşanmıştı. Sizce Rusya ile ABD arasına sıkışan bir Türkiye neyi amaçlıyor?
Erdoğan yönetimi tipik bir denge siyasetini kötü bir şekilde yürütmektedir. ABD ve Batı ile yaşadığı sorunları, oradan gelen baskıları Rusya’ya yanaşarak karşılamaya çalışıyor. Bu Türkiye’nin geçmişte denediği ve özellikle 1965-80 arasında çok daha etkili ve Türkiye’nin işine yarayacak şekilde kullandığı bir dış politika tercihiydi. Burada sorun, Rusya’ya yakınlaşmanın Türkiye’yi Batı ve ABD karşısında güçlendirmemesi, her iki gücün de Türkiye’ye bedel ödetmesi. Rusya bu yakınlık karşılığında S-400 satabildi. ABD bu yakınlıktan rahatsız olup, askeri işbirliğini Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a kaydırdı, Türkiye’ye yaptırım uygulamaya başlayıp F-35 projesinden çıkardı, parası ödenen 5 uçağa el koydu. Türkiye’nin politikası, denge politikası olmaktan çıkıp, iki büyük güce ödün vererek ve yüksek maliyetle savrulma politikasına döndü. Bölgedeki bazı ABD müttefikleri, örneğin Mısır, Suudi Arabistan da Rusya’yı dengeleyici olarak kullanıyorlar ancak onların bu türden bedel ödemeyen bir yolu tercih ettikleri ve daha kazançlı çıktıkları görülüyor. Reel politika açısından baktığımızda böyle bir dış politika izlenebilir ancak AKP yönetimi eli güçlü bir şekilde iki gücü birbirine oynamak yerine, içine düştüğü yalnızlık ve çıkmazdan kurtulmak için Rusya’ya yönelince, ABD de Rusya da bunun farkında olarak Türkiye için maliyeti yükseltebildiler.

Rusya İdlib’te yapılan anlaşmaya uyulmadığını öne sürerek bir süredir Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askerlerce gözlem altında tutulan bölgelerde ilerleyişini sürdürüyor. Hatta karşılıklı çatışma iddiaları da söz konusu. Soçi Zirvesi’ne de eli boş giden Erdoğan’ın böyle bir ortamda Rusya ile yakınlaşması olası mı?
Erdoğan yönetiminin şu anki koşullarda Rusya ile daha fazla yakınlaşma ihtimali ve imkânı bulunmuyor. Bir NATO üyesi ve Batı sistemine iktisadi ve finansal olarak bağımlı bir ülkenin lideri olarak Rusya ile olabilecek en yakın ilişkiler kurulmuş durumda. Bundan sonrası artık Türkiye’nin yön değiştirmesi anlamına gelir ki, Erdoğan bunu göze alamaz, Batı’dan ve ABD’den gelen baskıyı kaldıramaz. Diğer bir deyişle, Erdoğan’ın denge politikası sınırlarına çoktan ulaşmış, ABD açısından S-400 alımıyla aşmış durumda. Halihazırda Rusya ile yeterince sorun da bulunmakta. Libya’da Türkiye Trablus hükümetini desteklerken Rusya Hafter güçlerine destek veriyor. Suriye’de hem Esad iktidarı, hem İdlib hem de Rojava konusunda her iki ülke karşıt pozisyondalar ve en sorunlu alanı oluşturuyor. Yine çok gündeme gelmese de Rusya, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs’a daha yakın durdu. Bu koşullar altında daha fazla yakınlaşma mümkün görünmüyor. Ama Putin, Erdoğan gibi hem tarz olarak rahat anlaşabildiği, kendi yönetim anlayışını Türkiye’de uygulayan dolayısıyla ona uzaktan destek olan, yarattığı açıklar nedeniyle S-400 almak zorunda kalan başka bir siyasal aktör bulamaz. O yüzden Erdoğan’ı gözden çıkarmak yerine, onu ABD ve Batı ile sorunlu bir çizgide tutmayı tercih ediyor. Son noktada Erdoğan’ın yaptıklarını, Rusya’nın dış ve güvenlik politikasıyla uzlaşmasa da tolere ediyor.

Sizce ekim sonunda gerçekleşeceği söylenen Biden ile Erdoğan’ın başbaşa görüşmesinden ne gibi sonuçlar çıkar?
Bundan sonra, Ortadoğu’da Türkiye’nin doğrudan katkısını gerektirecek bir gelişme olmazsa, ikili ilişkilerde bir yakınlaşma olmaz. Bu koşullar altında herhangi bir Biden-Erdoğan görüşmesinden somut bir sonuç çıkmaz. Erdoğan yönetimi, Biden’ın dış politikada ve Ortadoğu yapmak istediği herşeyin tersini temsil ediyor. Dış politikada askeri araçların daha az kullanılması, müttefikler arasında uyum, İsrail ile uzlaşma, çatışma dinamiğinden kaçınılması, içte demokratikleşme, kadınlara siyasette daha geniş yer açılması. Her ne kadar Erdoğan ve çevresi ABD politikasındaki bu dönüşümün farkındaysa da, içte demokratikleşmeye dair adımlar atmakta hem isteksiz hem de toplumsal muhalefetten çok çekiniyor, dışta ise BAE, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail gibi ABD müttefikleriyle ilişkileri yeniden düzeltme konusunda söz konusu ülkeler isteksiz. Erdoğan yönetimi de bu ilişkileri doğrudan düzeltecek adımlar atmak yerine, göstermelik alt düzey girişimlerle yetiniyor.

Bu yüzden ekim ayında bir görüşme olsa bile buradan ilişkilerde derin bir kırılma yaratacak dönüşüm zor görünüyor.