Google Play Store
App Store

Pandemi dünyada ve Türkiye’de ciddi eğitim sorunlarının yaşanmasına yol açtı. Bu sorunu kabul edip akıl ve bilimle üstesinden gelebiliriz. Arnold Toynbee şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Sorunlar ülkeleri bileyip güçlendirebilir ama bu onların karşılaştıkları sorunlarla nasıl baş edeceğine bağlıdır.”

Eğitimin koronasıyla mücadele ve uzaktan eğitimi yakınlaştırmak

CEMİL COŞKUN
Maarif Müfettişi/Müfettişler Derneği Yön. Kur. Üyesi

Koronavirüs tüm dünyayı etkisi altına aldı ve yaşamın her alanında ciddi sonuçlar doğurdu. Bu alanlardan birisi hiç kuşkusuz eğitim. Koronavirüs aynı zamanda dünyayı ‘uzaktan eğitim’ gerçeğiyle tanıştırdı. Bu yazıda ‘Eğitimin Koronası’nı yok etmeye ve ‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmaya çözüm arayacağız.

Eğitim sistemi, öğrenmeye yönelik isteğin tutkuya dönüştürülesini, öğrenmenin olmadığı bir günün bile olmamasını, toprağın suya hasretinin öğreten- öğrenen ilişkisine yansımasını, yaratıcılığın, sorgulamanın, araştırmanın keyif veren uğraşlar olduğunu başarmak durumundadır. Başarırsak, gerçekten başarılı olmuş olacağız. Çünkü asıl başarı başkalarının yaptıklarını görmeye gitmek değil, sizin yaptıklarınızı görmeye gelenlerin olmasıdır.

Koronavirüs bize her sistemin içinde virüslerin olabileceğini gösterdi. Virüslerin ortak özelliği gözle görülemez olmaları ve yavaş yavaş bünyeyi/sistemi teslim alıp öldürmeleridir. Eğitim sisteminde koronavirüs belirtilerini test yapmadan şöyle sıralayabiliriz:

*İş görenlerin niteliğinin düşük, zaman içinde yeniliklere yönelik eğitimden yoksun kalmaları, liyakate dayalı bir atama sisteminin olmaması,
*Öğretmen, öğrenci ve veli iş birliğinin yeterli seviyede olmaması,
*Yöneticilerin eğitim liderliği rolünden uzak olması ve öğrenmeyi bulaştıramaması,
*Bilginin sorgulanıp işlenmemesi ve bunun sonucu ezberci eğitimin ülkeye hakim olması,
*Sanat, spor ve bilime dayalı yaratıcılık çalışmalarının yeterli düzeyde yapılmaması,
*Evlerde çalışma odası, çalışma ve okuma kültürünün yeterli düzeyde, evlerde ve okullarda yeterli sayı ve nitelikte kitapla donatılmış kütüphanelerin olmaması, kitap okumanın ulusal bir sorun olarak görülmemesi.
*Öğrenme işinin sadece okulda olacağı ve bunu öğretenin gerçekleştireceği yönündeki yanlış algı, öğrenmenin insanı ve dünyayı anlayıp geliştirmek amaçlı değil, sınıf geçmek gayesiyle yapılması.
*Düşünme eğitimi, mantık ve felsefe derslerinin ders saatlerinin yetersiz olması, yazmaya, not tutmaya ve özet çıkarmaya dayalı bir kültürün olmaması.
*Özgür, demokratik, bilimsel ve laik eğitim anlayışının kurumsallaşmamış olması.

Virüsle mücadele ancak aklın ve bilimin yöntemleriyle olur. Yanlış yöntem, yanlış tedavi ve yanlış ilaç etkisi yaratır. Sonunda hastayı kaybedersiniz. Eğitimbilimin dilini ve yöntemlerini hakim kılarak eğitim sistemine girmiş olan virüsleri temizlemek eğitim ile ilgilenen herkesin ev ödevidir. Pandemi dünyada ve Türkiye’de ciddi eğitim sorunlarının yaşanmasına yol açtı. Bu sorunu kabul edip akıl ve bilimle üstesinden gelebiliriz. Arnold Toynbee şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: ‘Sorunlar ülkeleri bileyip güçlendirebilir, ama bu onların karşılaştıkları sorunlarla nasıl baş edeceğine bağlıdır.’ ‘Sorunlara meydan okuyanlar’ ile ‘Sorunlara sitem okuyanlar’ın çözümleri farkı belirleyecektir.

21.yy her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yenilikler ve paradigmatik değişiklikler yarattı. Bu çağda da değişenlerden ilk dikkat çeken öğrenciler yer almaktadır. Bu çağın çocukları daha nazlı, daha dayanıksız, daha teknolojik, daha az yorulmak istiyor, daha kolaycı, daha nihilist. Şöyle de denilebilir: Bu çağın çocukları gazla çalışıyor ama biz, depolarına benzin dolduruyoruz. Bir İngiliz atasözü; ‘Atı zorla, suya götürebilirsiniz, ama zorla su içirtemezsiniz’ diyor. Bu çağın çocukları da böyle zorla bir şey yaptıramazsınız. Bu çağın eğitim liderleri, eğiticileri, velileri, politikacıları acil iniş yapıp, yeni paradigma ile tekrar havalanmalıdır. Yeni paradigma: ‘Öğrenmeyi bulaştırmak.’ Salgın döneminde eğitim sistemine giriş ve virüsle en etkili yol budur. ‘Öğrenmeyi bulaştırmak’ için en üstten, en alta kadar toplumun tüm bireyleri öğrenme aşkıyla dolmalıdır. Yusuf Has Hacip’in yaklaşık bin yıl önce söylediği gibi; ‘Kutadgu Bilig’ Yani; mutluluk veren bilgi. Öğrenirken mutlu olan bireyler. Öğrenmekten keyif alan, öğrenme ağı ile dünyayı saran bireyler. Öğrenmediği günü kayıp gün olarak sayan, ‘ömrümden öğrenmesiz geçen her gün, yaşanmamış gündür’ diyen birey. Öğrenmediği gün hayıflanan, üzülen birey.

Öğrenmeden keyif alan ve kendi öğrenmesi üzerine kafa yoran bireyler bu yüzyıla damgasını vuracaktır. ‘Kendi yaşamının ve geleceğinin mimarı’ olan bireyler ve bu bireyleri her koşulda destekleyen ülkeler bu yüzyılın onuru ve gururu olacaktır. Bir kişinin kendi öğrenmesi üzerine kafa yorması çok anlamlı ve değerlidir. İnsanın, kendisine saygısının ve sorumluluğunun ön koşuludur. Kişi kendisine şu soruyu sormalıdır: ‘Ben en iyi hangi yolla öğreniyorum?’ Bu soru üzerine uykuya yatmak çok işe yarar. Beyinin alışık olduğu bu soru üzerine uykuda bile arama motorunu çalıştıracak ve belki de en derin uykudan bile kişiyi uyandıracaktır.
Öğretmenler, ‘Uzaktan Eğitim’in içine gönlünü, entelektüel birikimini, öğrenme tutkusunu katmazsa, bu eğitimden istenen sonuç alınamaz. Sadece öğrenciler ekran başında akranlarını görmüş olurlar. ‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmanın yolu, eğitim içeriklerini düzenlerken bile aklımızdan ‘öğrenmeyi nasıl bulaştırırım’ sorusunu geçirmektir. ‘Öğrenmeyi bulaştırmak’ düsturu eğitimin satır aralarına mutlaka girmelidir. İşte o zaman ‘uzaktan eğitim’ yakınlaşacak ve ‘yanı başımızda eğitim’ olacaktır.
Uzatan Eğitimi’ yakınlaştırmanın bir yolu da Anayasa’nın 42. Maddesini hiç unutmadan bütün öğrencilere ücretsiz alt yapı olanağını sunmasıdır. Aksi taktirde ‘Uzaktan Eğitim’ eğitimden uzaklaşan topluma dönüşecektir. Yine ülkenin bütün okullarında fırsat eşitliğini sağlamak ve okullar arasındaki nitelik farkını asgari düzeye indirmek devletin anayasadaki sosyal devlet olmasının bir zorunluluğudur.

‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmanın başka bir yolu; ‘Sokratik Eğitim’ anlayışını bütün eğitimcilerin hayata geçirmesidir. Yaklaşık 2400 yıllık ‘Sokratik Eğitim’ yoluyla öğrenciye soru sormak, yanıtı öğrencinin bulmasını sağlamak, verdiği yanıtın eksiklerini fark ettirerek ve verdiği yanıtı sorgulatmak. Öğretmen, sorduğu sorularla öğrencinin zihninde yeni ve yaratıcı bilgilerin döllenmesine yol açmalıdır. Zihinde döllenme meydana geldiğinde öğreten ‘Ebe’ rolü oynamalı ve sadece yeni, yaratıcı, orijinal bilgilerin doğumunu kolaylaştırmalıdır. Soyut, muğlak ifadeler, anlaşılmayan her kavram ve sözcük öğrenmenin önünde bariyer etkisi yapacaktır. Eğitimcinin derdi, anlamak ve anlaşılmak üzerine olmalıdır. Eğitim, öğrenende yeni pencereler, yeni ufuklar açarak dünyayı, yaşamı anlamak için anahtar rol oynamalıdır.

Anlaşılmadığınız oranda uzaklaşırsınız.

Can YÜCEL bir şiirinde en uzak mesafeyi şöyle anlatıyor:

‘En uzak mesafe, ne Afrika’dır,
Ne Çin, ne Hindistan…
Ne seyyareler,
Ne de yıldızlar, geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe,
İki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan.’

‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştıranın başka bir yolu da kendisine yaptığı entelektüel stok ve ders öncesi hazırlığıdır. Bu iki parametre dersin ne kadar verimli geçeceğinin de göstergesidir. ‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmak için öğretmenin öğrencinin söz, kavram ve anlam dünyasına ulaşmasıyla mümkün olacaktır. Öğretmenin kullandığı kavramlar, sözcükler eğer öğrencinin söz varlığı ve anlam dünyasından uzaksa yüz yüze eğiti de yapsanız, bir yararı olmayacaktır.

Yine, ‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmanın başka bir yolu disiplinler arası ilişkilendirmeden geçektedir. Bir ders/konu kendi dışındaki mümkün olduğunca fazla disiplinlerle ilişkilendirilmelidir. Örneğin; matematikteki bir ‘toplama’ konusu, müzik, resim, Türkçe, İngilizce vb. disiplinlerle ilişkilendirilerek öğrenenin beyninin farklı bölümlerine fidanlar dikmelidir.

‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmak için yollar bitmez ve tükenmez. İşte başka bir yol da felsefe yapmak. Felsefe yaparken sorulmayanı sormak, söylenmeyeni söylemek, yolda olmak. Kısacası öğrenme yolculuğuna çıkmak. Bilgi işçiliği yaparak, bilginin üzerine alın teri dökmek. Alın teri ile sulanmış bilgiden bilgi mühendisliğine ulaşmak. Bilgi mühendisliği sayesinde yaratıcı, üretici, kalkınmış bir ülkenin evlatları olmanın gururunu yaşamak.

‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmanın bir başka yolu çocuklara her gün keşfedecekleri durumlar sunmaktır. Öğretmen, öğrencinin merakını tetikleyerek, sorular sorarak çocukların keşif yeteneklerini en üst seviyeye çıkarmalıdır. Keşfetmenin tadını almış bireyler bir daha pasif, edilgen ve uyuşuk olmayacaktır.

‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmanın bir başka yolu aileleri de eğitimin içine çekek ve evi de okulun, öğrenmenin bir parçası yapmaktır. Andreas Schleicher ‘Dünya Okulu’ çalışmasında ebeveynlerin çocuğu ile sohbet etmesinin, birlikte yemek yemesinin ve çocuğun okul başarısıyla ilgili sohbet etmesinin çocuğun eğitimine ciddi katkısının olduğunu belirmektedir.

‘Uzaktan Eğitim’i yakınlaştırmanın bir başka yolu da beceriler konusunda Türkiye’yi en üst sıralara çıkarmaktır. Tedmem OECD Yetişkin Becerileri Araştırması: Türkiye ile İlgili Sonuçlar Raporuna göre; Türkiye’de yetişkinler sözel becerilerde ortalama 227 puan elde ederek 268 puan olan OECD ortalamasının çok altında kalmıştır. Türkiye sözel becerilerde elde ettiği bu puan ile araştırmaya katılan ülkeler arasında en düşük puana sahip üç ülkeden biri olmuştur. OECD ülkeleri içinde sadece Şili (220), OECD dışından araştırmaya katılan ülkelerden ise Endonezya (Jakarta) Türkiye’den daha düşük puana sahiptir. Bununla birlikte Türkiye’de yetişkinler sayısal becerilerde de ortalama 219 puan elde ederek 263 puan olan OECD ortalamasının oldukça altında bir konumda yer almıştır. Sözel becerilerde olduğu gibi sayısal becerilerde de Türkiye en düşük puan alan iki OECD ülkesinden biri olmuş, sözel becerilerde 206 puanla en son sırada yer alan Şili’den biraz daha iyi bir performans gösterebilmiştir. OECD ülkeleri dışında olup da araştırmaya katılan ülkelerden ise sadece Endonezya (Jakarta; 210) Türkiye’den daha düşük bir puan almıştır.

Sayısal becerilere ilişkin Türkiye’de yetişkinlerin %50.2’si 1. düzey ve altında performans göstermiştir. Bu oran OECD ortalaması olan %22.7’nin oldukça üstündedir. Sayısal becerilerde Türkiye’de yetişkin nüfusun %20.2’si 1. düzeyin altında, %30’u ise 1. düzeyde yeterlik göstermiştir. Bu oranlar OECD ortalamasında %6.7 ve %16’dır. Sayısal beceriler alanında 1. düzey olarak tanımlanan yeterlik düzeyi sayma, sayıları gruplama, tam sayılarla veya para ile basit matematiksel işlemleri yapabilmeyi gerektirmektedir. Bu bulgular Türkiye’de her 5 yetişkinden birinin tam sayılarla veya para ile sayma işlemlerini veya basit matematiksel işlemleri yapacak düzeyde sayısal beceriye sahip olmadığını göstermektedir.

‘Bir eğitim sisteminin niteliği, eğitimcilerin niteliği kadardır.’ Bu dünyanın en başarılı eğitim sistemlerinden olan Finlandiya, Güney Kore, Singapur gibi ülkelerin sloganı. Eğitimde en başarılı ülkeler, eğiticilerin niteliğine çok yatırım yapmaktadırlar. Eğitimcilere yapılan bu yatırım, o ülkelere yük olmuyor, o ülkeler bu yatırım sayesinde büyük oluyorlar. Türkiye’nin acil koduyla işe el atması ve eğitim liderliği başta olmak üzere eğiticilerin niteliğini yükseltmek için çalışmalar yapması gerekmektedir. Aksi takdirde dünya liginde kalmamız mümkün değildir.

Öğretmenin belirleyici niteliğinde parola olası açısından şu öneriler sunulabilir: ‘Basite kaçma, basitleştir. Kolaya kaçma, kolaylaştır. Zorlaştıra, zorla.’ Basitleştirmeyle ilgili ‘Occam’ın Usturası’ işe yarayacaktır. Occam’lı William, yaklaşık 1287 ve 1347 yılları arasında yaşamış İngiliz Fransiskan Papazı ve Skolastik filozof; “Zorunluluk olmadıkça varlıkları çoğaltmamak gerekir.” Demektedir. Basitlik ilkesi diye adlandırılabilecek yaklaşım çok basit bir mantığa dayanıyor: Bir olgunun açıklanması, mümkün olan en az varsayıma dayanmalıdır. Kavramlardaki fazlalıkları atmak, kavramları berraklaştırmak, kavram yontuculuğu yapmak öğretmenin yeni rollerinden sadece bir kaçıdır.

Bu çağda öğretmen kendisini bir çeşme gibi konumlandırmalı ve her öğrenciden yeni pınarlar yaratmalıdır. Yine bu çağda öğrenci kendisini sünger gibi değil, süzgeç gibi konumlandırmalıdır. Yanlış, eksik, akıl dışı ve çağ dışı bilgiyi elemelidir.

Piaget’e göre öğrenme zihindeki dengenin bozulmasıyla başlar. Öğreten, etkili sorularıyla öğrenenin zihin dengesini bozar, öğrenen bu dengeyi sağlayana kadar çaba sarf eder,öğretmen etkili sorularıyla tekrar dengeyi bozar…İşte, tam da beklediğimiz öğrenme yolculuğu.

Dünya edebiyatında söz sahibi olan yazarların bir çok kitabında ev ile ilgili anlatılarda ‘Çalışma Odası’ndan bahsedilmektedir. Çalışma odası olan bir evde büyüyen bir çocuk, çalışmayı hayatının merkezine alır ve her daim üretken olur. Bu kültürde yetişen çocuk başarı için zeki olmaktan daha önemli olanın ‘çalışmak’ olduğunu bilir. Bu nedenle daima çalışkan olmayı öne çıkarır. Okullarımız çocuklarımıza çalışmanın erdemini anlatmadan, göstermelidir. İnsanlığın bu gün geldiği nokta ve uygarlık seviyesi çalışanın eseridir.

Evlerde ve okullarda yeterli ve nitelikli kitaplarla donatılmış kütüphanelerin olmamasının bedelini çok ağır ödüyoruz. Kitap okumayan insanların hem kendilerine hem de toluma çok büyük zararları var. Birçok beyin araştırmalarında kitap okumanın beyni geliştirdiği ve sinaps bağlantılarını artırdığı saptanmıştır. Sokrates; ‘Dünyada bütünüyle iyi ve fena şey yoktur. İki şey müstesna: bilgi iyidir, cehalet fena’ diyerek ne kadar da doğru söylemektedir. Okumayı öğrenmiş çocuklarımızdan, ölüm döşeğindeki yaşlıya kadar kitap okumayla tedavi olmazsak, okumama hastalığı hepimizi kasıp kavuracak. Bir başka evrensel sorun da ‘Okuma yoksulluğu’dur. İnsanlık buna çare bulamazsa, bu yoksulluk hepimizi dilenci durumuna getirecektir. Bu nedenle okulların, eğitimcilerin, öğrencilerin okul dışında okumaya ve öğrenmeye ne kadar zaman ayırdıkları üzerinde kafa yormalıdır. Selçuk Şirin Hocanın ifadesiyle öğrenciler arasındaki asıl farkı okul dışında yapılan çalışmalar belirlemektedir.
Pakize Türkoğlu’nun ‘Tonguç ve Enstitüleri’ adlı kitabında geçen ve İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde yaşanmış şu olay oldukça öğreticidir: ‘İnönü yanında dönemin Genelkurmay Başkanı ile Savaştepe Köy Enstitüsüne gider. Okul girişinde nöbetçi öğrenci Hatice Kolukısa vardır. İnönü, Hatice’ye azık çantasını açmasını söyler. Hatice’nin azık çantasından köfte, ekmek ve Sophokles’in Antigone kitabı çıkar. İnönü, yanındaki Genelkurmay Başkanına; ‘Paşam,bu kitaplar daha Ankara’da bile okunmadı, bakınız bu çocuklar okuyor’ deyince, Hatice Kolukısa, enstitüde herkesin okuduğunu söyler. İnönü, yanındaki Genelkurmay Başkanına; ‘Ne zaman erimizin, askerimizin, sivilimizin, generalimizin azık çantasından kitap çıkar, işte o zaman Türkiye gerçekten kurtulmuş olur’ der. Türkiye’nin gerçek kurtuluş reçetesi budur.

Atatürk’ün Harf Devrimi için kara tahta başına geçtiği fotoğraf zannedersem Gülhane Parkı’ndadır. Bu fotoğraf çok ama çok mesaj vermektedir. Koşullar elverişli değilse bile bir ağacın altında da ders yapılabilir. Yani ‘Her yer okul.’

Öğrenci, sınıfta/derslikte, sanal ortamda eğer öğrenemiyorsa, öğretmen çocuğun anlam dünyasına ulaşamıyorsa buna ne kadar yakından (yüz yüze) eğitim denir. Soyut, muğlak, anlaşılmayan ifadeler öğrencinin beyninde işleme konulmayan dilekçe muamelesi görecektir.

Eğitimin amacı, çocukların kafalarını bilgiyle doldurmak değil, onları yaşama ve geleceğe hazırlamaktır. Çocukları ve gençleri becerilerle donatılmış bir şekilde yetiştirmek boynumuzun borcu olmalıdır. Bu amaçla ezberin yerini, sorgulama, pasif, edilgen, oturan öğrencinin yerini oyun, drama, deney, işbirliği, deney ile öğrenen öğrenciler almalıdır. ‘Yeni İnsan’ı yaratmak ve bu insanla gurur duymak hepimizin ödül belgesi olacaktır. ‘Aktarılan akıl mı, kullanıcı tarafından üretilen akıl mı?’ tercih bize kalmış.

Okullarda ‘Araştıran Lider Eğitimci’ler her veriyi analiz edecek ve okulları bir tür araştırma laboratuvarına dönüştürecektir. Yöneticiler ve öğretmenler okulda, sınıfta sürekli gözlem yapacak, bu gözlemlerden elde ettikleri verileri işleyerek hem eğitime sızmış koronovirüslerle mücadele edecek hem de bakanlığın eğitim politikalarına yön verecektir. ‘A öğrencisinin en verimli olduğu zaman hangisidir? En önde oturan öğrencilerin akademik başarılarıyla, en arkada oturanların akademik başarıları arasında fark var mı? Sınıfta su bulundurmak ve öğrencilerin su içmelerini teşvik etmek, öğrencinin başarısını etkiliyor mu? Başarılı öğrencilerin çalışma biçimleriyle ve aile yaşantılarıyla ilişkisi var mı? Oyun, drama, eğlenerek öğrenme, deney öğrencilerin başarısını nasıl etkiliyor? Düzenli olan öğrenciler daha mı başarılı oluyor? Singapur Eğitim Bakanlığı’nın hedefi; her öğrencinin akftif bir öğrenen, her öğretmenin ilgili bir eğitimci her müdürün eğitimde ilham kaynağı bir lider ve her okulun iyi bir okul olmasıdır.

Andreas Schleicher ‘Dünya Okulu’ adlı kitabında eğitimde başarıyı şöyle tanımlamaktadır: ‘… Eğitimde başarı artık ağırlıklı olarak içerik bilgilerinin yeniden üretimiyle değil, bildiklerimizden çıkarımlar yapmak ve o bilgiyi yeni durumlarda yaratıcı olarak kullanmakla ilgili. Epistemik bilgi- örneğin, bir bilim adamı, filozof veya matematikçi gibi düşünmek- belirli formülleri, isimleri veya yerleri bilmenin önüne geçiyor. Öyleyse bugünün öğretimi her şeyden çok (yaratıcılık, eleştirel düşüne, problem çözme ve muhakeme barındıran) düşünme biçimleriyle (iletişim ve işbirliği dahil) çalışmada kullanılan araçlarla ve çok yönlü bir dünyada aktif ve sorumlu yurttaşlar olarak yaşama becerisiyle ilgilidir.

Salgın döneminde başlamak ve sürekli olarak uygulamak üzere şunlar yapılabilir:

*Bütün televizyon kanallarında ve radyolarda ‘Ders yayını yapma’ uygulaması başlatılabilir.
*Her okulda üst sınıftaki öğrencilerin alt sınıftaki bir öğrenciyle haftada iki saat ders yapmaları sağlanabilir.
*Öğrenci-öğrenci, öğrenci-öğretmen arasında mektup, mail vb. yöntemlerle karşılıklı öğrenme uygulaması başlatılabilir.
*Yazar, şair, sanatçı, bilim insanlarından uzman oldukları konularda ders videoları yapıp paylaşmaları istenebilir.
*Kursların belli derslerini video yoluyla paylaşmaları sağlanabilir.
*Köy, kasaba vb. dezavantajlı çocuklara özel gezici okul uygulaması yapılabilir.
*İllerin ihtiyacına göre ‘Mobil Okul İyileştirme ve Geliştirme Ekipleri’ oluşturulmalı ve okullar bu ekipler tarafından düzenli olarak ziyaret edilmelidir.
*Başarısız öğrenciler için öğrenci, aile üzerinde özel çözümler üretilerek eğitimde hakkaniyet sağlanmalıdır.
Son söz: Virüsü önle, öğrenmeyi bulaştır, uzaktan eğitimi yanı başıma yaklaştır…