YUSUF TUNA KOÇ Türkiye seçim gündemini henüz atlatamadan şimdi de S-400’ler üzerinden ABD ile yeni bir gerilimin eşiğine gelmiş durumda. Hem NATO içerisindeki pozisyonunu hem de Erdoğan’ın Suriye politikasını doğrudan etkileyen bu süreci eski müsteşar ve dış ilişkiler uzmanı Aydın Sezer ile konuştuk. • S-400 meselesinin temelde yarattığı sorunun sebebini sormak istiyoruz ABD’nin bu kadar […]

Dış politikamız belirsizlikler üzerine kurulu

YUSUF TUNA KOÇ

Türkiye seçim gündemini henüz atlatamadan şimdi de S-400’ler üzerinden ABD ile yeni bir gerilimin eşiğine gelmiş durumda. Hem NATO içerisindeki pozisyonunu hem de Erdoğan’ın Suriye politikasını doğrudan etkileyen bu süreci eski müsteşar ve dış ilişkiler uzmanı Aydın Sezer ile konuştuk.

• S-400 meselesinin temelde yarattığı sorunun sebebini sormak istiyoruz ABD’nin bu kadar sert şekilde karşı çıkmasının ve en başta Erdoğan’ın böyle bir alışverişe yönelmesinin sebebi sizce nedir?

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum, bu konu medyada doğru yansıtılmıyor. Aslen ABD, Türkiye’nin S-400 talebi ile ilgili olarak doğrudan ‘alamazsınız’ gibi bir ifadede bulunmadı. Onların ön plana çıkardığı mesele bir yanıyla işin teknolojik yanı. Bu basit bir diplomatik karşılık meselesi değil. İşin teknolojik istihbarat boyutunu çok önemsiyorlar. Çünkü bahsi geçen F-35’lerin kimi parçaları Türkiye’de yapılıyor. Dolayısıyla üretici firma, hem S-400 ithal eden hem de kendi ürettikleri bir nevi rakip teknoloji uçakların parçalarını yapan bir ülkede kendi teknolojilerine ait önemli istihbaratların sızabileceği korkusu yaşıyor. ABD’nin verdiği tepkinin sebebi ilkin budur.

İkinci olarak, NATO da farklı bir sebepten ötürü itiraz ediyor, daha doğrusu kaygısını belirtiyor. Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak, S-400’lere sahip olmasının, askeri teknoloji konusunda entegrasyona zarar vereceğini, işleyişlerini bozabileceğini düşünüyor. Ortada hava sistemlerinin hacklenebilmesi ihtimali de yatıyor. Dolayısıyla NATO da madem Türkiye bizim üyemiz, hava askeri teknolojilerini, uçaklarını da bizden sağlasın diyor. Bu iki mesele birbirinden farklı kaygılar. Türkiye S-400’lerin alınma sebebi olarak hava irtifa sisteminde doğan ihtiyacı gösterdi. Fakat eğer sebep buysa ve bu konuda bir ihtiyaç varsa bu sürecin sonunda F35 ya da Patriot alamayacağız ve daha da ciddi bir noksanlık oluşacak. Çünkü karşı taraf da bu sefer bize askeri ihracat anlamında ambargo uygulayacak ve bu savunma sistemlerimizi daha da zayıflatacak. Dolayısıyla gösterilen sebep, olası sonuçlarla uyuşmuyor. Burada asıl mesele iç politikaydı. Erdoğan’ın NATO’ya ABD’ye başkaldırıyor görüntüsünün iç politikada alıcısı var. Çünkü mesele eğer zafiyet meselesi ise bu hamle çok daha ciddi bir zafiyet yaratacak. O yüzden S-400 meselesi tamamen iç politika malzemesiydi.

Aydın Sezer

• Sizce S-400 restleşmesinin altında Türkiye’nin ABD ile Suriye üzerinden yaşadığı anlaşmazlığı da arayabilir miyiz?

Doğrudur Suriye meselesi de dahil buna. Biz Suriye iç savaşı başladığı zaman kimle müttefiktik ve kimle yola çıkmıştık? Biz orada ABD ile beraberdik ve ÖSO ile çalıştık, Esad’ı devirmek için. Fakat sonrasında Rus uçağının düşürülmesi olayı bizim için durumu değiştirdi. Türkiye’nin o dönem Rusya ile gerilim içerisine girmesi bir süre için çekilmemize sebep oldu. ABD o dönem bu boşluğu Kürtlerle ittifak yaparak doldurdu. Nitekim o dönem savaşın da doğrultusu değişmişti. IŞİD ile savaş halindeydi ABD ve bölgede aktif bir güç olarak YPG ile iş birliğine girdi. Biz Rusya ile sorunumuzu çözüp tekrar sahaya indiğimizdeyse Erdoğan ABD’ye YPG ile ittifak kurma biz senin doğal müttefikiniz bizimle beraber ilerle dedi. ABD de seçimini o dönem YPG’den yana kullandı. sonrasında Türkiye aslında iki buçuk yıl önce gerçekleşen bu meseleyi sürüncemeden bıraktı ve bugüne kadar getirdi. Yani bugün ABD ile Kürtler üzerinden karşı karşıya geliyoruz ve bir yol ayrımındayız. Türkiye ABD’ye meydan mı okuyacak yoksa işbirliğine mi gidecek? Eğer işbirliği içinde olunacaksa Halkbank meselesinin, İran ambargosu meselesinin ve S400’lerin olmaması gerekiyor, Türkiye’nin bu konularda durduğu pozisyonu değiştirmesi gerekiyor. Yani hem iş birliğine niyetli olup hem S400 ısrarıyla olmaz. Açıkçası bu ikilem de zaten sürekli kendinin milli ve yerli addeden bir siyasi iktidar için çok ucuz bir savunma.

• Geçtiğimiz dönemde Trump’ın Erdoğan ile bir telefon görüşmesi olmuştu. O görüşmede ve sonrasında hatta Trump Suriye’den çekileceklerini duyurmuştu ve ondan sonra görece daha sakin ilerlemişti ABD-Türkiye ilişkileri. O günden bugüne ne değişti?

Trump’ın telefonundan önce, TSK Fırat’ın doğusuna yapılacak bir operasyon için tüm operasyonları tamamlamıştı. Fakat Trump’ın arayıp çekiliyoruz demesiyle beraber müdahale kararın ertelenmiş oldu. Öyle bir algı oluştu ki o dönem, onlar hemen çekilecek biz de hemen operasyona başlayacağız. Bu algı da yine tabii iç politikaya yönelik bir algıydı fakat bunun böyle olmadığı kısa süre içerisinde görüldü. O telefondan kısa süre sonra Trump Kürtlere müdahale ederseniz ekonominizi mahvederiz diye bir tehditte bulundu hatırlarsanız. Türkiye ise buna yönelik herhangi bir yorumda bulunmadı. Ardından da ABD’nin Suriye’nin geleceğine ilişkin planları ortaya çıkmaya başladı. Bir tampon bölge planından söz edildi. Fakat onların bu tampon bölgeden kastı Kürtlerdi. Fakat, burada o tampon bölge Türkiye ile Kürtler arasında olacakmış gibi bir algı oluşturuldu. Tüm bunların üzerinden üç buçuk ay geçti şimdi. Türkiye bu konuların hiçbiri hakkında ne bir müdahalede bulundu ne de köprüleri attı. Şu an Türkiye dış politikasındaki temel sorun da bu. Belirsizlik. Bu belirsizlik dışarıdan da belli oluyor zaten. Yani sadece ABD açısından değil Rusya TV’lerinde de konuşuluyor bu gerçeklik. Orada da S-400’lerin Türkiye için bir iç politika malzemesi olduğu konuşuluyor. Şu an Türkiye’nin net bir planı yok. Ya bu S-400’ler gelince ona göre bir politika izlenecek ya da bu durum sürüncemede kalacak fakat işin diğer bir boyutu bu gerilimin sürmesi ekonomik sıkıntıları da büyütüyor. Yani o restleşmeyi yaptığımız ekonomik şartlarda değiliz şu an. Dolayısıyla askeriyeyi güçlendirmek diye anlatılan, böyle başlanan süreç şu an devasa ekonomik sorunlarımızın içine evrilmiş durumda.

• Suriye’nin bundan sonra nasıl şekilleneceğini düşünüyorsunuz peki? Ve Türkiye’nin pozisyonu nasıl olacak bundan sonra?

Türkiye bu savaşın başından bugüne kadar hem Batı güçleriyle hem Rusya ile savaşın her aşamasında yer almış ve tüm zararını da görmüş bir ülke. Yani ‘Esad gitsin’ diye çıkılan yolda şimdi ‘Esad’ı tanıyacak mıyız?’ noktasına gelindi. O noktada da işte Kürtler ikinizin de ortak gerilimli kaynağı, barışın deniyor. Suriye kendine özgü bir ülke çünkü orada çok farklı kimlik, etnik unsur olmasından dolayı süreç de farklı ilerliyor. Örneğin Türkiye şu an İdlib’de. Orada Astana sürecinden dolayı aslında Esad ile koordine halinde bulunuyoruz, Rusya’dan dolayı. Orada bulunma amacı Türkiye’nin HTŞ gibi terör gruplarından bölgeyi temizlemek. Bu açıdan da bir meşruiyeti var. Fakat aynısını Fırat Kalkanı ve Afrin meselesi için söyleyemiyoruz. Orada meşruiyet kaybı var. Bu bölgelerde çünkü rejimden çok Kürtlerin ve ABD’nin ne söylediği daha çok öne çıkıyor. Bizim için bundan sonra verilebilecek en iyi karar da Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunabilmesi. Ama bu bütünlük hangi otorite altında olacak. Esad’ın kalacağı noktasında artık tüm aktörler hem fikir. Türkiye’nin bu fikirde olmaması ise bizim menfaatimize değil çünkü orada rejim ile birlikte hareket edilmesi gerekiyor bundan sonra. Yani savaş bittikten sonra da orada kalmanın düşünülmemesi gerekiyor. Nitekim Suriye’de bütünlük sağlanmadığı sürece oradaki yakıcı terörün hem bize hem onlara zararı sürer.