Okullar laiklik yoluyla kazanılmış olan modernliğe karşı açılan kültürel savaşın merkezinde yer alıyor. Nihai hedef laik eğitimi, seküler toplumu ve toplumsallaşmayı ortadan kaldırmak gibi görünüyor.

Eğitim toplumu değiştirebilir mi?
Fotoğraf: AA

Fevziye Sayılan

Bu soruyu bugünün (Cumhuriyetin 99. Yılı) anlamı ve önemine uygun biçimde yanıtlamak için Cumhuriyet modernleşmesine, kurucu dönemin şekillendirici politikalarına bakmak gerekir. Cumhuriyet modernleşmesinin karakteri üzerine liberal tonda geniş bir eleştirel literatür var. Bu literatürün öne çıkan vurgusu onun otoriter özellikleriyle ilgili. Doğrudur, otoriter ve hatta bugün sahip olduğumuz liberter mercekten kimi yönlerden despotik özellikler de bulabiliriz. Dönemin ve koşulların içinde oynadığı rol ve yarattığı sonuçlara baktığımızda, onun tarihsel olarak ilerici rolünün ve değerinin önüne geçen eleştirinin ne o günü ne de bugünü, eğitimde olan bitenleri anlamaya ve açıklamaya yaramadığı ortada. Bu nedenle başlıktaki soruya eğitimin dönüştürücü rolüne atfen “evet” diyerek başlıyorum.

Neredeyse yüzyıllık modern (çağdaş) eğitim tarihimiz, geç kapitalizm çağında İslam coğrafyasında ulus devlet kurma projesi içinde şekillendi. Ona ayırt edici özelliğini kazandıran laik niteliği oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun altı yüz yıllık “talim ve terbiyesi’nden Cumhuriyet’in devraldığı eğitim mirası, Tanzimat’dan sonra birkaç büyük kentte açılan laik okullar ile bütün ülkeye dağılmış olan medrese ve dini okullardan ibaret. Bu iki başlı eğitim sisteminin yarattığı, zihinsel dünya ve insan tipolojisi önemli bir sorun, ancak sorunun hepsi bundan ibaret de değil, okuma yazma bilmeyen, eğitimle hiç tanışmamış milyonluk bir insan deposu da var. Tanzimat sonrası imparatorluğun çözülme sürecinde gündeme gelen, özellikle İkinci Meşrutiyet döneminde yaygınlaşan laik okulların, asıl olarak devlet mekanizmasının ihtiyaçlarına yönelik olarak yükseköğretimde odaklandığını belirtiyor tarihçiler. Yine de bu laik okullar yoluyla Cumhuriyeti kuracak bir toplumsal taban oluşuyor ve Cumhuriyet bu okullarda yetişenler tarafından kuruluyor. Bu yolla eski sistemin düşünme ve edimsel alışkanlıklarının taşındığı bir zincir oluşuyor, ancak bu Cumhuriyete asli karakterini veren bir özellik değil. Çünkü dine dayalı feodal bir imparatorluktan çıkanlar, arada emperyalist işgal ve kurtuluş savaşı deneyiminden geçerek dönüşüyorlar, radikalleşiyorlar ve Cumhuriyeti kuruyorlar. Yani ortada bir ‘devrim’ ve eski sistemin düşünce kalıplarından da bir kopuş var.

Eğitim sistemleri ve okullar bütün toplumlarda, mevcut yapının toplumsal ve ideolojik yeniden üretiminin başlıca aracı olmuştur. Okullar ve eğitim sistemleri bu özelliği nedeniyle verili toplumsal düzenin egemen yapılarını ve değerlerini güçlendiren kurumlardır. Aynı zamanda eğitim dünyayı değiştirmenin en önemli araçlarından/yollarından biridir. Bu ikili özelliği dolayısıyla eğitim sistemleri devrimci dönüşüm dönemlerinde özgürleştirici dönüştürücü rolü öne çıkarken, yerleşik sistemlerin bir parçası haline geldikçe değişimden çok tutucu özelliğiyle mevcut konumların ve ayrıcalıkların sürmesine katkı yapar. Bu ikili özelliği nedeniyle Cumhuriyet’in kuruluş döneminde laik ulus devletin ve toplumun inşasında dönüştürücü işleviyle ilerici bir rol oynayan eğitim sistemi, o günlerden bu yana, her dönemde sol-sağ, ilerici-gerici, laik- şeriatçı saflaşmasının ve kültür savaşlarının merkezinde yer aldı. Nitekim kurucu dönemin aydınlanmacı, ilerici dönüşümünün ardından gelen geri tepme döneminde; özellikle 1950’lerden itibaren dönüştürücü ve değişimci yanı baskılandı ve giderek sistemin işleyişinin önemli bir parçası haline gelerek tutucu ve statükocu özellikler kazandı. Buna rağmen laik eğitimin ve okulun eleştirel aklın gelişimi ve toplumsal değişim için sunduğu olanaklar ve dayanaklar dün olduğu gibi bugün de daima gerici saldırının hedefinde oldu. Arka planda yüzyıllık bu çatışma var.

Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun yeni rejimin yapıtaşını oluşturmada eğitim ve okul sisteminin rolü konusunda zihni gayet açık. Nitekim daha Kurtuluş savaşı sırasında toplanan ilk Meclis’te (1920) eğitim sorunları ele alınıyor. Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) eğitimi, okulları yola sokmak için bazı önlemler alıyor. 1921’de Kurtuluş Savaşı sürerken, Öğretmenler Birliği kuruluyor. Bu birlik Ankara’da, eğitim alanını düzenlemek için bir Eğitim Kongresi (Maarif Kongresi) düzenliyor. Bakanlık, Kasım 1922’de valilere gönderdiği bir genelgeyle halk eğitimi çalışmalarının başlatılmasını istiyor. 105 değişik yörede Halk Mektepleri ve Gece Dersleri açılıyor. Bakanlıkta 1923 başlarında Heyet-i İlmiye oluşturuluyor, eğitim sorunlarını tartışıyor.

Cumhuriyet’i kurmak için yola çıkanlar, İmparatorluktan kalan eğitim mirasının nasıl işlerini kolaylaştırmadığını da biliyorlar. Nitekim bu çift başlı ve iki tür insan iki tür bilinç ve yaşam tarzı yaratan sisteme son verecek radikal müdahale Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) yasası ile geliyor (1924). Bu yasa aynı zamanda Osmanlıcı hevesleri tamamen ortadan kaldıracak, yeni rejimin niteliğini tanımlayan bir radikalliğe de sahip. Saltanat ve Hilafet kaldırılıyor. Laik eğitimin temel dayanağı Hilafet ve Saltanat’a son vererek atılıyor. Bu yasa ile dinsel eğitim veren medreseler ve okullar kapatılıyor, çeşitli kurumlara bağlı bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanıyor. Cumhuriyet’in inşasında başlıca rol, laik okul ve halk eğitimi sistemine veriliyor. Öyle ki, laiklik 1937 yılında Anayasa’da yer almadan önce, 1926 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati imzalı bir “Maarif Misakı” olarak kabul edilen Bakanlık genelgesinde “Türkiye’de herkesin millî ve dünyevi, modern ve demokratik bir terbiye alması esastır. Eğitimin millî olmasından maksat gençleri, yaşayan bütün kurumları düşünce ve idealleriyle millî topluma uydurmaktır… Dünyevi kelimesinden hedeflenen anlam, eğitimin laik olması,… ” yer almıştır (1).


Ona ilerici vasfını veren diğer bir özelliği kadınların eğitimi ve karma eğitim konusunda yıktığı engellerle ilgilidir. Kadınların her düzeyde eğitime katılmasının engellerinin kaldırılması ve eşit yurttaşlığın gerektirdiği öznelliklerin kazanılmasına ilişkin içeriğin okul müfredatına ve okul kültürüne girmesinin önemi açıktır. Her ne kadar bu, bugün bizim sahip olduğumuz toplumsal cinsiyet eşitliği nosyonunun asgarisini içeriyor olsa da, bu yoksa eşitlik konuşmak zaten abes olur, önemi ortadadır. Eğitim yoluyla kadınlar için tüm kamusal hayata girmek ve katılmanın kapısı koşulsuz ve çekincesiz biçimde açılmıştır.

Bugün eğitim sisteminin en sert eleştiriye maruz kalan yanı katı milliyetçi-muhafazakâr özellikleriyle ilgili. Genelde de bu eleştiri, bunun temelinin kurucu dönemde -ulus devletin inşası- atıldığına dair bir varsayıma dayanır. Elbette böyle bir altyapı var. Ancak bugün eğitimdeki gerici müdahaleye yön veren Türk-İslam sentezi biçiminde billurlaşan milliyetçi muhafazakârlığın asıl olarak soğuk savaş döneminin anti-komünist politikalarıyla şekillendirildiği de bir gerçek. Kurucu dönemin ulusalcı eğitim (Milli Maarif) sistemi kurma iddiası ve buna dayanak olan tezlerine yakından baktığımızda, onun dünyada olan bitene gelişmelere kapalı bir özelliğinden ziyade, evrensel eğitim deneyimlerinden yararlanmak yolunu seçtiğini ve bu yönde etkileşime açık olduğunu görüyoruz. Bu anlamda kurucu eğitim ideolojisi akla ve bilime dayalı rasyonalizmi ve pozitivist felsefeyi kendisine dayanak almıştır. Bu düşünce ve akıl yürütmenin dinsel olmayan yönünün ve eleştirel düşüncenin boy vermesinin koşullarını sağlamıştır. Bu koşullar içinde Köy Enstitüleri gibi sıra dışı ve radikal bir eğitim deneyimi de hayat bulmuştur.

Kurucu dönemin aydınlanmacı ve ilerici eğitim politika ve uygulamalarının ve ilk 10 yılı içinde yapılan toplumun, kültürün ve düşünce yapısı üzerindeki dinin etkisini kaldırmaya yönelik (gündelik hayatı, giyim kuşamı, yurttaşlık, kimlik, eşitlik nosyonunu) reformların önünün, Demokrat Parti iktidarı olarak anılan çok partili dönemde kesildiği görülmektedir. Bu dönemde dinin siyasete sokulmasının koşulları oluşurken, eğitime dinsel müdahalenin de önü açıldı. Nitekim bu tarihten itibaren ders programlarına ve ders kitaplarına yansıyan muhafazakâr, cinsiyetçi ve şoven vurguların öne çıktığı görülmektedir. Yine de askeri darbelerle (1960, 1971) kesintiye uğrayan çok partili siyasal dönem de dahil bütün bu süreç içinde ve barındırdığı kimi sorunlara rağmen ‘imana değil akla dayalı laik eğitim’ 1980 yılına kadar varlığını sürdürdü. 1980 askeri darbesi sonrasında girilen Türk-İslam sentezi rotasıyla birlikte, zorunlu din dersinin müfredata girmesi ve özellikle “milli müfredat” adı altında Türk tarihi, coğrafya gibi sosyal bilimler derslerinin içine dini bilgilerin dahil edilmesi eğitimin dinselleşmesine dayanak oldu. Geçen kırk yıl içinde Türk-İslam senteziyle girilen yolda laik eğitim açısından son durak ise siyasal İslam’ın radikal müdahalesini getirdi.

Bugün eğitim sistemimiz (örgün ve yaygın) bütün yönleriyle dinselleştirmeye açılmış durumda. Dindar nesiller yetiştirme iddiasının arkasında “Dava taşını gediğe koymadan bitmeyecek” diyen bir siyaset var. İslami hayat tarzını tüm topluma kabul ettirmek için, okullar ideolojik ve kültürel araç olarak seçilmiş durumda. Okullar laiklik yoluyla kazanılmış olan modernliğe karşı açılan kültürel savaşın merkezinde yer alıyor. Nihai hedef laik eğitimi, seküler toplumu ve toplumsallaşmayı ortadan kaldırmak gibi görünüyor. Bu yolda okullar müfredattan başlayarak, okuldaki hayatın ve toplumsal ilişkilerin bütün yönleriyle gerici saldırı altında sarsılıyor. Ancak laik eğitim ilk ortaya çıktığında karşılaştığı olumsuz koşulları (mali sorunlar, yetersiz fiziki koşullar ve okulsuzluk) ve sınırları (muhafazakâr tereddüt ve gerici direnişi) aşarak radikal dönüştürücü etkilere açılmıştır. Osmanlı özlemi çeken ‘mutsuz azınlık’ dışında geniş toplum tarafından seküler-dünyevi hayat tarzı ve laik eğitim sistemi kabul görmüştür. Yüz yıllık laik eğitim sistemi yoluyla Türkiye’nin kültürel ve entelektüel hayatına damga vuran aydın, iyi eğitimli ve okuryazar kuşaklar yetişmiş ve giderek zorunlu temel eğitimin geniş nüfus gruplarına yayılmasıyla ve kitlesel eğitim veren okul sisteminin gelişimiyle birlikte Türkiye toplumunun seküler özellikleri (hayat tarzı ve toplumsal bilinç bakımından) başat hale gelmiştir. Eğitimde dinselleşmenin geldiği boyut, bu geniş ölçekli ve yaygın değişimi geriletmeyi başaramasa da, okul çağındaki çocuklar ve gençler üzerinde yarattığı ağır tahribatın ve olumsuz etkilerinin tanımlanması ve laik eğitimin yeniden düzenlenmesi için gündemler oluşturmak gerekir. Aynı zamanda günümüzün demokratik eğitim perspektifiyle eğitim sistemimizin geçen yüzyıl içinde geçirdiği dönüşümlere baktığımızda, neyin ilerici neyin gerici olduğuna ilişkin daha net bir görüşe ulaşıyoruz. Eğitim hakkını genişleten, dönüşüm ve ilerlemeye ilişkin kavrayışımızı derinleştiren fikirlerin merceğinden eğitim sistemimizin, eşitlik, kimlik, dil, farklılık, ayrımcılık konularında yeniden yapılandırılmasına yönelik gündemlere ihtiyaç var. Tekrar başlıktaki soruya dönersek, eğitim toplumu değiştirebilir, ancak verili koşullar ve onu çevreleyen siyasal gerçeklik içinde.

------------

  1. Sakaoğlu, N. Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi. 1. Basım, İletişim Yay., İstanbul. 1992: 34.