Bir hafta öncesinde, bir grup çalışan ile siyasi liderlerin yaptığı tartışmada, günümüzde gazetecilerin karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin ne olduğu sorusu gündeme geldi.

Bir hafta öncesinde, bir grup çalışan ile siyasi liderlerin yaptığı tartışmada, günümüzde gazetecilerin karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin ne olduğu sorusu gündeme geldi.
Bu konu ortaya atılınca gözler hemen, Çin ve Zimbabve gibi ülkeleri işaret eder. Bu tip ülkelerde gazeteciler çok fazla soru yönelttiğinde ya da medya, resmi sınırlarını aştığında zorbalığın, korkutmanın ve sansürün geleneksel silahları ortaya çıkarılır. Ve bunun gibi yıldırma politikalarının uygulamasında başrolleri, News International'dan Rupert Murdoch ve İtalya'nın televizyon şövalyesi ve Başbakanı Silvio Berlusconi gibi, hissedarları, reklamcıları ve siyasi dostlarını hoşnut etmek adına gündemi belirleyen küresel medya devleri alır. Ancak özgür ifadeye yöneltilen siyasi ve piyasa temelli korkutmalar gözle görülebilir düzeydedir. Bizler ise buna benzer politikalara karşı tavır alıp pek çok kampanya ve protesto düzenleyebiliriz.
Tabii, basın özgürlüğünün geleneksel düşmanları, gazeteciler için oldukça rahatsız edici olsa da, içerideki düşman kadar tehtidkar olamaz. Aslında iletişim fakültesindeyken en çok kaygılandığımız durumlardan biri olan oto sansürden genel anlamda kurtulmuştuk. İnternet sayesinde özgür ifadenin önünü açan pekçok açık kapı varken, siyasi ve özel yapılara sahip, en devingen zorbalar bile ifadelerini istedikleri gibi yönlendiremiyorlar.
Bugünlerde, gazetecilerin oto sansürden, Almanların deyişiyle kafalarımızın içindeki makastan, ürkmek için çok daha fazla sebepleri var. Bize söyleneni sorgusuz sualsiz yapmamız, bugün gazeteciliğin karşı karşıya olduğu en çürütücü, en tehlikeli ve en yaygın tehdittir.
Almanya'daki Bild Zeitung'un Londra'daki The Sun'un ya da New York'taki Fox News'in haber merkezlerinde çalışmak, birilerine haberlerin oluşturulacağı, hazırlanacağı ve sunulacağı yolu belirlerken bayağı bir felsefe taşıyan gündemler oluşturma hakkını vermiyor.
Haber üretme döngüsüne dahil olan gazeteciler, çoğu zaman pek cazip buldukları ödüller için, yapacakları haberin başlığı (ve pek tabii haberin sahibi ile ilgili) yayımcılığı ilgilendiren önyargıları hissetme ve bu önyargılara teslim olmak için yeterli seziye sahiptirler. Ve bu gazeteciler, editoryal bir linç operasyonuna maruz kalacak talihsiz bir halk figürünün karmaşık geçmişini araştıran haber editörünün pek nadir olarak yüzünü kara çıkarırlar. Irkçılığın, hoşgörüsüzlüğün, göçmenlerin ve azınlıkların grotesk tek tipçiliğinin giderek popülerleşen haber gündemleriyle mücadele etmeyi ise akıllarından bile geçirmezler. Oto sansür uygulanması bir çeşit editoryal intihardır ve haberciliğin katledilmesi yönündeki bir tehdittir.
Türkiye'yi de kapsayan Avrupa'dan 200 bin gazeteciyi bir araya getiren Brüksel merkezli Avrupa Gazeteciler Federasyonu, 2005 yılındaki kilit kampanya konusu olarak habercilik vasıfları ve bağımsız yayımcılıkta karar kıldı. Amaç, muhabirlerin ve gazetecilerin, kişisel sansürü besleyen içsel baskılara karşı koymasını ve hem siyasi hem de reklam patronları tarafından yapılan müdehalelerle mücadele etmelerini sağlamak. Şu anda gazetecilerin bu çağrıya cevap vermeye hazır olduğunu gösteren bazı işaretler var. Londra'da daha önce böyle bir tepki geleneği olmayan Daily Express'te çalışan gazeteciler, gazetenin patronunu, her gün ön sayfalarda göçmenlik karşıtı öyküleri yayımlatmak istediği gerekçesiyle grev yapmakla tehdit ettiler. (Patron, bu hikayeleri yayımlamak istemesinin gerekçesi olarak, sirkülasyonu artırmasını göstermişti.) Mücadeleyi kazandılar ve gazetenin sahibi geri adım attı.
İtalyan Corriere Della Sera'da, ülkenin öncü bağımsız gazetelerinden birinde çalışan muhabirler, geçen ay haber bültenlerini yönlendirmeye çalışan sanayi hissedarlarının, ticari kaygı taşıyan müdehaleleri ile savaşma niyetlerini açıkladı. Ve halktan destek aldılar.
Ve çok uzaklarda Japonya'da, kamu yayını yapan NHK'deki medya ekibi geçen hafta, şirketin yöneticisini, içinde bulunduğu ve halkın güvenini sarsan skandallar nedeniyle istifa etmeye çağırmıştı. Kararı yönetim kuruluna çıkardılar ve kazandılar.
Basın özgürlüğü konusunda kazanılan bu küçük zaferler, dünyanın öncü demokrasisi ABD'de süregelen oto sansür tartışmalarının temel konusu haline geldi. ABD'li gazeteciler Bush yönetiminin Irak'taki savaş planladığı dönemde soru sormada başarısız olmuşlardı.
Garip bir şekilde bu olaylar medyada manşetlere taşınmasa da fark edilmeden geçilmemeli. Çünkü bunlar editoryal anlamdaki özgürlük savaşını ve gazetecilik vasıflarının yitirilmediğini, en azından şimdilik yitirilmediğini bizlere hatırlatan simgeler.