Edebiyatın seslendiği yer

MURAT ÖZBEK

Italo Calvino’nun ‘Varolmayan Şövalye’ romanı ‘Atalarımız Üçlemesi’nin sonuncusudur. Calvino, romanlarının içeriği de göz önüne alınırsa, üçlemeye verdiği ‘Atalarımız’ ismiyle Ortaçağ Avrupası’nı konu alır. ‘Varolmayan Şövalye’ ise Ortaçağ’ın en ünlü komutanlarından I. Charles’ın Mağriplilerle savaşı sırasında orduda yer alan belli başlı karakterler etrafında örülür. Savaş Ortaçağ’da geçtiğinden olsa gerek hikâyeyi Rahibe Teodora’nın ağzından dinleriz ve rahibe bölümlerin birinde okuyucuya büyük kahramanlıklarla dolu bir savaşı da anlatabileceğini ama bazı nedenlerden ötürü bunu yapmayacağını söyler. İşte burada devreye karakterler girer. Karakterlerden Agilulfo varolmayarak, Gurdulu ise varolarak ama varolduğunun farkında olmayarak savaşta yer alır. Yazarın burada kullandığı varolma hikâyesi mevcut olma haline denk düşer. Roman, Ortacağ teologlarının Tanrı ispatı için ortaya attıkları ‘zorunlu varlık’ (Tanrı hem varolan hem her zaman hazır bulunandır.) savını çağrıştırıp zorunluluğu namevcut kılar. Tabii ki, burada edebiyatın kurucu gücünü görürüz.

Romanın kahramanı olan Agilulfo kahraman bir şövalyedir ama yukarıda da belirttiğim gibi varolmamak gibi bir kusuru vardır. Zırhı; parlak, güçlü, göz alıcıdır ama zırhın içi boştur. Carlomagno, Agilulfo’ya varolmadan nasıl hizmet edebileceğini sorduğunda “irade ve inançla” karşılığını alır. Gurdulu ise her yerdedir ve mevcut olduğu yere göre ismi değişir. Örneğin, Mağripliler ona Gidi Yusuf derler.

Kalabalıklar arası geçiş
Ordu düşmanla çarpışmak için ilerlerken bir ördek sürüsü görür. Komutan Carlomagno’nun ve şövalyelerin dikkatini Gurdulu’nun ördek sürüsüyle birlikte elleri sırtında çömelerek ve ayaklarını yerde sürüyerek ilerleyişi çeker. Carlomagno, Gurdulu’yu ördeklerin çobanı sanıp çağıracakken köylü bir kız kendisinin çoban olduğunu, gördükleri kişinin de Gurdulu olduğunu söyler.
Komutan sorar;
“Peki ne işi var ördeklerinle?
-Hiiiç, ara sıra tutarağı tutar böyle, ördekleri görür, feleğini şaşırır, kendini…
-Kendini ördek mi sanır yani?
-Ördekleri kendisi sanır… Gurdulu işte…”
Calvino’nun bilinçsiz karakteri bu diyalogdan sonra romana müthiş bir akıcılık katar. Gurdulu bir kalabalıktan bir başka kalabalığa katılır.
Bilinçle varlığın bir araya geldiği hikâyede Carlomagno (I. Charles), Gurdulu’yu Agilulfo’nun seyisi olarak görevlendirir. Bu görevle birlikte iki kahraman birbirinden ayrılmaz ama bu, dostların birlikteliği olarak değil şövalye ve yardımcısının birlikteliği olarak ilerler.

Karşılaşmaları
Romanda Rambaldo ve Baradamante isimli iki karakter daha vardır. Rambaldo, babasının intikamını aramak ve şövalye unvanını almak için orduya katılmıştır. Baradamante ise ordudaki tek kadın savaşçıdır ama karakter olarak önemi varolmayan birine aşık olmasından gelir. Rahibenin anlattığını göre Baradamante aşk konusunda çıtayı öyle yükseltmiştir ki, kadın savaşçının kriterlerini ancak varolmayan Agilulfo karşılayabilmektedir. Rambaldo ise şövalye unvanını kazanabilmek için Agilulfo’dan kendisine yol göstermesini talep eder. Tüm bunlar yaşanırken birden Gurdulu’nun düşman tarafına geçip bir şeyler yediğini görürüz. Karakterler ve olaylar öylesine iç içe geçer ki, Gurdulu dışında herkes -varolmayan şövalye de dahil- kendinden bir şeyler yitirir: Agilulfo şövalye unvanını, Baradamante Agilulfo’yu… Gurdulu’nun ise kaybedecek bir mevcudiyeti yoktur; çünkü mevcudiyetini kendi varlığının dışına fırlatmıştır. Yani Agilulfo’dan farklı bir mevcudiyetsizlik vardır ve bu bir bilinç problemi olarak kodlanıp mevcudiyet tartışmasının ötesine yerleştirilir.

20. Yüzyıl'da edebiyatın yeri
20. yüzyıl hem modern edebiyatın yüzyılı hem de psikanalizin yükselişte olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla dönem edebiyatı, çevresindeki gelişmelerden izole değildir. Bu sav için örnekler çoğaltılabilir ama modern dönemin kurucu isimlerinden Marcel Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ romanı Calvino’nun yanına koyulabilecek önemli bir örnektir. Karakterlerin davranışları, duyguları ve düşünceleri hem bilinç yüzeyinde hem bilinçsizce işleyen bilişsel süreçte derinlemesine çözümlenir. Bu sav edebiyatın her dönemiyle teyellenebilir ama buradaki fark detayların çarpıcı bir şekilde ve hatta acımasızca ifşa edilmesidir.
Calvino’nun romanı 12 bölümden oluşur. Rahibe Teodora olayları anlatmadan önce bölümler için girizgâh niteliğinde, yaşadığı manastırın ahvalini anlatır. Calvino’nun kendine özgü dili bölümlerde kullanılan iki yöntem ve bu yöntemler arasındaki geçişte kendini gösterir. Calvino’nun eserlerinin ayırt edici özelliklerinden olan bu durum ile karakterin kişilik analizinin ötesinde bilişsel bir süreç işletilir. Bu süreç başladığı anda kurgu da yazara ihtiyaç duymadan kendini besleyerek ilerler. Akut anksiyete anında ortaya çıkan korkunun kontrolden çıktığında kendini besleyecek güce sahip olması gibi; fakat burada korkunun yerine kaygıyı koymalıyız.

Yukarıda belirttiğim Calvino’nun yönteminin kendine has oluşunu biraz netleştirmek gerekirse; yazar oluşturduğu biçimi ya da dilin biçimini bir kırılmaya uğratıp yeni bir biçimle yoluna devam eder. Biçim yenidir ama yol aynıdır ya da yolun varacağı yer aynıdır. Rahibe Teodora bölüm girişlerinde bölümde ne anlatacağını da belirttiğinden yolun ya da varış yerinin değişmediğini öngörebiliyoruz ama en nihayetinde söz konusu edebiyat olduğu için bu bir öngörü olarak kalır. Calvino’nun bu yöntemi tam da kırılmayı bir kusur olarak ele aldığı için ve bu kusurla yoluna devam ettiği için ilgi çekicidir.

Calvino’nun Ortaçağ’dan seslenişini edebiyatın kurucu işlevinin seslenişi olarak da okuyabiliriz. Georges Bataille, normların dışına çıktıkları için edebiyatçıların ‘kötülük’ ettiklerini dile getirir, Marcel Proust, “…gerçek kitaplar aydınlığın ve sohbetin değil, karanlığın ve sessizliğin ürünü olmalıdır” der. Yazarlar arasındaki bağdan, karakterler arasındaki bağa geçersek; Gregor Samsa’nın böceğe dönüşümü, Gurdulu’nun bilinçsiz mevcudiyeti, Agilulfo’nun varolmaması… birer eksiklik ve kusurdur.

edebiyatin-seslendigi-yer-378197-1.