Dijitalleşme ve sinema izleme pratiklerinin mekânsal dönüşümü
Sinema filmlerinin ve dizilerin giderek sayıları artan ulusal ve uluslararası dijital platformlara yönelik çekilmesi ve her koşulda, zaman ve mekândan bağımsız bireysel film izleme daha bir önem kazandı.
EMİNE UÇAR İLBUĞA
Sinemanın kısa tarihine bakıldığında filmlerin ilk gösteriminden günümüze; toplumsal talepler, bilimsel araştırmalar ve teknik gelişmelerin birbirini etkilediğini ve bu etklileşimin de filmlerin üretiminden, dağıtımına, sinemasal mekânlardan film izleme pratiklerine uzanan bir yelpazede köklü değişim ve dönüşümleri beraberinde getirdiği görülür. Doğal olarak sinema alanındaki her bir yenilik, her bir kırılma noktası olarak yeni tartışmaların da odağı haline geliyor. Sinema tarihi boyunca sinemaya sesin gelmesi, renkli filmlere geçiş, sinemanın işlevleri ve etkileri gibi alanlarda yürütülen kuramsal tartışmalar farklı perspektiflerden ortaya konuldu ve konulmaya devam ediyor. Bir yandan düşünsel ve sanatsal temelde nasıl bir sinema anlayışı öte yandan endüstri ve ekonomik boyutuyla daha çok kitleye ulaşmak, daha çok üretmek ve daha fazla insanı hedef alan eğlence endüstrisi yönündeki çabalar bu alandaki ikili bir ayrışmayı da beraberinde getiriyor. Sinema, filmlerin üretim süreçlerinde olduğu gibi dağıtımı, gösterimi ve izleyiciler boyutuyla oldukça kapsamlı bir alan. Sinema tarihi sadece filmler ve yönetmenler üzerinden değil aynı zamanda bir filmin gösterildiği zaman, mekân ve izleyiciler ile de bütünlük taşır ve sinema tarihindeki tüm gelişmeler sinema salonlarının da değişimine neden olur.
Ayrıca bu mekânlar izlenilen filmler kadar insanların gündelik yaşamında sosyal, kültürel, siyasal ve tarihsel bağlamda önemli “kamusal alanlar” olarak David Harvey’in vurguladığı gibi “bireylerin zaman ve mekân üzerinden yaşam biyografilerinin de okunmasına” olanak tanır. Yani geçmişi anımsamada mekânlar önemli bir işlev görür. İçinde yaşadığımız bugünün koşullarında bir dönemin önemli sosyalleşme mekânları olan sinema salonları ve kolektif olarak film izleme pratikleri dijitalleşme ile yerini ya alışveriş merkezlerindeki çoklu sinema salonları ya da farklı dijital platformlarda daha çok bireysel izlemeye bırakmıştır. Birlikte aynı mekânda yüzlerce ve binlerce insanın bir arada karanlık bir mekânda nefeslerini tutarak birlikte ağladıkları, güldükleri, aynı kahramanlarla özdeşleştikleri film izleme koşulları yavaş yavaş yerini tüketimin merkezinde küçük ve birden fazla film izleme olanağı sunan, konforlu salonlara bıraktı. Elbette sinema gösterim mekânlarındaki bu dönüşümü neoliberal politikalar, ulusötesi sermaye, küresel tüketim endüstrisi ve özellikle ülkemizde kontrolsüz ve eskinin yıkımı şeklinde gerçekleşen kentsel dönüşüm süreciyle de beraber okumak gerekiyor. Türkiye’de, kentleşme hareketlerinin gelişimi incelendiğinde, 1950 öncesi ve sonrası olmak üzere iki farklı dönemden söz etmek mümkündür. 1950’ye kadar daha yavaş artış kaydeden kent nüfusu, bu tarihten sonra özellikle kırsal alanlardaki yapısal dönüşümlerden kaynaklanan çözülmenin kentlere yönelik yoğun göçlere neden olması sonucunda, çok hızlı bir artış sürecine girmiştir. Kırdan kente yönelik göçlerin şekillendirdiği bu hızlı kentleşme, 1990’lı yıllarla birlikte yeni kentsel dönüşüm politikalarıyla bambaşka bir boyuta ulaşmıştır.
Bugün için bir dönem köylerden kasabalara, kentlerin en işlek caddelerinden mahallelere kadar uzanan ve insanların bireysel, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik ve tarihsel anlamda yaşamlarında önemli bir yeri olan sinema salonlarının tamamına yakını yıkılarak yerlerine apartmanlar yapılmış ya da başka iş mekânlarına dönüştürülmüştür. Bugün için Türkiye’de eskiye ilişkin sinema salonlarına arşivlerde ve sözlü tarih çalışmaları kapsamında yürütülen çalışmalarda rastlanmaktadır. Bu bakımdan önceleri sinemaya gitmek toplumsal bir olgu olarak aile, arkadaş, komşularla birlikte deneyimlenen ve sosyalleşme alanı olarak mekansal bağlamda çok önemli roller üstlenirken bugün sinema izleme deneyimi daha bireysel bir olguya dönüşmüştür. Oysa Bachelard’ın vurguladığı gibi geçmişte içinde yaşadığımız acılar, mutluluklar yaşadığımız mekanlar, geçmişe ilişkin anılarımızı sağlamlaştıran, “hareketsiz” anılarımıza devinim kazandıran ve geçmişle bugün arasında bir bağ oluşturan yerlerdir. Günümüzde hızla yok edilen toplumsal, bireysel belleğin en önemli taşıyıcıları olan eski mahaller, sinema mekânlarının yok edilişi sürekli bir geçiciliğin içinde geçmiş ile bugün arasındaki bağın da giderek çözülmesine neden oluyor.
1988 yılında Birinci Ankara Film Festivali açılışında Mahmut Tali Öngören ve Aziz Nesin festivalin açılış filmi olan Woody Allen’in Radyo Günleri gösterimi öncesi sahnede filme atıfta bulunarak “nostalji” sözcüğüne vurgu yaptılar. Nostalji TDK sözlükte; “geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi, geçmişseverlik, gündedün ya da değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu” olarak tanımlanıyor. Peki, ne oldu da “geçmiş” bu denli aranır, özlenir oldu? Öncelikle 1980’ler hem Türkiye’de hem de dünya da ekonomik, siyasal ve kültürel birçok kırılmanın yaşandığı bir dönem. Dolayısıyla hız, yeni teknolojik gelişmeler, sermayenin küreselleşmesi, çoklu kimlikler, insan hareketliliği, sosyal medya, ilişkilerden iletişim biçimlerine, küresel tüketimden küresel sorunlara uzanan bambaşka yeni bir dönem olarak önümüzdeydi ve merkezsizlik, kaos, değişim ve yeni bireycilik karşısında geçmişin “daha yavaş” yaşam koşulları ve insan ilişkileri daha bir aranır olmuştu.
Öte yandan sinemada dijitalleşme ve 2020 yılında tüm dünyada yaşanan koronavirüs/ pandemi süreci, sinemanın fiziki koşullarının dijital platformlara kaymasını daha bir hızlandırdı. İşte bu noktada mimari bir sanat olan sinema, mekânlarındaki bu radikal çözülme ve dijital platformlar için film ve dizi üretimlerini daha da artırdı ve yaygınlaştırdı. Sinema filmlerinin ve dizilerin giderek sayıları artan ulusal ve uluslararası dijital platformlara yönelik çekilmesi ve her koşulda, zaman ve mekândan bağımsız bireysel film izleme daha bir önem kazandı.
Sonuç olarak sinemanın ilk resmi gösteriminin yapıldığı 1895 yılından bu yana insanlar film seyretmeye devam ediyor. Bu alanda izleyicilerin talebini ve beklentisini karşılamak üzere çok büyük yatırımlar yapılıyor, paralar harcanıyor, filmler çekiliyor ve her koşulda sinema kendini yeniliyerek varlık göstermeye devam ediyor.
Bu anlamda (Paris’teki ilk film gösterimden tam 4 ay sonra) 21 Nisan 1896 yılında Köln’de yapılan halka açık ilk film gösterimi sonrası Köln Gazetesi’nde bu deneyim “Bu yeni alet çok farklı, büyük bir ışık perdesinde, önümüzde ayrıntısıyla cereyan eden sahneyi izliyoruz. Sanki tümüyle açılmış bir pencerenin önünde duruyoruz (oturuyoruz demiyor) ve hemen fabrika bahçesine, hemencecik denize, büyük şehirlere ve tren istasyonlarına göz atabiliyoruz. Her şey tüm doğallığıyla izleyicinin gözü önünde olması nedeniyle onların şaşkınlık, büyülenme ve hayret çığlıklarını bastırabilmek mümkün değil” diye devasa bir olay olarak haberleştirilirken bir dönemin sinema izleme pratiklerini de bugüne taşıyor. Bugün ise son filmi The Irishman’i (2019) bir dijital platform için çeken yönetmen Martin Scorsese’ın “Benim filmlerimi cep telefonlarından izlemeyin, en azından bir tablet alın çağrısı” yapması sinemanın hem mekânsal hem de izleme pratikleri bakımından yaşadığı değişim ve dönüşümü çok güzel özetliyor. Bir zamanlar sokaklardan, küçük kafelere, tiyatro salonlarından büyük devasa konforlu sinema salonlarına, mahalle aralarından, cep sinemaları ve açık hava sinemalarına kadar uzanan sinemekanlar bugün yerini dijital ortamlara bırakıyor. Ancak unutulmaması gereken her bir gelişme bir diğerininin tamamen ortadan kalkması demek değil, bugün Avrupa’da ve birçok dünya ülkesinde yeni cinemaxX’lar yanında, 1900’lerden kalan birçok sinema salonu kadife perdeleri, tahta merdivenleri, fueyeleri ve localarıyla sinema gösterimlerine devam ediyor. Bu mekânlar hem mimari bir sanat olarak sinema tarihi hem bireysel ve toplumsal hafızanın korunması ve geçmişle bağın koparılmaması adına çok önemli.
Yararlanılan Kaynaklar:
Bachelard, G. (1996). Mekanın Poetikası. (Çev. A. Derman). İstanbul: Kesit.
Harvey, D. (1997). Postmodernliğin Durumu. (Çev. S. Savran). İstanbul: Metis.