Google Play Store
App Store
Dijital çağın müzikte yarattığı erozyon

YAVUZ HAKAN TOK

Kim yazmıştı hatırlamıyorum, beni bağışlasın ama geçenlerde şöyle bir tabir görmüştüm sosyal medyada: “Tweet atar gibi şarkı atmak.” Galiba yakın zamanda müzik sektörünün hal-i pür-melâlini bundan daha iyi anlatan bir cümle kurulmadı.

Şimdilerde çok kişi gibi ben de Twitter’ı, memleket harici ve dahilinde mühim meseleler meydana geldiğinde, olan biten hakkında bilgi ve fikir almak için kullanıyorum. Oysa yedi, sekiz yıl öncesine kadar böyle değildi. Gün içinde iki saat açmasam Twitter’ı, bir şeyleri kaçırdığımı, geride kaldığımı düşünürdüm. Herkes, her şeyini yazardı. Kim nerede, ne yapıyor, ne yiyor, ne içiyor, o an ne düşünüyor… Haliyle ben de kendimi yazmak zorunda hissederdim: “Ay em et bilmem neresi… Şu an neşeli hissediyor… Starbucks’ta kahve geyfi…”

Hah işte, müzik üretenlerin durumu da nicedir aynen böyle. Bilen biliyor, her perşembe saatler gece yarısını gösterdiğinde dijital platformlara o haftanın yeni şarkıları, albümleri yüklenir. O saatin üç gün öncesiyle beş gün sonrasında sosyal medyada paylaşımlar, duyurular gırla gider: “Yeni şarkım artık sizlere emanet… Yeni albümü dinleyicilerle buluşuyor… Yeni teklisiyle milyarlarca tıklanmaya geliyor!”

Buraya kadar sorun yok gibi. Pandemi belası hepimizin malumu. Müzisyenler işsiz, mekânlar kapalı, konser monser aylardır hak getire. Evde oturan müzisyenin şarkı yazası, çalası, söyleyesi gelmiş; çok mu göreceğiz? Fakat şarkı yazmak, çalmak, söylemek bu kadar mı rutine bindirilerek icra edilecek bir meşgaledir? Bu iş sürümden kazanma gayesiyle yapılacak bir iş midir? Her hafta yeni şarkı çıkarmayan zamanın gerisinde mi kalır, gündemi mi kaçırır, eskir mi, modası mı geçer, ne olur?

Tevellüt itibarıyla önce plakçı, sonra kasetçi vitrinlerinden, müzik dergilerinin ilan sayfalarından, klip kanallarından, radyolardan her dönem yeni çıkan plakları, kasetleri, CD’leri takip etmiş bir insanım. Sadece çıkanlara değil yeni çıkacakların haberlerine dahi düşş, heyecan duymuş, beklerken günleri iple çekmiş biriyim. Daha bir-iki yıl öncesine kadar dijital platformlara düşen her yeni şarkı ya da albümün üstüne de aynı şevk ve heyecanla atlamışlığım vardır. Sonra sıkıldım. Artık bırakın heyecan duymayı, telefon ekranına iki tıklayıp bakasım gelmiyor. Yeni bir şarkı haberine yüreğim pıt pıt atmıyor, karnımda kelebekler uçuşmuyor. Ben bile bezdiysem, kimler bezmemiştir ki?

Mesele dijital müziğe alışamama meselesi değil. Tevellüt bir miktar zorlasa da el mahkûm alıştık. Mesele nostaljik takıntılar da değil. “Bir müzisyenin derdini, fikrini, tarzını, tavrını, üslubunu ancak ve ancak bir albümünü dinleyerek anlarsınız” da demiyorum nicedir. Her şeyin kısası, en kısası makbul kabul edilmiş iken, üç dakikaya karşı kırk beş dakikayı savunarak Z kuşağına nanik yapacak halim yok. Onları geçelim. Hem eskiden de 45’likler vardı. Taş çatlasın üçer beşer dakikadan iki şarkı. Ömrü hayatında albüm yapmamış, beş-on 45’likle kariyer inşa etmiş şarkıcılarımız var müzik tarihimizde. Yani şimdilerde “tekli” diye adlandırdığımız şey yeni bir şey değil; aksine kadim zamanlardan beri işe yararlığı test edilip onaylanmış bir format. Ama bir farkla; bir kere 45’liklerde en az bir şarkı “hit” olmak zorundaydı. Zaten genellikle A yüzü “hit” olur, B yüzündeki şarkı gölgede kalırdı. “B yüzü şarkıları” diye bir tabir bu yüzden var. Haliyle de bir tek o “hit” şarkı; şarkıcıyı bazen altı ay, bazen bir sene, bazen de senelerce idare ederdi. Dinleyiciyi de öyle. Misal, Yasemin Kumral “Bim Bam Bom”u yaptıysa, bir daha 38 sene başka şarkı yapmasa olurdu.

Ayrıyeten en baba şarkıcı bile her hafta 45’lik çıkarmazdı. Yılda iki, bilemedin altı 45’likti makul ve mantıklı olan. Şimdilerde artık zaman o kadar ağır akmıyor, kabul. Şimdinin dinleyicisi hiç o kadar sadık değil, ona da kabul. İyi hoş da o kadar büyük iddialarla dijital ortamlara salıverdiğiniz, duyurmalara doyamadığınız şarkılarınız çoğu kere fos çıkınca, bırakın hit olmayı, yaprak bile kımıldatmayınca ve bu rutin üç, beş, on kere tekrarlanınca daha mı iyi oluyor? Dinleyici hissizleşiyor, duyarsızlaşıyor. Merak duymaz oluyor artık. Bir öncesinde bir “hit” ya da “hit” değilse bile kıymetli bir şarkı çıkarmış olmanız da önemini yitiriyor. Kendi kendini değersizleştiriyor seri üretim. Çünkü konfeksiyondan çıkan hiçbir ürün benzersiz değildir. Olamaz da zaten; kelimenin manasına aykırı.

Müzik üretmenin maliyeti; son yıllarda öyle böyle değil, bir hayli düştü. Evde ekmek yapmak için bile her defasında un, tuz, maya filan almanız lazım ama paraya kıyıp bir kere bilgisayar, midi klavye ve ilave ekipman aldıysanız ömür boyu şarkı üretebilir, kaydedebilirsiniz. Tek maliyet, harcadığınız zaman olacaktır artık. Bir de yaratım sürecindeki zihinsel yorgunluğunuz. Tabii yoruluyorsanız. Zira dinlediğim birçok yeni şarkı bende hiç yorulmadan yazılmış, söylenmiş ve kaydedilmiş duygusu uyandırıyor. Ter çıkmamış, kan akmamış, yaş dökülmemiş… O kadar belli ki. Fikir yok, duygu yok, düşünce hiç yok.

Albüm ya da şarkılar hakkında yazarken söze hep o şarkıcının daha önce yaptıklarıyla başlamayı severdim. O güne dek neler yapmış, neler çıkarmış, nasıl bir seyir izlemiş. Şimdilerde bu da imkânsız hale geldi. Zira bir şarkıcı sadece bir yıl içerisinde onlarca yeni şarkı çıkarmakla kalmıyor, biriyle düet, öbürüyle remix”, bir diğeriyle “featuring” yapıyor. Arada iki akustik salıyor ortalığa, YouTube’a şarkı düşürüyor, olmadı bir başkasının şarkısına konuk oluyor. Bunların hepsi genellikle üst üste oluyor. “Yeni şarkım çıktı, bir iki hafta durayım” demiyor kimse. Herkes, her an her yerde görünür olmak istiyor. Twitter eski süksesini yitirdiğinden beri kimse dakika başı “tweet” atmıyor belki ama çoğu müzisyen artık dakika başı şarkı atıyor. Oysa kimsenin ne hepsini dinleyecek vakti var ne de konsantrasyonu.

Albüm ya da şarkılar hakkında yazmadan önce; o albümü ya da şarkıyı iyice dinlemiş, sindirmiş olmayı beklerdim. Öyle ya, müzik dinlemek o an içinde bulunduğunuz ruh hali ya da duygu durumuyla doğrudan ilintili bir şey. Dinlediğiniz bir şarkı hava yağmurluyken başka etkiler sizi, karnınız açken başka, evde bilgisayar başında başka, sokakta yürürken başka. Bir defa dinleyerek hüküm vermek, fikir yürütmek tehlikelidir bu yüzden. Ne çare, artık onu da yapamaz oldum. Ben bir şarkıcının bir şarkısını sindireyim de yazayım diye beklerken, o şarkıcı o şarkının üzerine iki şarkı daha çıkarmış oluyor. Benim sindirmeyi beklediğim şarkı gündemden düşmüş, dijital vitrinlerdeki yerini çoktan kaybetmiş oluyor. Oluyor da oluyor. Twitter gündemi gibi yeni şarkı gündemi de sürekli “refresh” ediliyor. Sen “Aman yazarken şarkının hakkını vereyim, haksızlık etmeyeyim” diye çırpın dur. Şarkının sahibi vermiyor ki kendi şarkısının hakkını.

Zaman değişti, dijital devrim her alanda olduğu gibi sanatta da köklü değişiklikleri beraberinde getirdi. Ancak bakın dikkat edin, sanatın başka hiçbir dalında bu kadar büyük erozyon yaratmadı. Mesela “Sinema filmleri çok uzun, bir saate indirelim” demedi kimse. “Filmin sonunda akan yazıları kaldıralım, kimse okumuyor” da demedi ama şarkıların “intro”ları atıldı, süreleri kısaldı. Şarkı künye bilgileri, dijital platformlarla birlikte tamamen ortadan kalktı. Mesela, “Bu devirde daha çok görünür olmam lazım” deyip her ay bir kitap yayımlamaya başlamadı yazarlar. Ressamlar her hafta bir sergi açmadı. Ancak müzisyenler her hafta dijital platformlarda yenilenen listelere girmezlerse öleceklerini düşünmeye başladılar. Niye böyle oldu?

Son yıllarda geniş kitleleri etkisi altına alan, dilden dile dolaşan; tam tabiriyle “hit” olan şarkılar neden yok? Neden müzik dünyası küçük klanlara bölündü ve her klan kendi dinleyicisini tüm ülke zannederken, aslında beğenisi ne olursa olsun her müzik dinleyicisinin sevdiği, bir ağızdan söylediği, söyleyeceği bir tek şarkı bile (“Erik Dalı” hariç) çıkmadı? Neden bir albüm, bir şarkıcıyı bir yıl bile idare edemez oldu? Acaba bu soruların cevapları, yukarıda bahsi geçen meselelerde saklı olabilir mi?