Şirin Tekeli’nin tek cümle ile feminizmi “Kadınların dünyayı kendi gözleriyle görmesi” diye tanımladığını düşündüğümüzde, göz daha çok anlam kazanır. Önce görmesi, sonra gördüklerini aktarırken kendi dilini ve enstrümanlarını geliştirmesi...

Düne, bugüne, mor iğnelere...

Ekin Akyaz
Hande Gazey

Şirin Tekeli Kazete yazılarından birinde iki kadın müzisyene şapka çıkartır; Ayşe Tütüncü ve Çimen Seymen. Yazısının sonunda “Kota kürtaj yasası ve bitmez tükenmez şiddet yorgunu kadınlara, muhteşem iki kadınımıza şapka çıkararak ufak bir soluk aldırmak istedim” der. Belki Şirin Tekeli’yi uğurlayan kadınlar, bugün onun seçkileri ile soluk almak isteyebilirler.

“Kadınların tarihi kavramı, tarihte hep, yükseliş halinde olan bir kadın hareketi ile birlikte önem kazanmış, hareketin yükselişine koşut olarak dirilmiş ve kadınlar kazanımlarını koruyamamışlarsa yeniden unutulmuştur. Bu 'makus talihi' kırmanın bir yolu, tarihimize kararlı bir biçimde sahip çıkmamız, onun izlerini, belgelerini, eserlerini bilinçle korumamızdan geçer. Bu birikimin sağlayacağı bilgi, kadınların haklarına kavuşmalarını sağlayacak olan savaşımın en önemli araçlarından biridir.” Şirin Tekeli’nin bu cümleleri Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin açılış konuşmasından. Korumamız, saklamamız ve bilmemiz gerektiğini söylediği, Türkiye’de kadınların uğradıkları haksızlıklar karşısında bilinçlendikçe, yan yana geldikçe ve değiştirmek için mücadele ettikçe yazdığı tarihin Şirin Tekeli’nin de bizzat tanığı ve eyleyeni olduğu bütünü bir yazıda ele almak imkansız. Yine de bugün bize dokundukları yerden ilk adımlara bakmayı deneyeceğiz.

87’ye gideceğiz, Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası’na. Çankırı yargıcı, yörenin örf ve adetlerini vurgulayıp “kadının karnını sıpasız, sırtını sopasız komamak” sözüne atıfla kocasından şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açan bir kadının talebini reddeder

-Yargıcın gerekçesi tanıdık mı? “Yöresel değerler” bugün de bizim karşımıza fiili yasalar olarak çıkmıyor mu sokakta, iş yerinde, mahkemelerde? Mevcut medeni kanuna rağmen!

O dönemde de kadınlar devlete Medeni Kanun’u ve daha yeni imzalamış olduğu Uluslararası sözleşmeyi (CEDAW) hatırlatır ve 17 Mayıs 1987’de “Kadınların dayak yemesini meşrulaştıran tüm anlayış, örf ve adetleri kınamak ve dayaktan başlayarak kadınlara karşı uygulanan her türlü ayrımcılığın sona ermesine dek vereceğimiz mücadeleyi başlattığımızı ilan ediyoruz” diyerek yürürler.

Güçsüz, geleceksiz bırakılmak istendiğimiz, bedenimizin ve hayatımızın üzerinde karar hakkımızın ve haklarımızın yok edilmek istendiği bugün, mücadelemizin tarihi, adım adım örülüşü, devamlılığının bilgisine sahip olmak, kendisine dayatılana ‘Hayır’ diyen kadınların gücü; o mücadelenin yarattığı kazanımlar da öncelikle barikatın kurulacağı nokta. Şirin Tekeli’nin ifadesi ile söyleyelim “erkeklerin sırtını yasladığı devlet, din, aile ve gelenek duvarı”na karşı haklarımızı savunma, yine kadınların mücadelesi ile kazanılmış yasal dayanaklarımızı hatırlama, koruma ve laik, kadın erkek eşitliğinden geri gitmesi mümkün olmayan bir hukuk sistemini savunma vurgusu yapmayı önemsiyoruz. O zaman öncelikle bir birikimden güç alarak bunu ifade edişimiz selamımız olsun.

Kadınların nasıl ve ne zaman “gözlerini de verebilecek” bir noktaya gelebildiklerini aşk ve bağlanma ilişkisi içerisinde sorgulayan, İspanyol kadın yönetmen Iciar Bollain’in ‘Gözlerimi de al’ filmini anımsarsınız, ‘görme’nin kuvvetli bir sözü vardır. Şirin Tekeli’nin tek cümle ile feminizmi “Kadınların dünyayı kendi gözleriyle görmesi” diye tanımladığını düşündüğümüzde, göz daha çok anlam kazanır. Önce görmesi, sonra gördüklerini aktarırken kendi dilini ve enstrümanlarını geliştirmesi... Daha açık bir ifade ile onun için “Feminizm, kadınlara, kadın-insan olma yolunda cesaret veren ya da kadınlar için ‘kadınca’ denilen yaşam biçiminin sınırlılığını, yetmezliğini ortaya koyan bir düşüncedir.” Yani feminizm, kabaca bir entelektüel alana hapsedilmeyecek kadar yaşama içkin ve alışıldık deyimiyle kabuk kırma becerisidir.

O kabuğun kırıldığı yerden biz bugün ‘Biz varız, buradayız’ diyoruz. O kabuğu kıran gücün bizim sesimiz, sözümüz ve ‘dünyayı kendi gözlerimizle görüşümüz’ olduğunu bilerek. Üzerimizdeki baskıya karşı hayatlarımıza ve haklarımıza sahip çıkıyor, siyasal islamla beslenmiş erkekliğe ‘adlı adınca’ kafa tutabiliyoruz.

‘Adlı adınca’ kafa tutabilmek ve bunu yaşama içkin kılabilmek önemli. “1980’lerin başında hepimiz ‘mahcup feminist’lerdik” diyor Şirin Tekeli, Somut’ta yazdıkları ilk feminist yazıları hatırlarken ve o mahcubiyeti de mücadele içerisinde adım adım aştıklarını anlatıyor. Yayınevleri, dernekler, vakıflar kuran; dergiler çıkartan, kitaplar yazan; usanmadan konuşan, eylemler yapan, yasaları değiştiren kadınların mücadelenin adını koyuşunun hikayesini işaret ediyor.

Şirin Tekeli, Türkçe’ye kendisinin kazandırdığı Adree Michel’in Feminizm kitabının önsözüne yazardan alıntıyla başlar; “Kadınların tarihi her şeyden önce baskı altına alınışlarının ve bunun gizlenişinin tarihidir. Zaten gizleme de baskının bir parçasıdır.” ‘Açığa çıkarmayı’ neden vazife edinmemiz gerektiğini de vurgulamış olur böylelikle. Feminizmin tarihi de bu açığa çıkarmalar tarihidir bir anlamda, feminizmin dili, bunu karşılayacak şekilde gelişmeli, kesinleşmelidir. Ve elbette Tekeli için esas amaç; feminizmin kavramlarının daha iyi karşılandığı bir dünyadan çok, bu kavramların geçersiz kılındığı bir dünyayı yaratabilmektir.
Bu dünyayı değiştirme talebidir elbet. Dilin gelişimi de dünya ile paralel değişimi de ancak kadınların yaşamının ortasında olmasıyla mümkün. Kadınların yaşamlarının akışına değebilen buluşma biçimlerinin yaratılması, yan yana gelen kadınların dokundukları yeri değiştirebilmesi ile.

Bir veda ve teşekkür yazısı yazmaya çalışırken bile gülümsetiyor bizi kadınların tarihi ve renkli mücadelesi. 80’lerin sonunda, dayağa karşı dayanışma kampanyasının ikinci adımı bir şenlik yapmaktır! Evet yanlış duymadınız, dayak ve şenlik. Şirin Tekeli’nin ifadesiyle bir mücadele kültürünün oluşturulmasının bir ayağı olan şenlik. Her kadının kendi yaratıcılığının gelişmesini talep eden, ortak kültürümüzü geliştirdiklerimiz ve yadsıdıklarımızla dayanışmanın harcı yapan, kadınların özgürlük mücadelesine bu kültürle güç katmak isteyen, bunu bir şenliğe dönüştüren, kendi ihtiyaçlarına göre mücadeleyi çeşitlendiren ve biçimlendiren adımlar. Bugüne bakınca, sokakların en kapalı olduğu zamanlarda bile dokundukları yeri değiştirebilmelerini sağlayan kadınlarda, bu şenlikli muhalefet mirasının etkisini görmemek mümkün mü?

Biz hayatında Şirin Tekeli ile tanışma fırsatı bulamamış iki genç kadın olarak bu yazıyı yazma cesaretini hem “yapacak daha çok iş var top 5. ve 6. kuşak feministlerde” pasından hem de bugünü, bugüne kalan izleri ve adımları konuşabilme rahatlığından aldık. Biz de anısına selam verirken düne ve bugüne bu kısıtlı alanda dokunmaya çalıştık.

Bu yazının yazıldığı gün kadınlar morlara bürünerek uğurladı Şirin Tekeli’yi. Bir bilgi olsun mahcupluk sıyrılıp atıldı elbette ama mor iğneler hala bizimle.