16 Mayıs’ta başlayan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, kentin soluğunu değiştirmeye devam etmekte. Yalnızca sahnelenen oyunlarla değil, gerçekleştirilen atölye çalışmaları, yazarlar...

16 Mayıs’ta başlayan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, kentin soluğunu değiştirmeye devam etmekte. Yalnızca sahnelenen oyunlarla değil, gerçekleştirilen atölye çalışmaları, yazarlar buluşması, okumalar ve birbirini destekleyen disiplinler arası etkileşimlerle, festivalin kapsama alanı ortaya çıkıyor. Sahnelerin bir bir kapandığı coğrafyamızda, tiyatro adına utanç verici günler geçirirken; festivale gösterilen büyük ilginin yaşadığımız burukluğu bir parça katlanılır kıldığını belirtmeliyim. Festival içeriği üzerine analizlerimi daha sonraki yazılarıma bırakmak istiyorum. 27 Mart Dünya Tiyatro gününde kaleme alınmış yazının, festival yazılarına bir tür çerçeve oluşturacağı düşüncesinden hareketle; tiyatro ve devrim sözcüklerini, incelikle yan yana getirmiş bir tiyatro ustasını, bir başka ustanın kaleminden alıntılayarak, aktarmak istedim. Uzun zamandır dillendirmediğimiz fikirleri, sözcükleri anımsak, üzerlerine düşünmeye başlayabilmek umuduyla.  

Nâzım Hikmet - Devrimin Hizmetinde (*)

Benim için Meyerhold en büyük sanatçılardan biridir: Şarlo ve Picasso gibi. Meyerhold Tiyatrosu’nu toplumcu gerçekçiliğin en mükemmel akımlarından biri sayıyorum. Meyerhold’un çeşitli oyunlarını gördüm. Her oyunun sahnelenişinde, onun arayış ve buluşları beni şaşırttı.

Meyerhold’un ilerici Türkiye tiyatrosuna etkisi şüphe götürmez. Sanat tiyatrosuyla Meyerhold’un tecrübesini, Türkiye tiyatrosunun en iyi rejisörlerinden biri ve Türkiye tiyatrosunun kurucusu olan Muhsin Ertuğrul, sanat çalışmalarında bilhassa ustaca birleştirmiştir. İlk bakışta birbirine zıt olan tiyatro anlayışı, yeni Türkiye tiyatrosunu kuran Muhsin Ertuğrul’un sanatında organik olarak birleşmiştir. Rusya tiyatro geleneklerine yaslanan Meyerhold’un Doğu tiyatrosu ilkelerini de benimsediğini daha o zaman anlamıştım. Onun en sevdiği fikirlerden biri şöyleydi: Halkın hayatına, kendi tiyatro geleneklerine, folklara kökleriyle bağlı olan her milli tiyatro,  gerek yeni ifade olanaklarını, her halktan emekçi seyircinin anladığı, yakın ve aziz bildiği geleneksellik unsurlarıyla ustaca birleştirmeyi becerebilmelidir… ‘Müfettiş’ üzerine; Meyerhold bu temsilde, Gogol’ün ne demek istediğini anlamış ve o toplumun tüm çürümüşlüğünü ve geleceği olmadığını göstermişti.

İstanbul Tiyatrosu, Meyerhold’un buluşlarını izleyerek, onun yorumlamalarını asıl böyle anlayarak ‘Müfettiş’i sahneye koymuş ve oyun bizim yöneticiler için tahammül edilemez derecede ifşa edici olmuştu. Oyun, üç-dört temsilden sonra yasaklandı. Oyunda söz konusu olanın Rusya değil, Türkiye’nin çürümüş düzeni olduğunu İstanbul’da anlamışlardı.

Meyerhold, ‘Müfettiş’te Petersburglu herhangi bir küçük memurun değil, mahkûm bir toplumun yaşayan ölülerinin söz konusu olduğunu anlıyordu ve temsilin lietmotivi olan bu fikir oyunun bitiminde de cisimleniyordu. Oyun muazzam bir sahne ile sona eriyordu: Bir mektubu andıran ve sahici müfettişin geldiğini bildiren büyük bir bez yerden tavana doğru yükseliyordu. Sahnede dehşetten dona kalmış oyun kişileri görülüyordu -insan boyunda yapılmış kuklalardı bunlar-  ve biz alkışlıyorduk. Çöken toplumda korkunç bir damga görüyorduk… Temsil, nefret ettiğimiz toprak ağası- bürokrasi düzenine sersemleştirici bir tokat atıyordu. Meyerhold, oyunun sarsıcı güldürücü gücünü açıyor, bize düşman olan bayağılık, alçaklık ve satılmışlık dünyasını temsiliyle ölüme mahkûm ediyordu. Alegorik mizansenlerde Gogol’ün düşüncesi cisimlendirilmişti. Bunun için, Gogol’ün mahkûm ettiği toplumun çöküşünü bize sembolize eden son sahne böylesine sarsıcıydı...

(*) Bu yazı, kısaltılarak; Ali Berktay’ın hazırladığı, ‘Tiyatro-Devrim ve Meyerhold’ (MitosBoyut Yayınları) adlı kitaptan alınmıştır.