Sokak aralarında, duvar diplerinde güzel yüzlü çocukların yürekleri kanamıştı. Adalet arıyorduk, adaletsizlikler bizi buldu. Evet diyecekler bu soluk mektuplar bunun kanıtıdır. O günlerde oradaydım.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Mahsus selam ederim
İllüstrasyon: Fahrettin Engin Erdoğan

Bülent FORTA

Kendi kişisel hikayemde olan  şey , uzun mahpusluklar boyunca  hep   dışarıdan mektuplar almaktı. Bu kez dışarıdan içeriye bir mektup yazıyorum. Üstelik yazılan mektupların başkası tarafından okunmasının tedirginliğini yaşamaksızın ,herkes okusun diye yazılan bir mektup bu.

Mektup; bu artık unuttuğumuz iletişim formu ,içerdeki insan için bir sevinçtir. Hatırlandığınızı bilmek, satır aralarında yazılanlara bakarak hayaller kurmak ve sonra aynı satırları bir daha bir daha okumak çocukça bir oyun gibidir. Hele yanıtlar yazmak, sözcükleri özenle seçmek, aralara küçük şiir parçaları eklemek kum taneleri gibi birbirine benzeyen günlerin süsü gibidir.

Soluk “görüldü” damgası en mahrem duygularınızın başkası tarafından izlendiğini hatırlatır.

İçerde olmanın en yakıcı durumlarından biridir bu. Ezop diliyle konuşup en yoğun duyguları kaleme dökme işinde giderek ustalaşmak zorunda kalır insan. Gidip gelen mektupların arasında içerinin zamanıyla dışarının zamanı aynı değildir aslında. Mekanın aynılığıyla birlikte zaman da aynılaşır. İçerinin zamanı hep şimdidir. Zamanı üstüne bindireceğiniz olaysızlık hali uzayıp gittikçe zaman duygusu da giderek anlamını yitirir.

İçerdeki insanın aklı hep dışarıdadır. Özgürlük en yalın haline indirgenmiştir; dışarıda olmak. Dışarıda olanların özgür olmadıkları bilinse de bu böyledir.

Kabul etmek gerekir ki dışarıdaki insanların aklı hep içeride değildir.Gündelik hayatın koşuşturmaları ,kent hayatının karmaşası,ülkenin sinir bozucu gündemi kısacası dünyanın binbir şekli  pek vakit bırakmaz düşünmeye.Bu asla bir unutma hali değildir aslında.Melih Cevdet’in Rosenbergler için yazdığı o güzelim şiirdeki gibi;

“Bir çift güvercin havalansa

Yanık yanık koksa karanfil

Değil bu anılacak şey değil

Apansız geliyor aklıma”

Osman’ın o bilge suskunluğu Can’ın, Mücella’nın direngen heyecanları, Çiğdem’in Mamak’ta bir açık görüşte masadan masaya koşturan küçücük hali, Hakan’ın,  Tayfun’un mütevazı bilgi dolu duruşları ve  sadece ismini bildiklerimin bir fotoğrafta bana bakan yüzleri “apansız geliyor aklıma”. Bu büyük adaletsizlik karşısındaki çaresizliğimiz mi, kendi ülkemizde yok sayılmanın kızgınlığımı bilinmez ruhumuza çökmüş bir tortuyla yaşar gibiyiz.

Ama yine de  biliyoruz ve inanıyoruz ki bu günler geçecek, içerdekiler dışarının büyük kalabalığına karışacaklar. Sonra bir gün kütüphanedeki kitaplarını düzeltmek isterlerken bir zarfın içinde solmuş mektuplar çarpıverecek gözlerine. Hüzünle dolaşacaklar satırların arasında. Ülkenin tarihindeki o büyük olayın ismi bilinenlerinden olmanın gururuyla bakacaklar hayata.Bak diyecekler arkadan gelenlere, o günlerde oradaydım.

Onbinlerce insan yüreklerinde daha güzel bir ülke özlemi  koskocaman bir meydana akmışlardı. Sokak aralarında, duvar diplerinde güzel yüzlü çocukların yürekleri kanamıştı. Adalet arıyorduk, adaletsizlikler bizi buldu. Evet diyecekler bu soluk mektuplar bunun kanıtıdır. O günlerde oradaydım.