Dört kişilik dev kadro
Tuğça Şener
Geçtiğimiz yıl Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan atamalar ülkedeki akademik camiada büyük tepki çekmişti. Gelinen son noktada duruma birlikte bakalım istedim bu hafta. Atanmış rektör Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, atanmış rektör yardımcıları Prof. Dr. Gürkan Selçuk Kumbaroğlu ve Prof. Dr. Fazıl Önder Sönmez.
Peki, ne yapar rektör, görevi nedir? 18 Şubat 1982 tarihli resmi gazetede yayınlanan Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği’ne göre Rektör, üniversitenin ve bağlı birimlerinin öğretim kapasitesinin rasyonel bir şekilde kullanılmasında ve geliştirilmesinde, öğrencilere gerekli sosyal hizmetlerin sağlanmasında, gerektiği zaman güvenlik önlemlerinin alınmasında, eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerinin devlet kalkınma planı ilke ve hedefleri doğrultusunda planlanıp yürütülmesinde, bilimsel ve idari gözetim ve denetimin yapılmasında ve bu görevlerin alt birimlere aktarılmasında, takip ve kontrol edilmesinde ve sonuçlarının alınmasında birinci derecede yetkili ve sorumludur.
Az iş değil, rektör olmak istemezdim doğrusu.
Boğaziçi Üniversitesi’nde altı fakülte, iki yüksekokul var. Gelin bu altı fakültenin dekanlarına da bakalım: Eğitim fakültesi dekanı Prof. Dr. Fazıl Önder Sönmez; Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Naci İnci; Hukuk fakültesi dekanı Prof. Dr. Selami Kuran, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gürkan Selçuk Kumbaroğlu. İletişim ve Mühendislik fakültelerinde dekan yok ama dekan vekili var; sırasıyla Prof. Dr. Gürkan Selçuk Kumbaroğlu ve Prof. Dr. Fazıl Önder Sönmez. Bir rektör, iki rektör yardımcısı ve altı dekan, toplamda 9 kişilik bir ekip. Yazım yanlışı yok, Boğaziçi tablosunda 4 kişiye karşılık geliyor.
Rektör ve yardımcılarının iş kapsamının pek de hafif olmadığını gördük. Peki dekanlık nasıl bir iş? Yine aynı yönetmeliğe baktığımızda dekan fakültenin ve bağlı birimlerinin öğretim kapasitesinin rasyonel bir şekilde kullanılmasında ve geliştirilmesinde, gerektiği zaman güvenlik önlemlerinin alınmasıyla, öğrencilere gerekli sosyal hizmetlerin sağlanmasında, eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesinde, bütün faaliyetlerin gözetim ve denetiminin yapılmasında, takip ve kontrol edilmesinde ve sonuçlarının alınmasında da rektöre karşı birinci derecede sorumlu kişi olarak belirtiliyor. Bu kadar sorumluluk ve bu kadar iş yükü kolay lokma değil!
Bitmedi, bir de senato var:
“Senato rektörün başkanlığında, rektör yardımcıları, dekanlar ve her fakülteden, fakülte kurullarınca üç yıl için seçilecek birer öğretim üyesi ile rektörlüğe bağlı enstitü ve yüksekokul müdürlerinden oluşur” diyor aynı yönetmelik.
İnanılır gibi değil! Hem rektör hem fen fakültesi dekanı olduğu için Naci Hoca’ya mı üzülsem, hem rektör yardımcısı hem iktisadi ve idari bilimler fakültesi dekanı hem de iletişim fakültesi dekanı olarak üç görevde birden bulunmak zorunda kalan Gürkan Hoca’ya mı üzülsem, yoksa hem rektör yardımcısı hem eğitim fakültesi dekanı hem mühendislik fakültesi dekanı hem de az önce yazmaya yer bulamadığım öğrenci işleri dekanı olarak dört göreve birden atanan Fazıl Önder Hoca’ya mı üzülsem inanın bilemedim. “Koskoca Boğaziçi Üniversitesi” diyoruz, akademisyenlerine camiada ayrı bir yer veriyoruz, ülkemizin gururu diye bahsediyoruz ama meğer bu görevlere atanabilecek kimse kalmamış, tüm yük bu dört yürekli, cesur ve çalışkan hocamıza kalmış, inanabiliyor musunuz?
Babama, abime böyle bir iş yükü verseler şahsen ben istemem. Bu insanların bir eş ve baba olarak sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için vakitleri ve enerjileri kalıyor mudur? Düşünmek dahi istemiyorum.
Üniversitede en çok yükü araştırma görevlileri çeker. Bir yandan doktora veya yüksek lisans derslerine devam ederler, bir yandan tezlerinin araştırma ve yazımı vardır, bir yandan da asistanlık yaptıkları dersler için içerik hazırlama, ödev takibi ve sınav okumak gibi ek görevleri yerine getirmeleri gerekir. Doktora sonrası araştırmacının ise görece en rahat konumda olduğu söylenebilir. Kendisinden beklenilen en önemli şey, projesini hayata geçirmesi ve makale yayınlamasıdır. Ne kadar çok makale yayınlarsa akademik olarak o kadar takdir görür ve ilerleme fırsatı yakalar. Akademik yaşamının sonuna kadar doktora sonrası araştırmacı olarak kalma şansı olsa eminim birçok akademisyen bundan şikâyetçi olmazdı. Ne var ki bir süre sonra akademisyenler de bir düzen ve aidiyet istiyor. Haliyle hangi üniversitede uygun pozisyon varsa oraya gitmek değil, daimi kadrosunun olduğu bir yerde akademik yuvasını kurmayı hayal ediyor. Bu noktada akademik hayatına doçent olarak devam eden akademisyenin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri, tüm vaktini araştırmaya yöneltmeye alışmışken omuzlarına binen ek görevler oluyor. Artık sadece araştırma yapmak ve makale yazmak değil, ders ve sınav hazırlamak, öğrencilerle iyi bir etkileşim içinde olmak ve hatta yüksek lisans ve doktora öğrencilerine danışmanlık sağlamak gibi görevler de ekleniyor. Hiç mi rahat yok dediğinizi duyar gibiyim. Görece rahatlık ancak profesörlük kadrosuyla geliyor. Hali hazırda onca yıldır vermiş olduğunuz derslerin içeriğini güncel tutmak dışında yeni bir zorluk çıktığı söylenemez. Tabii ki makalelere ve tezlere devam.
Şimdi sizden şunu düşünmenizi istiyorum. Bir akademisyen ki onca çalışmasının ardından profesörlük kadrosunu almış, ununu elemiş eleğini asmış, akademinin cefasını çekmiş sefasını sürme aşamasına gelmişken kendisine verilen hem rektör yardımcılığı hem de üç dekanlık görevini birden üstlensin. Türkiye’de 21. yüzyılda akademinin geldiği son durum bu olmamalıydı.