Siyasetteki dilin hegemonik tonu kültür çatışmasını üretiyor. Bir yanda, kendi gibi olmayanı yok sayan-baskılayan- aşağılayan bir dil, öbür yanda buna karşı koyanların dili. Bu dillerin kaynağındakileri dikkatle okumak, tavırdaki akılcı tepkilerin ilk adımı.

Dil dediğimizde neden söz ederiz

Fadime USLU

İnsanın sosyal ve kültürel evrimleşmesindeki en büyük buluşu dildir. Kaosu düzenleme ihtiyacından türeyen bu eşsiz icat, konuşmaya başlayan her insanla yeniden keşfedilip üretiliyor. Çünkü, dil içimizdeki esas kaynaktır. Varoluşumuzun özündeki kaosla düzen arayışının çatışmasıdır. 

İnsanın yüreğinde, zihninde -kendi doğasıyla dışındaki dünyanın temas ettiği her noktada anlam kıpırtıları titreşir. Bunu dışa vurmak, anlaşılmak, düşünceyi kalıcı -yerleşik -işlevsel bir araca dönüştürmek, bir çevre yaratmak, olayları örgütlemek, toplumsal anlamda örgütlenmek, bir bütün olarak toplumsal düzeni inşa etmek için dilin sonsuz olanaklarından yararlanırız. Çünkü, dil bir bütündür. Maksadın aynasında beliren şeylerin toplamıdır. Hem araç hem amaçtır. Karşımızdakini, yanımızda yöremizde olanı etkilemenin, taraf yaratmanın biricik yoludur.  

Bireyin varoluş yolculuğundaki gerçek savaşı dilinin özüne ulaşabilmesidir. Kalbindeki hasleti kendi sesiyle söyleyebilmesidir. Kişi, çevresinden devraldığı dili kendi doğasıyla yoğurup toplumuna aktarır.  İçinde yaşadığı toplumun düşünce alışkanlıklarının, çağın basmakalıp tekrarı da olabilir bu dil. Yepyeni bir söylem de. Etki alanı ne olursa olsun -düşünce ve inanç kurmak isteyen -arayışın yöntemindeki dili çözmekle başlar işe. Düşüncenin dili kadar dilin düşüncesini de hassasiyetle kavrar.  

Sözgelimi, Tanrı kutsal kitabında buyrukla konuşur, hikâyeyle susar. Buyruğunun içselleştirilmesi için tarihsel olayları anlatarak iknanın diline başvurur. Kul, elçiler aracılığıyla edindiği mantraları -sözcük ve cümleleri tekrarlayarak benliğini inşa eder. İnancın dilini sahiplenir. Sanatçı, kalemi – fırçası -keskisiyle çağına yanıt verecek bir dilin peşindedir. Kendi adına konuşabilecekken konuşamayanların, suskunların, çığırtkanların, iktidarın, kitlelerin dilindeki kaynağı çözen -bunlardan da yepyeni bir dünya tasarısı yapan kişidir.  

Ülkeleri dil yönetir. Savaşları dil başlatır. Barışın özleminde dilin eşitlik algısı vardır.  

Sınıf mücadelesinin tarihinin yazılma serüveni de dilin düşünce yaratan olanaklarının keşfedilmesiyle başlar. İnançların tarihi, tapınak araçlarının diliyle biçimlenir. Mağaralarda, katedrallerde, semt kiliselerinde, ulu camilerde kitlelerin ürettiği gücün dili vardır. Vahşi kapitalizmin kontrolündeki devletler, türlü yöntemlerle kendine bağımlı kıldığı yurttaş köleleri kontrol etmek için sürekli yeni aygıtlarla yeni ikna dilleri üretir.  

Dil, etki ettiği kitleyi yöneten bir afyon gibi kullanılabilir. Bu noktada “Kaş’ın Yıkılma Efsanesi”ni anacağım. Gezgin masalcı Far-li-mas’ın diliyle ilgili mit şöyle: Denir ki, “Far-li-mas, krallara, rahiplere, halka masal anlatmaya başladığında onu dinleyenler, içmeyi unuttu, nefes almayı unuttu. Köleler hizmet etmeyi unuttu. Onlar bile nefes almayı unuttular. Far-li-mas’ın sanatı afyon gibiydi ve anlatmayı bitirdiğinde herkes sanki zevkli bir baygınlığa dalmıştı.”* 

Hegemonik iktidarların dillerindeki ısrarlı tavrın esini, masal anlatmadaki bu afyon tozuyla açıklanabilir. Onu halkın gündelik hayatındaki ilişki ağına serperek kitleyi uykuya çağırma becerisiyle bir de. Orta çağ Avrupası’nda bu yöntem tıkır tıkır işledi. Sanat araçsallaşarak kitlenin davranışlarını yönetmede rol aldı. İktidarın dili her yerde, her durumda eş zamanlı olarak halkları yönetti. Halkın isyan dili hiçbir zaman susmadı ama.  

Dil, harekete geçiren tetikleyici bir güç. Komünist Manifesto, bu bağlamda verilebilecek en güzel örneklerden biri kanımca. Doğduğu zamandan bugüne dünyayı düzenlemede ilham olan bu şaheserde Karl Marx’la Friedrich Engels, kendinden önceki kültür ve bilgi birikiminden yararlanıp bunların nasıl aşılacağını dilin kapsayıcı yanını kullanarak gösterdi. Dilin anlam, ses, köken, temsil, gramer, söylem, yansıtma özelliklerini -eserle temas kuran her sınıftan insanın aklına, sezgisine, duygusuna yönelerek biçimlediler. Bu iki kuramcının Shakespeare kadar iyi bir edebiyatçı olmasındaki temel özellik, dilin akıl-sezgi- duygu düzeyindeki bilincini birbirinden ayırmadan sarsılmaz bağlarla örmesidir. Shakespeare için, eseriyle insanı doğuran yazar, denir. Marx’la Engels eserlerinden insanlığı doğurmuştur.  

Türkçe’nin geçirdiği evrim hikâyesini görmek için siyasi tarihimizin hamuruna bakmak gerekir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki dil hareketi, başlı başına cumhuriyet devriminin özünü anlatır bize. Dil hareketinin öncü aydınlarının çabalarının başarısı özellikle elli kuşağı yazarlarında taçlanıp bugüne ulaşır.  

Bugün ülke siyasetindeki dilin hegemonik tonu kültür çatışmasını üretiyor. Bir yanda, kendi gibi olmayanı yok sayan- baskılayan- aşağılayan bir dil, öbür tarafta buna karşı koyan cephelerin dilleri. Gittikçe sertleşen dillerin kaynağında olanları dikkatle okumak, tavırdaki akılcı tepkilerin ilk adımı sanırım.  

*Kaş’ın Yıkılma Efsanesi ve Far-li-mas’ın miti için; Joseph Campbell, İlkel Mitoloji, Tanrının Maskeleri, Çev; Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi Yay., Ankara 1992, s. 157.