“Size anlatmak istediğim daha gizemlidir, varlığın köklerine, duyuların ele gelmeyen kaynağına karışmıştır” cümlesini J. Gasquet...


“Size anlatmak istediğim daha gizemlidir, varlığın köklerine, duyuların ele gelmeyen kaynağına karışmıştır” cümlesini J. Gasquet, Cézanne’ı tanımlarken kullanır. Yaşamının son dönemine kadar kabul görmeyen ve zamanının birçok sanat eleştirmeni tarafından ‘beceriksiz’ bir ressam olarak tanımlanan Paul Cézanne, sanat anlayışıyla 20. yüzyıla yeni bir pencere açarak, resim sanatındaki kökten değişimin tek başına öncüsü sayılabilir.
Cezanne ‘Resim, bir meslek değil, yazgıdır’ diyordu…
Ressam, arkadaşı Pissaro’nun itişiyle, izlenimcilerin (1974)  grup sergisine katılır, ama daha o yıllarda bile resmin bu grupla bağlantısı tartışma götürür bir boyuttadır. Bin sekiz yüz yetmiş yedideki sergideyse, Cézanne’ın onaltı suluboyası yer alır. Ama bu serginin hemen arkasından Paris’i terk edecek ve Aix’e kapanarak ‘münzevi’ bir yaşamı sürdürmeyi tercih edecektir. Bundan böyle resimleri için uygun bir ortam oluşturacak ve görsel izlenimin alışılmış bütün kurallarından koparak, kendi resmini kuracağı bütün malzemeyi orada bulacaktır. Cézanne’ın günün ilk ışıklarıyla başlayarak sürekli çalıştığı bu dönem, sanatını temel oluşumları açısından da önem taşır. Tuval üzerine koyduğu her tuşun, atmosferi, ışığı, karakteri yansıtıcı değerlerle yüklü olmasına özen gösterir. Sürekli olarak aynı yörelerin peyzajını aktarır resimlerine. Doğa, Cézanne için çok karmaşık bir ilişkiler yumağıdır; bu yumağın resim yoluyla çözülmesi gerekir. İstediği ve beklediği sonucu almak için aynı resim üzerinde, yorulup bıkıncaya kadar direnir, sonuç alamazsa bundan doğan öfkesini dışa vurmaktan çekinmez. Estaque’de, sonradan hayatını birleştireceği Hornese Fiquet, ressama modellik yapmaktadır.
Cézanne’ın yazgısını belirleyen tarih, 1860’ların sonu 1870’lerin başına denk gelir.. Cézanne bu sergiye, Manet’e bir saygı işareti olarak, ‘Modern Olympia’sını verecektir.  Eşinin dışında yaptığı portre çalışmalarının tümü erkekler üzerinedir. Tek bir portre üzerinde, kimi zaman 150 seans gibi uzun bir çalışmayı göze aldığı olur. Ölüdoğa resimleri de bu dönemden başlayarak etkisini duyurmaya başlamıştır. Şişe ve meyve tabaklarının dengesiz biçimde yerleştirildiği, oransız ölçüler çinde yer aldığı, dolgun ve iri meyvelerin, masa üzerinde düşecekmiş gibi durduğu olağanüstü güzellikteki bu resimlerle, Cézanne, resminin biçimsel çatısını iyiden iyiye kurmuştur artık. Geleneksel perspektif kurallarının dışlandığı, nesnenin bir değil, birkaç açıdan görüldüğü bu resimlerle, kübizmin ayak sesleri iyiden iyiye duyulmaya başlar.
Peyzajlarda tek konu, artık Estaque değildir. Sainte- Victoire ve çevresi, Chateau-Noir, Bibemus kayalıkları, Tholonet yolu, onun gençlik kaçamağı yaptığı  bütün bu yerler, peyzajının belirleyeceği göstergeleri olacaktır. Resmine özgü bir ‘mimari’ biçimlenmektedir. Cézanne’ın doğa resimleri insandan arındırılmıştır, mutlak bir sessizlik hakimdir. Kendi deyimiyle doğa ona yönelmektedir ve o doğanın bilincidir. “Resmetmek, renkli duyumları kayda geçirmektir. Çok sayıdaki ilişkiler arasındaki uyumu yakalamaktır aynı zamanda. Bütün bunları, özgün ve yeni bir mantık içinde düzene sokmaktır.”
Cézanne resmi, bir ‘denge’ resmidir; özellikle natürmortlarında çok net olarak görülebilen ‘simetri’ veya ‘dualite’ veya ‘eşleştirme’ olarak nitelendirilebilecek her figürü, objeyi, konturu, renk lekesini resmin bütünlüğünü gözeterek gerçekleştirmek, ‘boyamak’ ressamın önde gelen kaygısıdır.
Bir peyzaj noktasının karşısında yüz güne varan sürelerde doğa, tuvali ve kendisi ile başbaşa kalan bir insanın mükemmellik arayışında kendi deyimi ile uzun çalışma süreçlerinden sonra doğa ile kendisinin gerçekleştirmeye çalıştığının, başarılı olabilirse bir noktada ‘el sıkıştıkları’ tabiri ‘simetri’nin ve ‘doğa ile denge kurma’ nın en güzel anlatımlarından birisidir.