Dış dünya ile sessel bağın kopması ve iç sesin duyulma sürecine uzanan zorlu bir yolculuk: Metalin Sesi
Metalin Sesi filminde Ruben ve Lou müzikle hayatlarını kazanan ve birlikte sahip oldukları karavanda sade ve mutlu bir yaşam sürdüren iki sevgilidirler. Ruben’in ani duyma kaybı yaşaması çiftin hayatının gidişatını tamamen değiştirir. İşitme testini yapan Doktor Ruben’e hızlı işitme kaybına karşı gürültülü ortamlardan uzak kalmasını ya da oldukça pahalı bir ameliyat olmasını önerir.
EMİNE UÇAR İLBUĞA
Darius Marder’in yönetmenliğini üstlendiği ve kardeşi Abraham Marder ile birlikte senaryosunu yazdığı, başrollerinde Riz Ahmed (Ruben), Olivia Cooke (Lou) ve Paul Raci’nin (Joe) oynadığı; 2019 yapımı Sound of Metal (Metalin Sesi) filmi dünya prömiyerini 2019 Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirmesine karşın, pandemi süreci nedeniyle sinema salonlarında vizyona giremeden 2020 yılında Amazon Prime’da izleyici ile buluşabildi ve kısa süre içinde hem izleyicilerin büyük ilgisi ile karşılaştı hem de film eleştirmenleri tarafından oldukça olumlu değerlendirmeler aldı. Hatta şimdiden Amerikan Film Enstitüsü Ödülleri’nin (Şubat, 2021) en iyi 10 filmi arasında yer aldı. Riz Ahmed de en iyi oyuncu ödülünü kazandı. İngiliz Akademi Film Ödülleri’nde en iyi düzenleme, ses ödüllerini (Nisan, 2021) alırken; Paul Raci de en iyi yardımcı oyuncu için aday gösterildi. Film ayrıca 93. Akademi Ödülleri (2021) kapsamında ses ve kurgu dallarında en iyi Oscar ödüllerinin sahibi oldu. Filmin festival yolculuğu ve adaylıkları devam ediyor. Filmin gösterim süreci korona salgını nedeniyle yön değiştirmek durumunda kaldı. Özellikle korona kısıtlamalarından en fazla etkilenen sinema, tiyatro, müzik eserlerinin sahnelendiği, gösterildiği ve insanların topluca bir araya geldikleri ortamların dijital platformlara çekilmesiyle birlikte Netflix, Amazon Prime, Blu TV, Mubi gibi platformlarda film izleme pratikleri nerdeyse gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Bütün bu gelişmeler sinema filmlerinin çekimi, dağıtım süreçleri, gösterim ve izleme pratikleri gibi birçok alanda çok yönlü, kalıcı değişim ve dönüşümleri de beraberinde getirdi ve getirmeye de devam ediyor.
Metalin Sesi filminin gösterim yolculuğu Amazon Prime’da devam ederken filmin daha fazla izleyiciye ulaşmasında sosyal medya ve dijital ortamlardaki film üzerine övgüler büyük rol oynuyor ve film kulaktan kulağa yayılmaya devam ediyor.
Metalin Sesi filminde Ruben ve Lou müzikle hayatlarını kazanan ve birlikte sahip oldukları karavanda sade ve mutlu bir yaşam sürdüren iki sevgilidirler. Ruben’in ani duyma kaybı yaşaması çiftin hayatının gidişatını tamamen değiştirir. İşitme testini yapan Doktor Ruben’e hızlı işitme kaybına karşı gürültülü ortamlardan uzak kalmasını ya da oldukça pahalı bir ameliyat olmasını önerir.
Filmde Ruben’in önce sorunu reddetme ve sonra sorunla yüzleşme, onu kabul etme ve onunla beraber yaşamayı öğrenme gibi uzun ve yorucu yolculuğuna izleyici de eşlik ediyor. Tıpkı bizim de gündelik hayatımızda karşılaştığımız ve karşılaşabileceğimiz sorunlar gibi konu bildik, tanıdık ama bir o kadar da uzak. Yönetmen bu bildiğimiz ama içine girmediğimizde uzağımızda olan sorunu yakın mercek altına alıyor ve bizi de bu sorunu görmeye ve farkındalığa davet ediyor. Ruben ve sevgilisi Lou için; küçük metal müzik gruplarıyla yıllık konser programlarına, karavanları ile her gün farklı bir ortamda günü selamladıkları kahveli sabah ritüellerine, izleyicilerin doldurdukları küçük konser salonlarına ve birbirlerine duydukları aşkla müziklerini icra ettikleri hayatlarına aniden veda etmek hiç de kolay olmuyor. Ruben’in ilk kısa süreli duyma kayıplarına verdiği tepki de bunun geçici olduğu yönünde oluyor. Doktorun önerilerini dikkate almıyor, duyma kaybı ilerledikçe krizlere giriyor ve sonunda sevgilisi Lou ile çözüm yolları arıyor. Bundan sonraki bölümde Lou önce sevgilisi Ruben’i işitme engellilerin yer aldığı bir terapi merkezine bırakıyor ve kendisi de yıllardır görüşmediği babasının yanına Paris’e gidiyor. Ruben, telefonu dahil hiçbir özel eşyasının kabul edilmediği bu merkezi önce dışardan bir gözlemci gibi anlamaya çalışıyor, daha sonra gruba beklendiğinden daha iyi uyum sağlıyor hatta duyma engellilerle birlikte icra ettiği vurmalı çalgılar performansı, işaret dilini öğrenmesi, merkezdeki diğer arkadaşlarıyla kurduğu ilişkilerle merkezin müdürü Joe’nun (Paul Raci) da güvenini kazanıyor. Joe eski bir Vietnam savaşçısı olarak ülkesine geri dönmüş, duyma kaybı ve savaş sonrası travmayı alkolle aşmaya çalışmış, bu nedenle ailesini kaybetmiş biri olarak sorunlarla yüzleşmeyi ve onlarla yaşamayı öğrenmeyi felsefi olarak kabul etmiş biri ve kilisenin desteği ile yürüttüğü bu merkezi de bu anlayış üzerinden yönetiyor. Rehabilitasyon merkezine gelen kişilerin her birinin kendi içine dönerek, bu yeni durumu anlamaları ve onunla barışık yeni bir hayata başlamalarını istiyor. Ancak Ruben’in beklentisi Joe’nun beklentisinden oldukça uzak kalıyor. Onun için işaret dilini öğrenmek ve bu şekilde yaşamak değil, eski yaşamına kaldığı yerden devam etmek önemli. Bu amaçla elinde kalan enstrümanları ve karavanı satarak kulak ameliyatı olup, Lou’nun peşinden Paris’e gidiyor. Ancak kulak ameliyatı ve koklear implanta karşın hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Tıpkı ameliyat sonrası duyduğu ses gibi, sevgilisi Lou’nun duyguları da değişmiş oluyor. Geçen zaman, yeni ilişkiler ve yeni ortamlara uyumu gerekli kılıyor ve yeni deneyimlerle hayatın akışını değiştiriyor. Geçmiş, Lou için artık özlenen bir anı haline geliyor. Filmin sonunda da Ruben, Paris’in kalabalık bir caddesinde arabalar, bisikletliler arasında yürürken artık kendi yaşamı için bir yol ayrımına giriyor.
Yönetmen Marder, Ruben’in işitme kaybı nedeniyle duyduğu öznel ses, konserde çaldığı bateri, karavandaki kahve makinesinin sesi, rüzgârda çıkan ağaç hışırtıları ve kuş sesleri ile birdenbire kaybolan ve bir fısıltıya dönüşen boğuk sesler arasında karşılaştırmalar yaparak hem Ruben’in yaşadığı duyma/duyamama ile ilgili git gellerini hem de izleyicinin bu süreci fark etmesini sağlıyor. Ruben karakterinin hissettiği, algıladığı, duyduğu ve artık duyamadığı tüm bu sürece ses betimlemeleri ile izleyiciyi de dahil ediyor. Film duyamayan insanların gündelik yaşam dünyasına ilişkin de bir farkındalık yaratıyor. Amerikan işaret dilinin öğrenilmesi, dudak okuma, titreşimlerin algılanması tüm bunlar gerçekte de duyamayan grupların filme oyuncu olarak dahil olmalarıyla daha gerçekçi kılınıyor. Böylece yönetmen bir yandan işitme engellilerin dünyasına izleyici davet ederken, öte yandan bu dünyanın daha az yaşanılır bir dünya olmadığını, bilakis hayatın kendisi olduğunu göstermeyi deniyor. Filmin temel sorusu belki de daha önce yaşanılan tüm travmaları, alışkanlıkları, bağımlılıkları geride bırakmış ve yeni kurduğu küçük ama mutlu dünyasında her şey iyi giderken, aniden kaybedilen duyma yetisi ile yıkılan cennetin yeniden inşa edilmesinin mümkün olup olmayışıdır. Filmde Ruben arzuladığı gibi Lou ile yarım kalan yaşamına devam edemiyor. Ama Paris’in işlek bir caddesinde oturduğu bankta insan, araba sesleri ve kilise çanlarının birbirine karıştığı gürültülü ortamda kulaklığını çıkarmasıyla başlayan sessizlik artık Ruben için farklı bir hayata devam edebilmesi adına farkındalığın kazanıldığı bir huzur ve yeni hayata başlangıcın bir karar anı oluyor.
Sonuç olarak bu film izleyeni hem büyülüyor hem de huzursuz ediyor. Bir an için insanın hem kendi kendisiyle hem de yakın çevresiyle ilişkilerini yeniden gözden geçirmesini ve film üzerine düşünmeyi talep ediyor.