Birkaç kişi oturmuşlar, hocanın birinin aklına, ilmine methiyeler düzerlermiş. Bahsedilen hocayı iyi tanıyan Bektaşî babası da orada bulunuyormuş. "Baba efendi, sen bu zâtı nasıl bilirsin?" diye sormuşlar. Baba; "Evet, onun aklı var, zekâsı var, bilgisi var. O bunların hiçbirini harcamamış. Varlık harcamakla belli olur,” demiş.

Kıssadan hissesi açık ve net, yazmak okuru hafife almak olur.

Platon’un Menon adlı diyaloğunda Sokrates, Menon’u erdem konusunda sorguya çeker. Menon’un hayat ve ahlak konusunda bir deneyimi olduğu kadar, ona göre erdem kavramı da bildiği bir şeydir ve onun hakkında konuşmakta zorlanmayacağını düşünür. Sokrates, Menon'u, erdemi tanımlama konusunda sıkıştırır. Menon tereddüt etmeden; "Erdem insanlara hükmedebilme yeteneğinden ibarettir," yanıtını verir. Sokrates buna, çocuklar ve kölelerin de erdemli olabilecekleri, ancak onların hükmetme gücüne sahip olmadıklarını belirterek itiraz eder. Menon bu sefer erdemli olmanın 'iyi şeyleri isteme' olduğunu söyler. Sokrates altın ve gümüşün de iyi şeyler olduğunu, ancak onların peşinden koşan kişinin ancak adalete uygun bir tarzda davranması durumunda erdemli olduğunu hatırlatır.

Menon’un her yanıtı Sokrates’in yeni sorularına yol açmakta, Sokrates’in, "Ben ancak tek bir şeyi biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir," demesine karşılık Menon bildiğini sanmaktadır. Sokrates, bilgilerinden emin olarak onun saflığıyla eğlenen insanlara sorularını yöneltmekten vazgeçmez, kısa bir süre sonra soruları o tip insanları rahatsız etmeye başlar. Sokrates yalnızca sorular sormakla yetinir, sorulara muhatap olanlar ise kendi düşüncelerindeki çelişkileri görürler ve hiçbir şey bilmediklerini fark ederler. Sokrates aslında bilgi aktarmadığı için Menon hiçbir şey öğrenmez, ancak düşünmeye yoğunlaşır. Keşfettiği problemler aslında daha önceki deneyimi ve bilgisi içinde mevcut bulunmasa, olasıdır ki Menon da bu çelişkilerden sonuç alamazdı.

Buradaki kıssa da yukarıdaki ile yakın anlamlar içinde, uzak değil yani...

Hans Jonas, Sorumluluk Buyruğu’nda; “Öyle hareket et ki, eyleminin sonuçları insan yaşamının sürekliliği ile bağdaşsın”, ya da olumsuz bir ifadeyle: “ Öyle hareket et ki, eyleminin sonuçları böyle bir yaşamın gelecekteki olasılığı için yıkıcı olmasın”; ya da basitçe: “insanlığın yeryüzündeki sonsuz bir sürekliliğinin koşullarını tehlikeye atma”; ya da yine olumlu bir ifadeyle: “mevcut seçimlerinde, insanın gelecekteki bütünlüğünü istencinin hedeflerine dahil et.”

Jonas’a göre sorun nihilizmde, özellikle de çağdaş dünyada o denli yaygın olan etik nihilizmde. Onu en çok kaygılandıran nihilizm, filozofların nihilizmi değil, gündelik hayatın nihilizmidir—sözgelimi kararlarımıza ve eylemlerimize rehberlik edecek güvenilir nesnel normların bulunduğuna artık hiç güven duyulmaması gibi... Yarattığı umutsuzluk ve düş kırıklığı da cabası.
Kıssadan hissesi; aptallık... Değil, desem de inanmayın!

Kıssadan hissesi; Düşüncesizlik, düşünme ve yargılama yeteneksizliği.

Yepyeni biçimlere bürünebilen ve en beklenmedik şekillerde karşımıza çıkan kötülüğün tehdidinden kaçış yoksa, nerede belirirse belirsin kötülükle savaşmaya yönelik sonsuz sorumluluğumuzdan da kaçış yoktur.

Bu sorumluluk; aklı, zekâyı, bilgiyi kendine saklamakla değil, paylaşmakla olacaktır, -Bektaşî'nin dediği gibi harcamakla- sorgulamalarımızı çoğaltarak, gündelik hayatın nihilizminden kurtulmakla olacaktır, düşünme ve yargılama yeteneğimizi zenginleştirmeyle olacaktır. Ve daha önemlisi düşünceyi hayata dahil etmediysek/eyleme dönüştüremediysek aklın-zekânın kıymet-i harbiyesi yoktur...

Düşünmeden yaşamak: -Albert Camus'yü çağrıştırırsam- "ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi gibi..." tercih yapmadan, içgüdülerine göre yaşamak değil midir?