Epitafos’un ülkede yarattığı yankı ünlüdür. Ünlü Nazi toplama kamplarından Mauthausen’a dayanan ‘Mauthausen Balladı’ en güzel ‘müzik eserlerinden biri’ olarak kayda geçmiştir.

Ege güneşi altında şiir ve Theodorakis

Aydın Afacan

Bir şarkılar denizidir Ege; adaların, kıyıların ve kendisine katılan bütün akarsuların şarkılarıyla dolu. Meriç’in hüzün ve neşeyle dolu ezgileri, kırık bir lirin yankılarını taşırmış sözgelimi. Bu lir binlerce yıl öncesine aittir; Ege’nin bilinen ilk şarkıcı-ozanı, ‘şairlerin atası’ Orpheus’un liridir. Çoğu şarkının ardında, direnen şarkıcı ozanların kırık lir ve bedenleri yatar. Orpheus yeraltı muktedirine karşı kaybeder; Linos dizeleriyle, Marsyas da kavalıyla Olympos iktidarından Apollon’a meydan okurlar, ne var ki onlar da bu tanrı karşısında kaybedip acımasızca katledilirler. Evet, direniş geleneği güçlüdür ‘Adalar Denizi’nin, köklerinde var çünkü. Theodorakis de kuşkusuz görkemli sanatının yanı sıra muktedirler karşısındaki savaşçı tavrıyla da dikkat çekmiş çağdaş bir şarkıcı-ozandı. Oropos toplama kampında yazdığı gibi “coşkunun yarattığı basınç”la halkının müziğini çağdaş şiirle buluşturmaya yönelmişti.


Ardına bakmak…

‘Ardına bakmak’, eğer gerisi karanlıksa bir tür kumardır. Sevgili Eurydike’si yılan sokmasından ölünce, liriyle canlı cansız her şeyi büyüleyen Orpheus yeraltına (Hades: ölüm ülkesi) iner. Yeraltı tanrıçası Persephone’yi o denli etkiler ki, Eurydike’nin yeryüzüne (hayata) dönmesine izin verilir. Ama bir şartla: Eurydike onun ardından gidecek ve o da yeryüzüne çıkana dek ardına bakmayacaktır. Hades’in tekinsiz karanlığı içinde Orpheus dayanamayıp ardına bakar ve Eurydike sonsuza dek orada tutulur. Şair, karanlıktaki oyunu kaybetmiştir. Kaybı, onu yalnız başına döndüğü güneşli yeryüzüne kayıtsız kılar. Bir başına şarkılar söyleyerek dolaştığı Trakya’da, kendilerine kayıtsız davrandığı bir grup ‘vahşi’ tarafından liriyle birlikte parçalanarak Meriç’e atılır…

Theodorakis ise başından sonuna güneşli bir dünyanın sanatçısıdır; gözleri her yönden açıktır bu dünyaya. ‘Ardına bakmak’ da buna dahildir: Eserin (opera) antik kültürlerden günümüze gelişini iyi inceler, bir antropolog merakıyla çağımızın bazı ‘geleneksel’ toplumlarının ritüelleriyle de ilgilenir. Geçmişe ilgisi gerçekten dikkat çekicidir: Bir yandan müziğin halktaki ve kültürdeki köklerinin önemine dikkat çekerken bir yandan da geleneksel folklorik materyalin ‘yeni görünümle’ tekrar edilmesini ‘müzelik müzik’ olarak eleştirir. Bu vurgunun, Adorno’nun müze ile mozole arasında kurduğu bağı anımsatan bir yanı da var. Alman düşünür müzeyi “sanat eserlerinin defnedildiği mezarlık” biçiminde nitelemişti. Theodorakis, sanat etkinliğinin, kültürün maddi üretimi içindeki yerine dikkatle eğilir. Bu, bir bakıma sanatsal edimin sürekli bir ‘praksis’ olduğu bilincine de işaret ediyor. Geçmişin birikimi bir yerlerde saklanan ‘mumyalar toplamı’ olmamalıydı. Bizans müziğine ve ‘demotik’ müziğe de gider; eserleri buralardan değerli bir hazineyle döndüğünün kanıtıdır.

Şiirden müziğe…

Theodorakis’in başarısı müziğin sorunları üzerine kafa yormasına dayanır. Çağdaş Yunan şiirini, aşkla baktığı Yunan halk müziğinin önündeki tıkanmayı aşmakta değerli bir imkân olarak görmüştü. Böylece modern şiirle müziği buluşturan Theodorakis, bu yöndeki eserlerini giderek yetkinleştirdi ve ülkesinin müziğini de bu cepheden bir dönüşüme uğrattı. Belli bir tema çerçevesinde oluşmuş şiirlere dayanan ve bütünsel etkilerinin yanı sıra her biri kendine özgü müthiş bir hale oluşturan şarkı dizisi (Cycle) ve ‘Metasenfoni’ olarak adlandırdığı eserleri çeşitli yankılar buldu. Yannis Ritsos’un şiiri üzerine bestelediği Epitafos’la başladığı yeni tarz eserler onun müziğinde farklı dorukları temsil eder.

Antik drama şairlerinden Euripides, Sophokles, Aristophanes; modern Yunan şiirinden Kalvos, Sikelianos, Seferis, Elytis, Ritsos, Gatsos, Anagnostakis, Eleftheriou, Kambanellis, Livalitidis ve başka şairler ile dünya şiirinden Neruda, Lorca gibi şairlere uzanan liste, şiirin Theodorakis’in gönlünde nasıl bir yeri olduğunun da göstergesidir aynı zamanda. Ona göre: “Şiir, hiç kuşkusuz, tüm Yunan sanatlarının en gelişmişiydi.”

Güneş ve ‘To Axion Esti’…

Akdeniz ve Ege’nin müzik ve şiirinde güneşin başköşeyi tutmasında şaşırtıcı bir şey yoktur. Ama güneşin büyük Yunan şairi Elytis’in şiirinde dile gelişi bir başkadır: “Böyle sık sık güneşin sözünü ettikçe/ Dilime kıpkırmızı büyük bir gül dolanır/ Ama susmak da elden gelmiyor”. (ç. H. Millas) Elytis şiirindeki güneşin bazı şairleri olduğu gibi Theodorakis’i de derinden etkilediğini söylemek abartılı olmasa gerektir. O da ‘To Axion Esti’de hem şiirin hem de oratoryonun en güzel bölümlerinden birinde geçtiği gibi davranır: “Kırlangıç tektir ve de Bahar değerli/ Güneşin yörüngeyi tamamlaması için çok çalışması gerekir” (ç. K. Dinçmen).

‘To Axion Esti’ Elytis’in şiirinde olduğu gibi Theodorakis’in müziğinde de çok önemli bir yere sahiptir. Halkın direnişçi ruhu Yunan tarihi ve mitologyasının derinliklerinden gelen bazı öğelerle buluşuyordu. Şiir olarak da resitatiflerinden ilahilerine kadar oratoryo olarak da halktan büyük ilgi gördü. Elytis’in görkemli eseri, ustalıkla ve unutulmaz bir formda bestelenmişti. Adaletin güneşine sesleniyordu: “Adaletin düş güneşi ve sen şerefli mersin/ yalvarırım sizlere unutmayın memleketimi! / Kartal yüzlüdür dağları yanardağları sıralanmış bağları / denizin komşuluğu, bembeyazdır evleri!”

“Hem şarkı söyler hem savaşır”

Onun halkı için söylediği bu söz, kendi hayatında birebir karşılık bulmuştur. Coşkun mizacının yarattığı bazı aşırılıklar da içinde olmak üzere tepkileri hep haklı bir ilgi ve sempatiyle karşılandı. ‘Halk’a yönelik sürekli vurgusunda, bazı sorunlar karşısındaki tavrında sorgulanacak taraflar vardı elbette; ‘halk’ derken birçok değişkeni göz önüne almıyor gibiydi çünkü. Yine de Yunan halkının canlı bir halk müziği ve kültürüne sahip olduğunu vurgularken haklıydı; nitekim bu onun müziğinde de belirgindi. Başka ülkelerin modern müziğindeki halka özgü öğeleri de araştırmıştı; Mozart, Schubert, Brahms gibi bestecilerdeki Alman halk müziğine, Mussorgsky, Rimsky-Korsakov ve Stravinsky gibi bestecilerdeki Rus halk müziğine ait öğelerine rastlaması onun için çok önemlidir.
Müzik ve kavgası yan yanadır. Epitafos’un ülkede yarattığı yankı ünlüdür. Öyküsü ünlü Nazi toplama kamplarından Mauthausen’a dayanan ve aryalardan oluşan ‘Mauthausen Balladı’ veya ‘Üçlemesi’ en güzel ‘müzik eserlerinden biri’ olarak kayda geçerken insanlık belleğine değerli bir ‘not’ eklemiştir. ‘O Antonis’ten ‘I Remember in September’a, ‘To Axion Esti’den Neruda’nın şiirinden hareket eden ‘Canto General’e bütün eserleri Theodorakis’in coşkun doğasını da yansıtır. Ve iç savaştan, faşizmden çok çekmiş halkına başka bir armağanı: ‘Ölen Kardeşin Ezgisi’… Kardeş kavgasını Trajik Çağ’a mitosların zamanına, ‘Pollyneikes ile Eteokles’in kavgasına göndermelerle de işleyen bu eserin ‘Düş’ bölümünden dizelerle noktalayalım:

Ey çilekeş ana iki oğlun vardı, iki ağaç, iki ırmak,
İki Venedik kalesi, iki nane filizi, iki büyük kıvanç kaynağı.
Biri Batı safındandı, diğeri de Doğu safından,
Sen yalnız ve ortada kalmış güneşe sesleniyor, soru soruyorsun
Dağları ve ırmakları gören güneş…
Acılarımızı, tüm talihsiz anaları gören sen!
Pavlos ve Andreas’ı görürsen bana seslen, çağır beni…
Onları acılar, hıçkırıklar içinde doğurdum
Şimdi ise onlar öldürmek için arıyorlar birbirlerini,
Ta uzaklarda, en yüksek dağın en yüksek tepesinde,
Yan yana uzanmış aynı düşü görüyorlar…”

(ç. L. Behmoaras)