Devletin köylere sağlık hizmeti götürme politikasında tek başına gönderilen ebelerle ilgili iyimser bir hikâye Derman. Çünkü bu dönemde ebeler yolu olmayan, eğitimi olmayan köylere ideal duygularla geldiler, buralarda devletin desteğinden yoksun, genç bir kadın olarak nice zorlu ve dramatik durumlar yaşadılar.

Derman filmi üzerinden ebeliğe bakmak

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni

Bugünlerde Mubi’de gösterimde olan Osman Şahin’in öyküsünü yazdığı Şerif Gören’in yönetmenliğini üstlendiği Derman filmine atıfla Türkiye’de geçmişten bugüne ebelik eğitimi ve ebelik mesleğinin geçirdiği süreci sağlık sistemindeki özelleştirme politikaları ile birlikte değerlendirmek gerek. Filmde devlet yatılı okulunda meslek eğitimini tamamlamış yeni mezun ebe Mürüvvet’in (Hülya Koçyiğit) mecburi hizmetle tayin olduğu köye gitmek üzere bindiği köy minibüsündeki yolculuğu kar ve tipi nedeniyle kesintiye uğrar. Mürüvvet kar kalkana kadar geçici olarak bir köyde muhtarın evinde kalır. Kaldığı köyde kanun kaçağı Şehmuz (Tarık Akan), muhtarın oğlu Tahsin (Talat Bulut) ve komşu köyün ağasına kadar etrafını saran erkeklerin yer aldığı bir ortamda görev yapmak zorundadır.

1983 yılında Antalya Altın Portakal’da en iyi ikinci film, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi film müziği ve 1984 Karlovy Film Festivali’nde Fibresci ödüllerinin sahibi olan Derman’ın hikâyesi, bir yandan Türkiye’de taşrada yaşayan insanların zorlu koşullarına, öte yandan yatılı meslek okulundan yeni mezun olup, elinde sadece bir enjektör, iki klemp, bir makas, bir tansiyon aleti, sınırlı sayıda kanama dindirici ve ağrı kesici ilaçların olduğu ebe çantasıyla taşraya gönderilen bir genç kadının, insan hayatı gibi önemli bir sorumluluğu yüklenerek farklı bir kültürel ortamda, farklı yaşam dinamikleri içinde var olma zorluğunu ortaya koyuyor. Bu haliyle bakınca devletin köylere sağlık hizmeti götürme politikasında tek başına gönderilen ebelerle ilgili iyimser bir hikâye Derman. Çünkü bu dönemde ebeler yolu olmayan, eğitimi olmayan köylere ideal duygularla geldiler, buralarda devletin desteğinden yoksun, genç bir kadın olarak nice zorlu ve dramatik durumlar yaşadılar. Ne varki böylesi zor koşullarda bir mesleği tek başlarına yürütmek zorunda kalan ebelerin yaşamları sinemada fazla yer bulmadı. Bu nedenle Derman bir köy ebesinin yaşamı özelinde bir dönem Türkiye’de sağlık politikaları ve sağlık eğitiminin nasıl olduğuna ilişkin önemli bir görsel arşiv niteliğinde. 

Bugün devletin sağlık politikaları özelleştirme odaklı ve köklü devlet hastaneleri, doğumevleri kapatılarak şehir hastanelerinde tüm bölümlerin toplandığı bir sisteme geçiliyor, özel ve vakıf hastaneleri ve tıp merkezlerinin sayısı hızla artıyor, her biri kendi eğitim kurumlarını açıyor. Böylece genelde insan sağlığı özelde ise kadın ve çocuk sağlığı sağlık endüstrisinin kârlı bir alanı haline getiriliyor. Oysa bilgi ve teknolojinin olanakları gibi, hem teorik hem pratik alanda eğitilmiş sağlık personeli ve devletin yatırım yapacağı koruyucu sağlık hizmetleri uygulamaları ile sağlıklı bir toplum hedeflemek mümkünken insanın müşteri olarak tanımlandığı bir sağlık sistemi öne çıkarılıyor. 

Koruyucu Sağlık Uygulamaları ve Ebelik Mesleğinin Önemi  

1961’de 224 sayılı sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasası Nusret Fişek’in öncülüğünde evde ve ayakta tedavi sağlayan, en ücra köylere kadar yayılan bir örgütlenme modeli olarak kabul edildi. Böylece koruyucu hekimlik hizmetlerinin en önemli taşıyıcıları olacak ebelik mesleği daha bir önem kazandı. Bu yasa kapsamında “herkese, her yerde ve her zaman” sağlık hizmeti anlayışı ile insan sağlığı bütüncül bir yapıda ele alınmaya başladı, “sağlık alanına yatırım” artırıldı ve Türkiye’nin en ücra köylerine kadar sağlık ocağı, sağlık evi, temel sağlık hizmetleri merkezleri kurularak, bu hizmetlerin yürütülmesinde alanda nitelikli eğitimler almış ebeler görevlendirildi. Ebelerin görevleri; ev ziyaretleri yapmak, sağlık alanında danışmanlık, aile planlaması, gebelik takibi, 0-6 yaş grubu çocukların izlenmesi, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve düzenli aşılamaların yapılması, doğum öncesi bakım, doğumunun sağlıklı ve hijyenik olarak gerçekleştirilmesi, riskli gebeliklerin tespiti ve tam teşekkülü hastaneye nakilleri, kronik hastalıkların izlenmesi, doğum/ölüm gibi istatistiki bilgilerin düzenli olarak kayıt altına alınması, yaşlı sağlığı ve temel sağlık desteğinin ulaştırılması, çocuk ve anne ölümlerinin azaltılması yanında hizmet götürdüğü bölgeyi, toplumu tanımak, sağlık ölçütlerini değerlendirmek, ona göre olası sorunları önceden tespit ederek çözüm önerileri geliştirmek gibi koruyucu hekimliğin ön planda olduğu bir hizmetin yürütülmesini kapsıyordu. 

1980lerde yeni liberal politikalarla temeli atılan 1990’larda ivme kazanan sağlık alanında sosyalleştirilme yerini özelleştirmeye bıraktı. Yeni sisteme uygun olarak temel sağlık hizmetleri merkezleri, sağlık ocakları ve sağlık evleri kapatıldı, aile hekimliği uygulamalarına geçildi. Aile hekimlerinin her birinin üzerine kayıtlı kişi sayısına bağlı olarak ücretlendirilmeleri, performans sistemi ve sözleşmeli olarak çalışmaları ile birinci basamak sağlık hizmetleri de yarı özelleştirildi. Bireysel ve insani çabalarla sağlık hizmetlerini yürütmeye çalışan kurumlar ve çalışanlarını dışarda tutarak, sağlık hizmetleri alınan/satılan bir yapıya dönüştürüldü, bu da topyekûn insan sağlığı için bir tehlike arz ediyor.   

Dünden Bugüne Ebelik Eğitimi 

Türkiye’de tarihsel olarak ebelik eğitimine bakıldığında ülkenin sosyal, politik, ekonomik koşullarla birlikte sürekli kendini yenileyen bir yapı sergilediği görülür. Önceleri köy, kasaba ve kent mahallelerinde kendi kendini yetiştirmiş ya da usta bir ebenin yanında doğum yaptırmayı deneyimlemiş kadınların yürüttüğü ebelik mesleği 1892’de ilk doğumevinin kurulması ve 1909 yılında ilk ebelik okulunun açılması ile kurumsallaşmaya, cumhuriyetin ilanıyla da ebe okulları tıp fakültelerinin bünyesinde eğitim vermeye başlamıştır. 1924 yılından sonra önce 2 yıllık yatılı okullar açılmış, 1928’de diplomasız ebelerin doğum yaptırmalarını yasaklayan bir yasa çıkarılmış ve 1961’de doğumevlerine bağlı ortaokul düzeyinde 3 yıllık yatılı okullar, 1975’te dört yıllık sağlık kolejleri, 1978’de ise 4 yıllık sağlık meslek liselerinde ebelik eğitimi verilmeye devam etmiştir. Ebelik eğitimi 1997-98’de lisans, 2000’li yıllarda lisasüstü, 2013’te ise doktora düzeyinde verilmeye başladı. 2014 yılında devlet yatılı sağlık meslek liseleri kapatıldı ve ebelik eğitimi özel ve devlet üniversitelerinde lisans ve lisansüstü düzeyde devam ederken, sağlıkta özelleştirme eğitim alanında da yaygınlaştı. Bugün ebelik alanında eğitim veren 70 civarında lisans programı ve 67 bin kadar ebe var ancak ebelerin görev ve yetki alanlarının sınırları fizyolojik bir süreç olan doğumun medikalleşmesi ile silikleşiyor. Çoğu zaman herhangi bir endikasyon olmadan dahi fizyolojik bir süreç olan doğum yerine sezaryene başvurulabiliyor ve bunun sonucu olarak bugün Türkiye’de sezaryenle doğum oranı %60ların üzerine çıkmıştır. Oysa insanlık tarihi kadar eski ve koruyucu sağlık hizmetlerinin en önemli bileşeni olan ebelik kadın, çocuk ve aile sağlığını korumak ve daha iyi koşullarda onların yaşamlarını sağlamak adına etkin rol üstlenen bir meslektir ve günümüzde “her zaman olduğundan daha fazla ebelere gereksinim vardır” anlayışı ile ebelik mesleğinin gelişmiş ülkelerde korunduğu, önemsendiği ve Unesco tarafından çok yakın bir zamanda insanlığın somut olmayan kültürel miras listesine aldığı bir süreçte, bizde mesleğin bugüne kadarki kazanımlarını kaybetmekte olması düşündürücüdür.  

Yararlanılan Kaynaklar 

Ümmühan Yücel; R. Özdemir; M. Türk; Ş. Taner (2013). Aile Hekimliği Birinci Basamak Sağlık Ortamını Nasıl Dönüştürdü? Zeliha Öcek, Meltem Çiçeklioğlu (ed.). Türk Tabibler Birliği Yay. Ankara. 

Şankazan, Şükran; A. Yıldız (2002). “Ankara İli Deliler Köyündeki Evli Erkeklerin Aile Planlaması ile İlgili Bilgi, Tutum ve Davranışları”, Cilt 55(1). Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi Mecmuası.  

Gökçen Beyinli. “Ebelik”, www.feministbellek.org