Cynthia Miller-Idriss ‘Anavatanda Nefret’ kitabında her ne kadar ABD’yi merkeze alan bir sorgulama yapsa da temelde, dünyada aşırı sağın kısa sürede nasıl bu kadar olağan hale geldiğini ve kabul gördüğünü sorunsallaştırıyor.

Dünyanın ‘yeni normali’: Aşırı Sağ

İLKE KAMAR

Aşırı sağ fikirlerin ve politikaların her geçen gün zemin kazanması, nüfusun ciddi bir bölümünde kabul görmeye başlaması, yakın gelecekte daha büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacak gibi. Oysaki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte Avrupa devletleri aşırı sağ eğilimli siyasi düşünceleri ve yapıları izole etme konusunda başarısız sayılmazdı. Son çeyrek asırdır yaşanan seçimler ve sonuçları Avrupa’da dahi aşırı sağ partilerin ki faşist demek abartı olmaz, giderek daha fazla iktidara ortak olduğunu gösteriyor. 

Aşırı sağ olağanlaşırken, merkezdeki partilerin de onlara yaklaşması, Türkiye’deki seçimlerde de görüldüğü gibi, daha büyük bir açmaz yaratıyor. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde ‘anormal’  kabul edilen aşırı sağ yeni ‘normalimiz’ olmaya başladı. Ayrıntı Yayınları’ndan yayımlanan Cynthia Miller-Idriss’in “Anavatanda Nefret: Yeni Küresel Aşırı Sağ” kitabı tam da bu konuya odaklanıyor. Yazar her ne kadar ABD’yi merkeze alan bir sorgulama yapsa da temelde, dünyada aşırı sağın kısa sürede nasıl bu kadar olağan hale geldiğini ve kabul gördüğünü sorunsallaştırıyor.  Bunu yaparken de ağırlıklı olarak gençlerin izini sürüyor. Onların aşırı sağ mesajlarla karşılaştığı çevrimiçi-çevrimdışı mekânlara ve alanlara bizi taşıyor. Cynthia Miller-Idriss’in temel sorularından biri ‘bireyler gündelik hayat içerisinde aşırılıkçı mesajlarla nerede karşılaşırlar?’ oluyor.

“Günümüzde aşırı sağın yeni alan ve mekânları nerelerdir? Bu soruları yanıtlamak için fiziksel ve sanal ortamlara, hayali bölgeler ile kutsal coğrafyalara ve de nefretin ekilip biçildiği kültürel alanlara yakından bakmak gerekiyor.”

Beyaz üstünlükçü aşırılık!

Cynthia Miller-Idriss öyle de yapıyor. Aşırı sağcı kahve dükkânları gibi kültürel alanlardan üniversitede kampüslerine, futbol stadyumlarından silah fuarlarına, dövüş ve fitness kulüplerine kadar aşırılığın yoğunlaştığı fiziksel alanlara odaklanarak gençlerin, aşırı tezlerle gündelik yaşamda ilk karşılaştığı ortamlara taşıyor okuyucuyu. Yazar sadece fiziksel ortamlara değil çevrimiçi ortamlar ve You Tube gibi dijital ortamları da araştırma konusuna dâhil ediyor. Algoritmik radikalleşmeyle haber akışları ve önerilen videoların çevrimiçi alanlarda aşırı sağcı söylemin gündelik alana yerleşmesindeki etkisini de detaylıca inceliyor. 

Altı bölümden oluşan kitabın girişinde yazar aşırı sağın ne olduğunu tanımlamaya çalışırken aynı zamanda ABD, Almanya, Norveç ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde son yıllarda yaşanan olaylardan yola çıkarak beyaz üstünlükçü aşırılığın küresel bir ideoloji olduğunu söylüyor.
“Beyaz üstünlükçü aşırılıklar, beyaz uygarlığına yönelik demografik değişim ve göç kaynaklı varoluşsal bir tehdit karşısında çözüm yolu olarak ve zorunlu bir yanıt olarak şiddete dayanan, aşırı ve şiddet içeren ideolojik inançları esas alan küresel bir ideolojidir.” 

Kimlik politikaları

Cynthia Miller-Idriss göre beyaz üstünlükçü ideolojilerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda derin küresel ve ulusal emperyalizm hüküm sürer. Ayrıca tarihsel geçmişleri sömürgecilik ve ayrımcılıkla doludur. Tüm bunlar ise özellikle de gençlerin aşırı sağ ideolojilerin vücut bulduğu kültürel kodlar, mekânlar ve kimlik politikaları inşa eder. Peki, ama nasıl? Yazar çalışmasının temel sorusunu birinci bölümde cevaplamaya başlıyor. Alan, Mekân ve Anavatanın Gücü isimli bölümde Cynthia Miller-Idriss aşırı sağ ideolojinin retorikte ve anlatılarda hiç durmadan aidiyet alanları, ulusal coğrafyalar ve beyaz toprakları yönünde çağrılarına dikkat çekiyor. 

Yazar, ‘Avrupa soyluluğu’, beyaz üstünlükçülük, şiddet yanlısı eğilimler,  kadın düşmanlığı gibi kavramların aşırı sağın stratejilerini nasıl şekillendirdiğini ayrı bölümler halinde ele alarak, eleştirel bir inceleme yapıyor. 

Aşırı sağın üstünlükçü düşüncesinin birçok ülkede yaygın biçimde etkili olduğunun üstünde dururken aynı zamanda önemli ölçüde erkek üstünlükçülüğü, Hristiyan üstünlükçülüğü ve Batı üstünlükçülüğü ile ilgili aşırılıkçı akımların radikalleşme süreçlerini de görmemizi sağlıyor.  

Erillik, tahakküm, göçmen istilasına karşı vatan savunması gibi aşırı sağın üstünlükçü hedeflerinin ABD’de de olduğu gibi Avrupa’da da ortaklaştığını ortaya koyuyor. Bu nedenle kitabın etkisi, coğrafyanın sınırlarının çok ötesine geçerek geniş bir çerçevede meseleleri görmemizi sağlıyor. Yazarın üzerinde durduğu diğer önemli bir konu da demografik değişimler. 

‘Büyük yer değişiklikleri’ yazara göre radikalleşmeye giden sürecin başlangıcıdır. Coğrafya üzerinde bir hak iddia etme, aidiyet ve dışlama beyaz etno devlet ile aşırı sağın iddialarının temel dayanak noktasıdır: 

“Aşırı sağcı ve beyaz üstünlükçü aşırılıkçılığı destekleyen ideoloji ve duygular derinden, bölgesel aidiyet, hâkimiyet ve mülki tasarruf yetkisi anlayışına dayanmaktadır. Beyaz üstünlükçü fanteziler ile kutsal, ırksalaştırılan bölge mitleri Nazi Almaya’sında ‘kan ve toprak’ arasındaki mistik bağa ilişkin tarihsel aşırı sağa ait düşüncelerin temelini oluşturmaktaydı. Bu ikisi bugün de sınırların kapatılması, ayrımcılık, zorla yerinden etme, yeniden göç ve müstakil ırksal yerleşim bölgeleri veya etno-devletler gibi politikalara yol açan ırkçı anlayışların temelini teşkil ediyor.”

Kadın düşmanlığı

Kitapta, kadın düşmanlığı, toplumsal cinsiyet ayrımı, özel bir bölümle anlatılmasa da yazar neredeyse kitabın her bölümünde belirli göndermelerle cinsiyet meselelerini ele alıyor. Ulusların yeniden inşa edilmesi sürecinde annelerin aşırılıkçı hareketler içerisinde destekleyici rolünü gözden kaçırmıyor. Yazara göre beyaz üstünlükçülüğün sürdürülebilirliği için beyaz kadınlığın korunması ve ev içi alanlar tasarlanan kurgunun şekillenmesine katkıda bulunuyor: 

“Beyaz kadınlar, beyaz bebekler dünyaya getirip okul çağında bu çocukların okula entegre olmalarına, aşırı sağ için alan ile mekân arasındaki can alıcı bir yönü olan ev ve gündelik yaşamın her alanıyla ilgilenmeye, bakıma, toplum hizmetlerine ve beyaz ulusunun beslenmesi ve üretimindeki rolüne kadar beyaz üstünlükçülüğün sürdürülebilir bir hal almasına katkıda bulunan ev içi alanların en önemli unsuru durumundadır.”

Anavatanda Nefret, aşırı sağın ne olduğunu, neye inandığını ve neyi gerçekleştirmek istediğini anlatırken, aşırı sağ düşünceye sahip olan kişi ve toplulukların yaşadıkları yerler ve alanlar hakkında detaylı bir bakış açısı sunuyor. Ve tabii bununla da kalmıyor, çözüm noktasında da kapsamlı bir değerlendirmede bulunuyor Cynthia Miller- Idriss’e göre aşırı sağ düşünceye karşı kısa sürede bir duvar örmek kolay değil. Ama özellikle de gençlerde radikalleşmenin öncül belirtilerini görüp mücadele edilebilir.