Her doğan gün bir dert ama umut bedava, mücadele baki... Davalar açılıyor yine, yine kazanıyoruz. Ömür verdiğiniz, özgürlüğünüzden mahrum bırakıldığınız mücadeleniz sürüyor. O iş bizde dertlenmeyin, sıraya durmak için yeniden, sizi bekliyoruz.

Dışarıdan içeriye mektuplar: “Siz içerde biz dışarda,  duygular karşılıklı”

Tezcan Karakuş Candan - TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı 

Sevgili Dostlar,

“Zorunlu ayrılıkların özlemleri de büyük olur,” diyor şair. Hiç bu kadar özlememiştik sohbetinizi, kahkahalarınızı, varlığınızı. Her sabah ve her akşam kazındınız beynimizin, yüreğimizin en özel köşesine. Yüz hatlarınızı ezberledik her birimiz.

Verilen cezaya meydan okuyan mağrur gülüşünüz ve zafere kalkan elleriniz karşılıyor bizi her sabah, kocaman bir gün sizinle aydınlanıyor; Mimarlar Odası’nın girişinde güleç yüzünüzle. 

Siz o duvarlar arasına hapsedildiğiniz günden bu yana tam 357 gün geçti. Bir yıl oldu olacak. Bu hukuksuzluğu hiçbir zaman kabul etmedik, etmeyeceğiz de. Ertesi gün “vicdan zorbalığa karşı direnecek,” diye başladık sizsizliğin ve adaletsizliğin günlerini saymaya. Adalet size, ülkemiz bahara kavuşuncaya kadar, Mimarlar Odası’nın 1969 yılında elbirliği ile inşa edilen, TMMOB’nin direnişlerine şahit olmuş tarihsel mekânımızın tanıklığında söz verdik. O gün verilen adalet sözü ile 356 gündür nöbetimiz devam ediyor. Başkent’in göbeğinde baharın ortasında, ağaçlar çiçeğe durmuşken verdiğimiz söz baki.

Bilirsiniz Mimarlar Odası binası Konur Sokak’ta üç kamusal mekândan birisi. Kendi kamusallığımızla, sokağın kamusallığı ortaklaştı. Sizleri bir kez daha geçirdik sokağa. “Kim bunlar?” “Burada ne yapıyorsunuz?” diyenler oluyor pek çok kez. Bilmeyenlere, duymayanlara anlatıyoruz inatla; kadınlara, gençlere, amcalara, teyzelere ve çocuklara. Ziyaretçilerimiz de oluyor, bazen örgütler bazen örgütsüzler. Sizin için kurulan adalet masası aynı zamanda örgütlenme, yan yana durma masası. Öyle çok kişi geldi, öyle çok insanla tanıştık ki inanamazsınız, sizinle büyüdük bir kez daha. Gelenler tarihe not düşsün diye defter tutuyoruz, çıkınca okursunuz diye. Güzel sohbetlere tanık olduk, dünyanın meselesini konuştuk, paneller, söyleşiler yaptık. Üniversitelerden hocalarımız geldi nöbeti devraldılar. Emekliler geldi, Odalar geldi, sendikalar geldi, doktorlar geldi, saysam satırlar bunlarla dolacak saymayayım. Anlayacağınız gelenler geldi, gelemeyenler gıpta etti. Gelmeyenleri de biz not ettik. Siz çıkınca büyük gıybet var, geceleri gündüzlere katacağız elbet.

Gün biterken, adaletsizlik tahtasına bir daha eklenirken Yunancada ışık anlamına gelen, ânı ölümsüzleştiren ışığın gücü fotoğrafa durduk, tarihe düşülen ışığımız olsun diye. Nöbet sırasında Mimarlar Odası’nın bahçe demirlerine astığımız 3x1,5 metrelik bir pankartımız var. O pankartla birlikte fotoğraf çektirmeye çıktığımızda, selam durur gibi duruyor insanlar sokakta, deklanşöre basılana kadar. Çocukken oynadığımız “don” oyunu gibi, “bir, iki, üç don.” Yürüyenler donuyor, biz donuyoruz. Aceleciler eğilerek geçiyor. “Destekliyoruz” diyenler sesini yükseltiyor, bazen de yanımıza gelip kareye giriyorlar.

Her akşam gün batmadan Konur Sokak’ta, Başkent’in en mutena mücadele alanında çekilen fotoğrafla yakaladığımız aydınlık, bir saygı duruşu aynı zamanda. Nefesler tutuluyor, ‘biraz sağa, yok yok sola, evet evet sola” tamam şimdi deyince herkes “peynir,” değil, umut diyor. Keza peynirin kilosu iki yüz liraya dayandı. Umutla, özlemle çekiliyor fotoğraflar, bir saygı öz çekimi gibi Gezi’ye, büyütenlere, size; bilesiniz. Deklanşörün sesini duyunca, gün sizinle batıyor bizim için. Sonra fotoğraflar yayılıyor sosyal medyada. Hep aynı görsel, önde siz arkasında biz. Hep aynıyız hiç ayrılmamışız, siz ve biz bir aradayız, fotoğraflar tanığımız. 

Fotoğraf çektirirken Konur Sokak’ta bir çizgimiz var, onu geçmiyoruz. O çizgi sınırımız. O sınırı hep birlikte çizdik, o bizim kamusalımız. Emniyet o çizgiden geçemiyor. Fotoğrafın arkasında iki ağaç var onu ortalıyoruz. O ağaçları 10 Ekim‘de katledilen dostlarımızın isimleriyle ördü 10 Ekim Derneği. Rengârenk. Ağaçların arasından, sizin için yaptırdığımız kocaman pankart görünüyor. Binanın boyundan 3 metre küçük. Bu ikinci pankart. Öylesine büyük ki, ilki zamana ve rüzgâra dayanamadı altıncı ayında. 

Kışın soğuk günlerini geçirdik. Soğuk da olsa dışarıdan içeriye girmedik hiç. Çok üşürsek, biraz zıpladık, ellerimizi ovuşturduk, sobayı yaktık. Bir de Duygu bize çok güzel çorbalar yaptı yaz ve kış gününde, çıkınca mutlaka onun çorbasından içelim hep birlikte. Yazın soğuk çorba ile kararlılığınızda serinledik. Kışın yayla çorbası, mercimek çorbası, tarhana çorbası bir de gülüşünüzle ısıttık soğuyan ellerimizi. Kaç bayram geçirdik siz yokken ama bayram seyran demedik devam ettik, bilinmez bir şafağı sayarak. O şafak sökecek, son çizgiyi birlikte atacağız elbette. Her bayramda, her hafta sonunda programlarımızı yaptık. Sizi hiç ama hiç yalnız bırakmadık. Bu yıl Ankara’ya pek kar yağmadı. Yağsaydı eğer, kardan adam dersem Mücella Abla kızar “cinsiyetçi” diye kardan insanlarınızı yapacaktık olmadı. Artık seneye birlikte yaparız kardan insanları.

6 Şubat’ta depremle binlerce canımızı kaybettik. “İnsanlar sağlıklı mekânlarda yaşasın, ölmesin,” diye birlikte mücadele ettiğimiz, içerde, dışarda, mücadelede dirsek çürüttüğümüz bu dünyada, anlamak istemeyenlerin bize yaşattığı bu büyük acı hâlâ yüreklerimizde. Yıkılmış, yok olmuş toz bulutları arasında kadim Antakya’nın, Kurtuluş Caddesi’nde ayakta duran iki katlı Mimarlar Odası Hatay Şubesi’nin binasında yine gördük sizi, oradaydınız, yanımızdaydınız. Onca enkazın arasında sapasağlam duran pankartınız selamladı bizi. Kurtuluş Caddesi’nde kurtuluşumuz güzelliğinizde, inancınızda, kararlığınızda bir kez daha hissettik orada. 

Ezcümle, siz içerde biz dışarda, duygular karşılıklı. Hayat ise Cahit Sıtkı Tarancı’nın 35 yaş şiirinde takılı kalmış gibi: “gökyüzünün başka rengi de varmış, geç fark ettik taşın sert olduğunu, su insanı boğar, ateş yakarmış, her doğan günün bir dert olduğunu, insan bu yaşa gelince anlarmış” diyor ya, işte öyleyiz biz de.  Her doğan gün bir dert ama umut bedava, mücadele baki... Davalar açılıyor yine, yine kazanıyoruz. Ömür verdiğiniz, özgürlüğünüzden mahrum bırakıldığınız mücadeleniz sürüyor. O iş bizde dertlenmeyin, sıraya durmak için yeniden, sizi bekliyoruz. 

Yüz hatlarınızı ezberledik her birimiz. Verilen cezaya meydan okuyan mağrur gülüşünüz ve zafere kalkan elleriniz karşılıyor bizi her sabah, kocaman bir gün sizinle aydınlanıyor. Her akşam görüşmek üzere uğurluyor bizi Mimarlar Odası’nın mekânsallığında. “İşiniz mi yok?” demeyin, valla işimiz yok.  

Sevgili Mücella Abla, Can, Tayfun ve size yoldaş olan güzel canlar çıkacaksınız, sonra o son adalet nöbeti fotoğrafını birlikte çektireceğiz ve nöbetleri birlikte bitireceğiz. İçeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bin umutla, dostça kalın…