Din
Türkiye'nin yüzde 99'unun Müslüman olduğ u; neredeyse üzer
Türkiye'nin yüzde 99'unun Müslüman olduğ u; neredeyse üzerinde hiç düşünmeksizin kabul etmemiz gereken klişe bir cümle gibi tekrar ediliyor. Geride kalan yüzde 1'e haddini ve sınırlarını hatırlatan tehditkâr tonlama bir kenara bırakılırsa, esas problem bunun ne için vurgulandığıdır.
Toplumsal bir olguyu analiz ediyorsak; böyle bir genellemeye temel oluşturan yaygın araştırmalara dayanmamız gerekiyor. Başka bir dine inananların sayısı ne kadardır?, kendini herhangi bir dine bağlı saymayan kaç kişidir? vb. Bunun da ötesinde kendini "Müslüman" olarak niteleyenlerin; İslamı aynı şekilde yorumlayıp yorumlamadıkları da önemli bir araştırma konusudur. Örneğin Aleviler nüfusun kaçta kaçını oluşturmaktadır?
Ama asıl sorun, bu vurgunun gerisinde yatan "siyasal sisteme" dönük mesajdır. Toplumun yüzde 99'unun Müslüman olması, devletin "islami kurallar" temelinde yönetilmesi gerektiğini mi ima ediyor? Ya da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "ulusun birliğini sağlayan olgunun din olduğu" şeklindeki saptamasının asıl çıkış noktası bu önerme mi?
Her iki durumda da çok önemli problemlerle karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Eğer toplumun yüzde 99'u Müslümansa ve bu yüzde 99 "İslami kurallara" göre yaşamak istiyorsa laiklikten söz etmek mümkün müdür? Laiklik her şeyden önce devletin bütün inançlar karşısında "nötr" davranması; bundan da daha önemli olarak yönetim erkinin meşruiyetini "dünyevi" olarak kurması değil midir?
Gelelim ikinci saptamaya. Gerçekten de toplumsal birliğimizi kuran, yüzde 99'umuzun Müslüman olması mıdır? Eğer böyle ise Aleviler niye sürekli olarak "dışlanmaktadır"; Diyanet İşleri Başkanlığı neden sadece Sünni İslam’ın ihtiyaçlarına göre davranmaktadır? Yıllardır "Alevi-Sünni çatışması" temelinde gündeme gelen çatışmalarda niye binlerce insanı n kanı akmıştır?
Bundan 100 yıl önce bu topraklarda yaşayan insanların dinsel inanç oranı yüzde 99'a yüzde 1 değilken hangi mekanizmayla bugün bu oran ortaya çıkmıştır? Azınlıklar, farklı dinsel inançlara sahip olanlar nasıl ve hangi yollarla yüzde 1'e indirilmiştir. Bu sonuç dinin birlik sağlayıcı özelliği nedeniyle mi ortaya çıkmıştır? Yoksa dışlayıcı olması nedeniyle mi bu böyledir? Sorular çoğaltılabilir.
Evet, Türkiye Cumhuriyeti, içinde farklı dinlerden ve inançlardan farklı dil ve etnik kökene sahip insanların bir arada yaşadığı bir ülke. Bu özelliğiyle de çeşitli çatışma alanlarının ortaya çıktığı; zaman zaman bu çatışmaların toplumun bütününü etkilediği bir tarihselliğe sahip. Toplumu bir arada tutan siyasal ve toplumsal öğenin ne olduğu tartışması bu açıdan son derece önemli bir tartışma.
Müslümanlık bu farklı dinsel mozaiği bir arada tutamaz; tutacağını iddia etmek çeşitli "inanç" temelli çatışmalara kapı aralamak demektir. İçki tartışmasının, cami meselesinin ve türban olayının nasıl toplumsal gerilimlere yol açtığı ortadadır. Aynı biçimde farklı etnik kökenli insanların bir arada yaşadığı bir ülkede "birlik ve beraberlik" milliyetçilik ideolojisiyle de sağlanamaz. Çünkü egemen bir milliyetçiliğ in varlığı, kendini farklı etnik kökenlere ait hisseden insanların dışlanması demektir.
Siyasal İslamcılık; ya da daha yumuşak bir ifadeyle siyasetin İslamcılık temelinde yapılması; ya da milliyetçilik objektif olarak bu toplumun "birlikte yaşaması" konusunda bölücü bir rol oynamaktadır. Siyasal İslamcılığın da; milliyetçiliğin de asıl varlık nedeni, kendi gibi olmayanın, kendi gibi inanmayanın "dışlanması" dır. Bu dışlanmayı kabul etmeyenlerin başına gelebilecekler ise konunun başka bir yönüdür.
Toplumu bir arada tutabilecek olan şey tam aksine dinin devlet ve siyasetten ayrılması; çok dinli, çok inançlı; çok kültürlü; çok etnili bir siyasal rejimin inşa edilmesidir. Bunun ise özgürlükçü bir laiklik anlayışını ve özgürlükçü bir demokrasiyi gerekli kılacağı açıktır.