Google Play Store
App Store

Kuşkusuz AKP’nin geride bırakılması çok önemlidir. Ancak bu da AKP’ye muhalif toplumsal çevrelerin taleplerini öne koyarak mümkündür.

Devrimci demokratik Cumhuriyet için cesur bir adım gerekli

İlda Alçay Sepetoğlu

Cumhuriyet’in 98. yılı, tarihinin en kaotik dönemlerinden birine denk geliyor. Özellikle son yıllardaki büyük altüst oluşların akabinde, politik olduğu kadar sembolik önemi de yaşamsal, bir de seçim sürecindeyiz. Tabii bunları yazarken dahi insan düşünmeden edemiyor. Hangi Cumhuriyet’in yıldönümünü kutluyoruz? 20 yıldır adım adım inşa edilen siyasal İslamcı rejim zaten bildiğimiz anlamda Cumhuriyet’in sonunu getirmemiş miydi? Peki önümüzdeki seçim nasıl olacak? Hangi ilkelerle yola çıkılacak? Kimi, ne için oylayacağız? Faşizm sandık başında sonlanır mı? Bu sorulara bir de güncel toplumsal ve ekonomik bunalımı, art arda gelen siyasi krizleri ekleyebiliriz.


Gidişat belli. 20 yıllık AKP iktidarı, hem içerideki son vurgun kavgalarından çıkan; hem oy tabanındaki erimeye paralel, içinden çıkamadığı meşruiyet kriziyle beraber, her gün biraz daha sona yaklaşıyor. Çözülen iktidara mukabil, muhalefetin safları ise sıklaşıyor. Örneğin geçtiğimiz hafta, Deva ve Gelecek partileri de Millet İttifakı’nda yer alacaklarını açıkladı. Herkeste bir telaş… AKP sonrasına hazırlıklar hız kazanmış görünüyor.

“AKP sonrası”na hazırlık, içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel sürecin itici gücü. Siyaset, ekonomi, uluslararası ilişkiler, bölgesel krizler ve hatta uluslararası akademi çevreleri dahi beklenen kırılmaya dair şimdiden planlar hazırlıyor, analizler yapıyor ve öngörülerde bulunmaya çalışıyor. Bununla birlikte kavram, doğası itibariyle, sınırlı ve zoraki bir muhalefet gerçekliğini içinde barındırıyor, ötesine de geçmiyor.

Evet, “AKP sonrası” diye yola çıkmak sınırlı bir muhalefettir. Çünkü, en basit anlamıyla, AKP’ye ve Erdoğan’a yönelmiş bir itirazdır ve hedefi yalnızca iktidarı ele geçirmektir. Bir nevi, devir teslim yapmaktır. Hatırlayalım Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “Gel helalleşelim, devr-i sabık yapmayacağım” diye sesleniyordu yakın bir zaman öncesinde. Böylesi bir politik yaklaşımın AKP’den ve -onun temsil ettiği azgın sermaye düzeninden, siyasal İslamcı rejimden, işgal ettiği hemen tüm devlet kurumlarından ve dinci ideolojiyle zoraki olarak dizayn etmeye çalıştığı gündelik hayattan kopuşa değil, neoliberalizmin yeni ihtiyaçlarına göre belirlenmiş bir siyasi güzergâh değişikliğine işaret ettiği açıktır.

TÜSİAD’ın 50. yılı için hazırladığı “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa: İnsan, Bilim, Kurumlar” başlıklı rapor, tam olarak söz konusu güzergâh değişikliğini ifade ediyor. Raporda sıklıkla demokrasiden, özgürlüklerden, eşitsizliklerden, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkılması gerekliliğinden ve toplumsal cinsiyet eşitliğinden bahsedilmesi; burjuva demokrasisini yeniden işler hale getirmek için artık sermayeye ayak bağı olarak değerlendirilen tek adam rejimine karşı yeni bir yol arayışını işaret ediyor. Nitekim raporun hedefler kısmında, “Uluslararası alanda diplomasi ve iş birliğiyle rol model ol an, AB entegrasyonu başta olmak üzere Batı dünyası ile ilişkilerini güçlendiren, uluslararası hukuka ve sözleşmelere bağlı, saygın bir Türkiye” beklentisi dile getiriliyor. Yani sermaye çevreleri, olası iktidar değişikliğinde, restore edilmiş yeni bir Türkiye’ye dair talep ve beklentilerini işaret ediyor.

Dolayısıyla muhalefet, stratejisini ve hedeflerini, sermaye aklının düsturları ve taktiklerine uygun olarak mevcut hükümet sistemini değiştirip, bir önceki versiyonuna, parlamenter sisteme dönmek ve yargı bağımsızlığını yeniden inşa etmek üzerinden kuruyor. Artan yoksulluk, ekonomik bunalım, eğitim ve sağlık sistemindeki çöküş, işsizlik, güvencesiz geleceksiz hale getirilen gençliğin sorunlarına, gündelik hayatı zapturapt altına almış dinci zorlamalara, kurumlara yerleşmiş tarikat ağlarına, yolsuzluklara hiç değinilmiyor. Daha doğrusu muhalefet, emekçi yoksul halkın sorunlarını, köklü ve kurucu bir yeniden inşa süreciyle önüne koymuyor.

Özcesi, sermaye çevreleriyle kol kola girmiş, yeni dönemde neoliberalizmin ihtiyaçları doğrultusunda ülkeyi restore etmeye niyetli çıkar birliğinden başka bir şey değildir karşımızdaki. Farklı ideolojik ve politik hatta sahip partilerin amorf yığının tek ortak noktası, AKP karşıtlığıdır.

Tam bu nedenle “AKP sonrası” diye yola çıkmak zoraki muhalefet demektir. Nitekim Millet İttifakı’ndaki 2 parti lideri -Gelecek ve Deva partileri- yakın zamana kadar AKP politikalarında kurucu roller üstlenmiş, ancak egemen blok içerisindeki çıkar çatışmaları yüzünden yollarını ayırmışlardı. Aslında her iki parti de özünde “Erdoğan ’sız AKP’nin” siluetleridir ve yalnızca sermayenin yeşilinin farklı tonları olarak AKP’den ayrılmaktadır.

Cesaret, bu dönemin kurucu iradesidir

Kuşkusuz AKP’nin geride bırakılması çok önemlidir. Ancak bu da AKP’ye muhalif toplumsal çevrelerin taleplerini öne koyarak mümkündür. Öte yandan sürecin sadece seçim kavgası ve seçim oranlarıyla ilintili bir durum olmadığını da görmek gerekiyor. Muhalefetin sıklıkla düştüğü “kendiliğinden gidecekler” algısı bu noktada yanıltıcıdır. Ortak bir irade, kapsayıcı bir siyasi program şarttır.

Sağ muhafazakâr partilerle yürünen yoldaki talepler “kurucu bir iktidarı” değil, restorasyon adı altına yamalı ve belirsiz bir geleceği önümüze koyuyor. Bu sebeple yaklaşan seçimler aslında ehven-i şer seçimleri olacak. Neoliberal İslamcı otoriter rejime karşı, eli yüzü düzeltilmiş yamalı bir başka bozuk düzen.
Oysa yaşadığımız kriz yalnızca rejim sorunlarını değil, aynı zamanda kapitalist toplumsal düzenin küresel krizini de açığa çıkarmaktadır. Toplumsal ve ekonomik bunalımdan kaynaklanan sorunlar siyasi krizlerin açığa çıkmasında katalizör görevi üstlenirken, rejim odaklı restorasyon çabaları sadece bu sorunların çözümünü güçleştiriyor.

İşte bu yüzden “ama”sız “fakat”sız cesaretle ileri doğru kurucu adımlar atmak gerekli. Bu sebeple ilerleyen günlerde sosyalist sola düşen görevler hayli önemli. İktidardan gelen tehditlere, baskılara karşı yalnızca örgütlü bir cesaret bu karanlığın çıkışı olabilir.

Mesele “Nasıl bir Cumhuriyet?” sorusuna vereceğimiz yanıttadır. Şüphesiz kurucu adımlar atmak; toplumsal, siyasal, ekonomik açıdan bütünlüklü politikaları gerektirir. Sloganlaşmış ancak zorunluluğu kendini dayatmış olan iddialardan vazgeçilmemeli, adım adım örülmelidir: laik, kamucu, emekten yana, antiemperyalist bir gelecek elbette mümkündür!

İslamcı neoliberalizmin parçaladığı -etnik köken, din, dil, kültürel kimlik vb. üzerinden ötekileştirerek kategorileştirdiği- toplumsallığı, emekçilerin hakları üzerinden yeniden örgütleyen; AKP’nin gerici-dinsel pratiklerle iktidarın ümmet haline dönüştürdüğü yurttaşlık bilincini -sadece seçim dönemleri oy veren bir toplam olarak değil- insanların her düzeyde yönetime doğrudan katılabildiği bir zeminde yeniden inşa ederek; devrimci demokratik bir Cumhuriyet’i inşa etmek gerekir.

Dolayısıyla sosyalist sol, gündelik hayatı değiştiren ve onu siyasal pozisyona taşıyan bir eksen dillendirmelidir. Tarihte çok örneği vardır. Güçlü bir sol hareket CHP gibi demokrat partilerin eksenini de emekçiden, emeğin sorunlarından yana kurulmasını zorlar. Dolayısıyla ancak sosyalist solun varlığı, hayatın çelişkilerine dokunan bir mücadelenin öne çıkmasını sağlayabilir.