BirGün Pazar’a konuşan Elçin Poyrazlar “Siyaset artık bizim bildiğimiz ya da bizim neslin bildiği anlamıyla işlemiyor. Çok farklı bir zeminde işliyor. Hem bir gazeteci hem de bir vatandaş olarak bundan büyük bir rahatsızlık duyuyorum” dedi.

Devlet-tarikat-ticaret üçgeni Çıplak Kalp’te

Sercan Meriç

Gazeteci-yazar Elçin Poyrazlar, yeni polisiyesi Çıplak Kalp’te komiser Suat Zamir’i tarikat ve ticaret çarkında dönen suç denkleminin içine sokuyor.

Türkiye’de son yıllara damga vuran tarikat ve suç ilişkisini romanında ele alan Poyrazlar ile hem Çıplak Kalp’i hem de Türkiye’de tarikat, bürokrasi ve ticaret üçgeninde yaşanan çürümeyi konuştuk…

Son romanınız Çıplak Kalp’in başkarakteri Suat Zamir’den başlayalım… Nasıl doğdu bu karakter?
Çocukluktan beri polisiye hastası olan bir okurum. Polisiye de şunu eskiden beri fark ediyorum. Genellikle erkek yazarlar ve kahramanların çoğu da erkek. Amerika’daki sert erkek polisiyelerde kadınlar genellikle kurban pozisyonunda ya da baştan çıkarıcı olarak resmediliyor. Bir okur olarak ve kadın kimliğine sahip çıkmaya çalışan bir feminist olarak bundan rahatsızlık duymaya başladım. Tabii ki son dönemde bir kadın polisiye yazar ve karakter furyası var. Yerli edebiyatımızda kadın karakterler genellikle yan karakterler oluyor. İlk kitabımda da karakterim gazeteci bir kadın kahramandı. O da bir amatör dedektif sayılıyordu. Sonra farkına vardım ki amatör dedektiflerin sınırları oluyor ve bazı şeyleri zorlamak gerekiyor. Acaba bir kadın polis olsa, bir taraftan da idealist tarafı olsa, bugünün Türkiye’sindeki suçları çözmeye çalışsa, nasıl olurdu diye düşündüm ve ortaya bir kadın polis komiser çıktı: Suat Zamir... 

Çıplak Kalp, Türkiye’de tarikat-ticaret-devlet ilişkisini ele alıyor. Konuları nasıl ele aldınız? 
Güncel polisiye yazdığım için Türkiye’deki suçlardan besleniyorum. Türkiye’de son dönemde müthiş bir suç dalgası var. Çok üst düzeylerde işleyen suç dalgası var. Neredeyse herkesin gözünün önünde açık açık işlenen suçlar var. Zaten son romanlara baktığımızda da tarikat, devlet, mafya, çocuk istismarı, kadın cinayetlerini görüyoruz. Geriye dönüp baktığımızda bu dönemin Türkiye’si bunları anlatıyor olacak bize. Kitaptan bahsetmek gerekirse; Suat Zamir siyasi nedenlerle çocuk şubeye sürülüyor ve takkeli, dinî tarikatta yetişmiş gibi görünen bir çocuk ofise geliyor ve diyor ki, "Babamın kalbi kutuda eve geldi." Suat’ın ilgisini çekiyor tabii böyle bir şey söylemesi… Paralel hikâyede de iktidarın gözbebeği bir müteahhit ortadan kayboluyor. Suat Zamir’in çocuk soruşturmasını sürdürmesini istemeyen odaklar da var. Suat Zamir inat ediyor. İki soruşturma bir noktada birleşiyor ve biz aslında büyük suçların dizayn edildiği, büyük insanların karıştığı, ancak çok basit ve çaresiz görülmeyen insanların da adalet için savaştığını görüyoruz. Bugünün Türkiye’sini görüyorum arka planda. Polisiye bugün artık toplumcu gerçekçi romanın işlevini üstlendi. Postmodern edebiyattan sonra topluma çok yakından bakan romanlar pek de yok. Polisiye ya da suç edebiyatı böyle bir işlev görüyor. 

Gazeteci olarak da yıllardır bu meseleleri kaleme aldınız. Ne değişti kısa zamanda Türkiye’de suç ilişkileri açısından?
Siyaset artık bizim bildiğimiz ya da bizim neslin bildiği anlamıyla işlemiyor. Çok farklı bir zeminde işliyor. Hem bir gazeteci hem de bir vatandaş olarak bundan büyük bir rahatsızlık duyuyorum. Ama şunu da görüyorum. Polis içindeki kaynaklarım sistemin getirdiği cezasızlık kültüründen, liyakatsizliğin olmasından, adaletsizlikten rahatsız. Eğer gerçek adalet yoksa insanlar adaleti sağlamak için kendi başlarına hamle yaparlar. Bu da çok tehlikeli bir şey. Bu da bir kabileciliği öne çıkarır. Hukuk buz gibi olmalıdır. Herkese eşit mesafede durmalıdır. Fakat burada işte belli gruplar, belli odaklar, belli zümreler, belli çıkar ilişkileri ve müthiş bir para akışı olduğu için her şey birbirine giderek karıştı ve tek bir parti devleti üzerinden yürütülen bir hukuk ortaya çıktı. Sonuçta pek çok insanın, en azından Türkiye’nin yüzde 50’sinin çok büyük rahatsızlık duyduğu bir durumla karşı karşıyayız. Benim de elimden yazmak geliyor. Bazen kurgu metinler, gerçekleri daha iyi anlatabiliyor.

Kitapta tarikatların işleyişine dair de bir panorama çiziyorsunuz. Söz konusu tarikatlardaki skandallarla ilgili haber yaptığımızda “Derdiniz tarikatlarla değil, İslam’la” şeklinde enteresan tepkilerle de karşılaşabiliyoruz. Tarikat meselesi kitapta nasıl yer alıyor? 
Siyasal İslamcılar her zaman çok mağdurdur, biliyorsunuz. En ufak bir hukuki ya da başka bir eleştiri getirseniz hemen “İslamofop” olursunuz. Bu çok kolaycılıktır aslında, çünkü aynı zeminde tartışmayı da engeller. Böylece kendilerini çok daha ulvi ve erişilmez bir noktaya ulaştırırlar. Ben “Bugün Türkiye’de çok para kazanmak istesem, ne yapmam lazım?” diye düşündüm. Ben genelde romanlarımı bir soru üzerinden kurarak ilerliyorum. 

Suat Zamir’e de romanda bu soru soruluyor…
Evet… Ne yaparsınız? Mafyaya girersiniz, tefeci olursunuz, suç örgütü kurarsınız ya da tarikat kurarsınız. Şimdi bugün baktığınızda Menzil tarikatının neredeyse şubeler açarak, holdingler üzerinden geliştiği bir sistemde bunlara artık, “Dinî bir işlevi, ruhani bir işlevi karşılıyor” demek safça olur. Nedir bu gruplar? Bunlar para ve iktidar denkleminde kalmaya çalışan, para varsa iktidar var, iktidar varsa para geliyor şeklinde davranan ve holdingleşen yapılar. Her servetin altında mutlaka bir sahtekârlık yatar. Tarikatların bu tür yapısı var artık. Devlet ve diğer suç örgütleri ile iç içe geçmiş durumdalar. Sadece dinî değerler ve kaygılarla davrananlar vardır belki… Ama bizim önümüze gelenler çocuk istismarı, kadın istismarı, para akışı, silahlar, uyuşturucu belki… O kadar çok suçla ilgili emare var ki! Kitapta da Sabi Tarikatı çocuk istismarı üzerinden kendine sermaye bulmaya çalışan bir yapı. Bu bir suç çetesi. Araştırmalara bakarsınız çok küçük bir kısım dışında, çoğu insan tarikatların kendi ve parasal çıkarlarını korumak için hareket ettiğini düşünüyor. 

Suat Zamir’in mücadelesi ekseninde okura vermek istediğiniz mesajı nasıl tarif edersiniz?
Herkes bana sen kara roman yazıyorsun diyor ama benim romanlarımın hepsinde bir ümit ve direniş var. Suat Zamir oldukça romantik bir karakter, çünkü kaybetse de mücadeleye devam ediyor. Bu kitap için şunu söyleyebiliriz; bir kişiyi bile kurtarsan buna değer… Bir taraftan adaleti sağlamakla görevli birisi Suat Zamir. O saf anlamıyla polis. Ama diğer polisler siyasetçi. Oradaki farkı da göstermeye çalıştım. Elbette ki hiç ümit kesilmez. Bizim gibi ülkelerde 15 dakikada bile bambaşka şeyler olabilir. Suat Zamir’in hikâyesi devam edecek.