Distopik evreye Soma’da girdiğimizi fark etmiştik.

Soma’da anlamıştık ki duygusal gelişimi durmuş, çevreyi ve insanı kendi çıkarları doğrultusunda kıstıran, ilkel insan mantığına sığınan, ölüme sersemletici süratle yabancılaşan “alçak” bir yere toplamışlardı bizi.

Zaten ekmek almaya giderken “narsist güç toptancısı” tarafından talimatla öldürülen küçük Berkin’imizden sonra hepimiz, kan bulaşan ekmek boğazından geçmeyen “terbiyesiz herifler ve ahlaksız kadınlardık.”

Varlığımızı onların distopyasına armağan sanıyorlardı. 

Dertleri; kirli ve karanlık iktidar anksiyetesini, ancak insan irade ve azmini sakatlayarak, felç ederek yatıştıran, agresif, husumetçi “siyasi otoritenin” tek yönetim pratiği, büyüme cinnet sömürgesi olarak kullandıkları memleketi, “milli ikna ve denetim odasına” çevirmek...

Ve çıkarttığı savaş yasalarını “sömürge hukukuna bile sahip olmayan” halkına ve onların yerüstü ve yeraltı kaynaklarına doğrultmaktı.               

Soma; yalnızca vandalca mülkiyet transferiyle meşrulaşan mafyöz siyasetin despotizmine örnek mekânı değildi...

Soma, Türkiye türedi zengin “ekonomi politiğinin”  lümpen sermaye, siyasi elit ve yoz hukuk sistemi tarafından gerçekleştirilen ihtişamlı bir iç talan olduğunu da ifşa etmemişti.

Soma aynı zamanda “büyüme mitosu” jenerik isimle üretim bandına, yollara, şantiyelere “sistemik atık”, insan cesetleri atan “katliam ve saldırı rejimini” ön cepheden gördüğümüz tarihti.

Ve tabii ki siyasi muktedir ve kadrosu Soma’da açık cinai etkinlik alanını şeritleyip bilinç zedeleyen söylem, tiksintili tokat, hınçlı tekme, beti benzi atmış bakanlar, onlarca tomasıyla derin bir mıntıka temizliğine girişmişti.

Zorlanınca da üç gün sonra kalantor, pişkin tektonik kiracısı, sapkın üretimine yıllardır milyarlarımızı kaptırdığımız, “dayıbaşı feodal sömürü müessesesi” üzerine kurulmuş Soma holdinge karşıt  propaganda başlatmıştı.

Çünkü 21. yüzyılın merdivenaltı emek ve köleci imalathane coğrafyalarına bile “enerjik yakıtı insan kanı olan kalkınma modeliyle” ibret olan iktidar, küresel ölçekte rakipsiz kaldığı “katliam ve saldırı rejim” maskesini Soma’yı tekmelerken düşürmüştü.      

Madenci Gökhan anlatmıştı.

Soma’da arkadaşlarını kurtarmak için ocağa giren Gökhan, 50-60 tane cesedin kömür bantlarına yığıldığını görmüş.

Üretim sekteye uğramasın diye yangın dahil acil durumda “durdurulmayan” bantlar  sonunda durmuş ve aşırı basınçtan ağzı, burnundan kan gelen madenci cesetleriyle dolmuştu.

Gökhan, akabinde ölü madencilere sanki yaşıyormuş gibi “oksijen maskesi” takıldığını ve yeraltından çıkartıldığını dehşetle aktarıyordu.

İnsan onuru, şerefi, emeği, ekmeği ve canını çalan ve çürütenler “hileli tezgâhlarında” öldürdüğü kurbanlarına yaşarken esirgediği “oksijen maskesini” takıyor ve tahakkümcü düzenbazlık cesetlerimize kadar uzanıyordu.

Biliyorduk onurunu ve insanlık haysiyetini kaybedenler, başkasının onuru olduğuna inanmazlardı.

Her indirilen şalter, basılan buton, hareket eden kepçe hep aynı “süreci” sil baştan yaşatıyor ve  dirisi üç kuruşla ıslah edilen, ölüsü üretim bandına atılmış  kalabalık naylon terlikli mülksüzleri hafriyat çukuruna bırakıyor, arkasına bakmadan, yeni cinayet mahalli toplu açılışına çılgınca koşturuyorlardı.          

Geçen hafta Ermenek’te, Isparta Yalvaç’ta bu hafta kim bilir hangi mafyöz “birikim” havzasında “ekonomik/siyasi/adli katliam ve saldırısını” sürdürecekti.  

Distopik evre, insan olanın “buharlaştığı” içine hayat diye “yuvalandığımız” bu felaketler örgütlenmesiydi.

Daha ne olsun ki!