Referandum öncesi ve sonrası televizyonlarda aynı yüzleri izliyoruz. 'Evet', yıldızları ya da 'yetmez ama evet' yıldızlarını

“ Unutma: gerçekler gürültü patırtı sevmez.”

                                              NERMİ UYGUR

 
Referandum öncesi ve sonrası televizyonlarda aynı yüzleri izliyoruz. ‘Evet’, yıldızları ya da ‘yetmez ama evet’ yıldızlarını bir de televizyonların değişmez yıldızları olan sözüm ona kanaat önderlerini izliyoruz.

Yıllardır Türkiye’yi aynı erkekler ve kadınlar anlatıyor. Yeni yüzler, yeni sesler, yeni sözcüler bulamıyoruz. Bulunan yüzler eski yüzler yenisi yok gibi… Sesler dingin, kendi olmayan ve bağıran sesler. Kendi düşüncesinin sözcüsü değil başkalarının sözlerinin sözcüsü olan konuşmacılar ne çok. Ne dayanılmaz.

Siyasi partilerin sözcüleri de yıllardır partilerinin değil liderlerin sözcüleri olarak konuştular. Sorunların sözcüleri de öyle. Oysa özgün, yürekli, kendi olan, ezber bozan konuşmacılara ne çok gereksinim var. Asıl sorunun çözümüne katkısı olacak bu tür özgün kısacası tribünlere oynamayan sözcüler değil mi?

Geçtiğimiz günlerde CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın ‘Tarafsız Bölge’ programında Diyarbakır’dan yazar Şeyhmus Diken’i dinlerken; acılardan süzülmüş, dingin, kendi olan bir sesi, gözlemi, tanıklığı, düşüncenin özgünlüğünü özlediğimi anladım.

‘Kürt Sorunu’na kendi penceresinden bakıyor, yaşadıkları, tanıklıkları ve aydın birikimiyle soruları yanıtlıyor, empati isterken; ne çok empati yaptığı örneklerinden, dilinden dökülüyor. Sözlerini yutkunmadan, çatışma dilinden uzak, sakin sakin söylüyor.

Bir kez daha sözünün; yürekli sözcüsü olan özgün sesleri, dinledikçe çoğaldığımı görüyorum.

“ SAVAŞ UZADIKÇA KİRLENİR.”

Bölgede Kürt iş adamı olarak kalan ve referandumda ‘Evet’diyen Raif Türk’ün iş makineleri yanınca; Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ezber bozdu.

“ Saldırıyı ‘kabul edilmez’ buluyorum. Benim duygu dünyamda yaratmış olduğu şudur. Ha Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi şantiyesindeki makinelerimiz yakılmış, ha bir işadamımızın mermer ocağı basılmış, iş makineleri yakılmış. Her fırsatta ‘Diyarbakır güvenli bir kenttir, gelin yatırım yapın’ diyoruz. Şimdi ben ne diyeceğim? Nedeni ne olursa olsun kabul edilemez. Hele hele bu işadamımızın fikrinden kaynaklıysa; bu, daha da kabul edilemez. 40 yıldır insanlarımız özgürce düşüncelerini ifade etsin diye mücadele ettik, bedel ödedik. Açıkça söylüyorum en çok da örgütün kendisi bedel ödedi. Şimdi kalkıp bir insanı fikrinden dolayı cezalandırmak, kendimizle çelişmektir. Taban tabana zıt hale gelmektir.”

Baydemir’in, can alıcı cümlesi: Savaş uzadıkça kirlenir.

Osman Baydemir, insan hakları savunucusu olarak uzun yıllar çalıştı. Acılardan öyle süzüldü ki, anlatılmaz yaşanır. Tüm yaşananlara karşın yaşama dört elle sarıldı, evlendi, baba oldu. Kısacası risk almayı seven bir kimlik olduğunu izledikçe görüyor; içtenliğinden asla kuşku duymuyorum.

Diyarbakır’dan iki yürekli, sözü olan, mücadelesi olan özgün ses...

Bu tür sesler Kürt ve Türk halkı içinde yükseldikçe dağ gibi sorunlar çözülmez mi?

Latin Amerika’nın vicdanı Pablo Neruda’nın bir şiiri ile bitirelim:
 

OĞULLARI ÖLEN ANALARA TÜRKÜ

Dursun yas esvaplarınız.

Yığın derleyin,

Gözyaşlarınızı,

Bir metal oluncaya kadar:

Bununla vuracağız,

Gündüz gece;

Bununla çiğneyeceğiz,

Gündüz gece;

Bununla tüküreceğiz

Gündüz gece

Kin kapılarını,

Kırıncaya kadar.