Geçen hafta, Türkiye sanki kozmik bir dokunuşla, zaman-zemin- gerçeklik koordinatlarını kaybetmiş gibiydi...

Geçen hafta, Türkiye sanki kozmik bir dokunuşla, zaman-zemin- gerçeklik koordinatlarını kaybetmiş gibiydi...

Yeni devir, yeni dönem, Yeni Türkiye gibi “piyasa-şirket” yenilik terminolojisinden arak sloganlarla lanse edilen “tarihin ayağa kalktığı” iddiası anında “tarihsizleşme” bariyerine çarpıp dağılıyordu...

Herhalde, metodolojik mukayeseli düşünüm gerektiren tarih disipliniyle başı nahoş ilişkimiz, “seçilmiş cumhurbaşkanı ve onun atadığı yeni başbakanı” elele  görünce, kapı açar gibi “tarihi devir” açmakta tereddüt etmiyordu... 

Ama heyhat ! Tarih öyle tıka basa “yerli medeniyet romantizmi, 2000 yıllık ecdat dirilten lirik belagat ve  zaman AVM’sinden hızla derdest edilmiş İslami sembolizm” yüklü “ihtiraslı” metinlerle değişmezdi...

Küresel kapitalizmin taşeron tedarikçi “çevre ülkesi” Türkiye’nin mali piyasalara sıkı sıkıya bağımlı neoliberal-rant ekonomisi ve ithal tüketimle kamçılanan “büyüme fenomeninden” çıkacak “yerli medeniyet” olsa olsa güncel bir nükte olurdu...

Kalkınma hızını “biriktirdiği güvencesiz işli-işsiz nüfusuyla” hesaplayan ve küresel sisteme “en maliyetsiz ucuz emek piyasasını” kurmaya ahdetmiş siyasi iktidar’ın “İslamileşen yeni paradigma sıçraması” da yalnızca yoksulların İmam Hatip ve Meslek Lisesi çıkışlı  çocuklarıyla genişletilmiş “Küçük Asya Müslüman İş piyasasına” karşılık gelirdi...

Ayrıca 17 ve 25 Aralık yolsuzluk dosyalarını, hamasi metafizik “milli irade” kavramında eriterek, hukuk ihlallerini “oldu-bittiye” getirip telaşla Çankaya’ya çıkan yeni Cumhurbaşkanı “tarihin yönünü” değil, “gerçeklerin yönünü” ancak geçici olarak değiştirebildiğini yine zaman içinde görecekti...

Elbette Türkiye’nin Mezopotamyam’daki “tarihi derinliğini” cihatçı katil çetelere lojistik destekle “deneyimleyen” yeni Başbakan da “krizdeki Batı alemine alternatif İslam medeniyetini” feyzle öne çıkartıp, durumdan “aşırı” fikriyat üretiyordu...

Oysa, siyasi iktidar’ın güney sınırlarımızda inşa ettiği “Sünni medeniyet duvarı”; küresel sistemin Ortadoğu’yu “neoliberalizasyon operasyonunda” yarattığı yeni nesil, “cani-mahlukat”  IŞID’den kaçan Ezidi, Kürt ve Şii Türkmenlere geçit vermiyordu...

3 aydır 49 vatandaşımız ise, bölgede 50 bin kilometre kareyi kontrol eden her gün milyon dolarlık petrol geliri olan IŞİD’ın elinde “devlet sırrı-rehinelere” dönüşmüştü...

Yeni Başbakan “Kadim kardeşlik coğrafya kubbemizi” çın çın selamlarken, yanı başımızda  21.yüzyılın en büyük kültürel insani yıkımına ve zorunlu göçüne kulaklarımızı tıkayıp “restorasyon ve resepsiyon” salınımında tarihsizleşiyorduk..
Şehirlerimizde lümpenleşen ırkçı linç kalabalıkları Suriyeli mülteci temizliğine girişmişti bile...

Suriye sınırında çöken emperyal heves “tampon bölge” senaryosunun üzerinden geçen üç buçuk yıl sonunda, linççi “öfkeli vatandaş” profili “hırsız, ahlaksız, dilenci Suriyeli hıncını” taşlı,sopalı kundakçı saldırılara taşımıştı...  

Yurtsuz, mülksüz Suriyeli mülteciler ağlayarak üç parça eşyasını arabalarına yükleyip “bilinmezliğe” doğru kaçarken, Suriyeli çocukların korkulu gözlerinden yansıyan “Yeni Türkiye’yi” seçebiliyorduk..

İlaç bulamayan, kanlı ishal ve susuzluktan kuruyan bedenleri toprağa yatırılan Ezidi bebeklere her saat başı “mezarlık olan”milli toprağımız gibi seçebiliyorduk...

Hakikaten, 12-13 yaşındaki satılık Suriyeli kız çocuklarına paralı “müşteri”, yoksul Suriyelileri yarı fiyata “işveren” cenneti vatanımızda “hangi devir kapanmıştı” şimdi?