Google Play Store
App Store
Dünya Öğretmenler Günü’ne dair
Fotoğraf: İHA

Mustafa DEMİR

“Dünya Öğretmenler Günü”nün tarihsel dayanağını, 5 Ekim 1966’da Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) önderliğinde düzenlenen ve Türkiye’nin de temsil edildiği hükümetler arası bir konferansta alınan, “Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiyesi” kararı oluşturmaktadır. Bu kararın alınmasında o günkü uluslararası öğretmen örgütlerinin çaba ve katkıları da önemli bir yer tutar. Bu “tavsiye belgesinde” öğretmen adayının seçiminden, öğretmen eğitimine; öğretmenin işlev ve sorumluluklarından, mesleki yaşam koşullarına değin pek çok konuya yer verilmiştir.  Ayrıca bu “tavsiye belgesi”, aynı zamanda uluslararası düzeyde yapılmış bir toplusözleşme niteliği taşımaktadır.

∗∗∗

İşte Türkiye Hükümeti’nin de kabul edip altına imza attığı bu “tavsiye belgesi”nin karara bağlandığı gün olan “5 Ekim”, yine içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu yüzden fazla ülkede 1974’den itibaren, öğretmen sendikaları ve eğitim örgütleri tarafından “Dünya Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır.

Türkiye Hükümeti’nin altına imza atığı bu belgeye rağmen, gelmiş geçmiş hükümetlerin yükümlülüklerini yerine getirdiğini söylememiz olanaklı değildir. Ülkemizde öğretmenler, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve özlük haklar açısından son sıralardadır.

∗∗∗

Yıllar içinde öğretmenlerin aldıkları ücret ve diğer ödemeler doğal olarak artmıştır.  Ancak bu artış rakamsal olup reel gelir artışı değildir. Tersine öğretmenlerin, özelikle de mevcut iktidar döneminde reel gelirlerinde belirgin bir azalma söz konusudur. Hata yıllık artış, iyileştirme, enflasyon farkı, kök aylık ve seyyanen zam adı altında verilen ücret zamları bile öğretmen ve eğitim kurumlarında çalışanların ücretlerimdeki reel azalmayı giderememektedir.

Devlet okullarında ücretli çalışan öğretmenlerin aldıkları ücretler ise tümden içler acısıdır ve hatta açlık sınırının altındadır. Ayrıca bu öğretmenlerin işvereni devlet olmasına karşın ne iş güvencesi ne de mesleki güvenceleri vardır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu ise toplumun ve ülkenin kanayan yarası olarak bir kenara bırakılmıştır.

Kamu da devlet memuru statüsünde çalışan öğretmenlerimizin önemli bir bölümünün yaşamlarını parasal olarak normal koşullar içinde sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda bırakılmış olması, artık, toplumsal olarak kanıksanmış bir durumdur.

∗∗∗

Özel okullarda çalışan meslektaşlarımızın durumları ise hem iş güvencesi hem aldıkları ücret hem de ücretlerini düzenli alamama gibi sorunlardan dolayı içler acısıdır. Her an işsiz kalma riski altındadırlar. Özel okul çalışanlarına yönelik yapılan son yasal düzenlemelerse bu durumu daha da pekiştirmiştir.

Geçtiğimiz yıllar içinde öğretmenlerin ekonomik kayıpları ve sosyal sorunlarının artmasına ek olarak, mesleki saygınlıklarında da ciddi gerilemeler yaşanmıştır. Öğretmenlik mesleği, yıllardır izlenen politikalar nedeniyle dikkat çekecek ölçüde yıpratılmıştır. Bu yetmiyormuş gibi 7354 sayı ve 3.2.2022 tarihli “Öğretmenlik Meslek Kanunu” öğretmen haklarını daha geriye götürdüğü gibi öğretmenler arasında da statü ayrımı yaratmıştır.

Bunun için ülkemizde eğitim politikalarına yön verenler, öğretmenlik mesleği ve eğitim alanında yaşanan sorunların, sürekli artarak çözümsüzlük noktasına yaklaşmasının baş sorumlularıdır.

∗∗∗

İzlenen neoliberal politikaların etkisiyle, başta eğitim ve sağlık alanları olmak üzere, kamu hizmetlerinde güvencesiz, esnek ve performansa dayalı çalıştırma politikasını acımasızca sürdüren siyasi iktidar, son 6 yılda “sözleşmeli öğretmen” alımında bile “mülakat sınavı”’ uygulaması yoluna gitmiştir. Ayrıca iktidarın izlediği politikalar, eğitim ve öğretim çalışanlarını çalışma yaşamında güvencesizleştirmenin yanında, özlük hakları ve çalışma koşulları arasında belirgin farklılıklar ve adaletsizliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Türkiye’nin, 5 Ekim 1966 günlü “Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiyesi” belgesinde yer alan “öğretmen yetiştirme ilkeleri ve hedefleri”nin çok uzağında kaldığı görülmektedir.  Bu belgede yer alan ve Türkiye’nin hiç önem vermediği 11. Madde şöyledir: “Gerekli moral, düşünsel, fiziksel ve kişisel nitelikler taşıyan ve istenilen bilgilere ve beceriye sahip öğretmen yetiştirilmelidir.”. Oysaki ülkemizde öğretmen yetiştiren fakültelere girenler, öğrencilikleri süresince eğitimlerini bitirdiklerinde atanmama endişesiyle eğitimlerini sürdürmektedirler. Ayrıca öğretmen adaylarının aldıkları eğitim, hem dağınıklığı hem de niteliği bakımından bu belgenin hedeflerinden çok uzaktır.