Altı bölüm boyunca bu sıra dışı fantezilere zemin olan dünyada Eylül’ün başına gelecek kötü bir şey olmasını bekleriz. Evrenol o kadar fazla gösterir ki ‘çıplak olanı’ bu aşırılığın acı doğuracağını düşünürüz. Ama sonra tam tersini yapar, çıplaklıktan gelmez zarar, tam aksine kapalı olandan, feodal erkeklikten gelir.

Ejderhalar, fanteziler ve çıplak bir kadın

MURAT TIRPAN

Sosyal medyayı takip edenler BluTv’nin Çıplak adlı sansasyonel mini dizisi hakkında yazılıp çizilenlere aşinadır. Sezon finalini geçtiğimiz günlerde yapan dizi, özellikle tanıtım metninde geçen “Türkiye’de yapılmış en cesur kadın hikâyesi” cümlesiyle gündemimize girmişti. Bir eskort kızın hikâyesini çıplaklık ve cinselliğin yoğun olduğu bir şekilde anlatıyor olmak, içinde bulunduğumuz dönemde cesurdu belki evet ama bunun başına “en” getirmek sanki biraz iddialıydı. Üstelik diziyi çeken, çok kısa süre önce eski bir kısa filmi yüzünden özellikle feminist çevreler tarafından eleştiri yağmuruna tutulan, hatta kadın düşmanı ilan edilen yönetmen Can Evrenol’du. Sekiz bölümlük diziyi izlediğinde okuyucu cesurluğun derecesine elbette kendisi karar verecektir ancak ben Çıplak’ın her şekilde tartışılmaya değer bir iş olduğunu düşünüyorum.

Bütün bu tantana yüzünden, diziye geçmeden önce ülkemizin sıra dışı yönetmenlerinden Evrenol’la ilgili birkaç kelam etmem gerekiyor. Evrenol, Frightfest için yedi yıl önce bir kısa film yapmıştı, sinemada telefonunu kapatmayan bir kadına kafasından tecavüz eden bir erkek izleyiciyi konu alan bu kısa filmde, ne yazık ki çok sevdiği aşırılığın, gore’un, istismar sineması kodlarının tuzağına düşmüş, gerçekten de kantarın topuzunu kaçırmıştı. Evrenol’un filmografisini ve beyanatlarını bilmesek bu film üzerinden gerçekten de misojonist bir yönetmenle karşı karşıya olduğumuzu düşünebilirdik.

Ancak yönetmenin işlerine, özellikle kadınların temsili üzerinden baktığımızda aslında bu şekilde eleştirilmeyi pek de hak etmediğini görüyoruz. Zaten patlayan tartışma sadece söz konusu kısa film ve belki biraz Çıplak’ı içeriyor. Yorum yapanların çoğunun yönetmenin diğer işleri üzerine çok konuşmaması da muhtemelen bundan. Ben daha önce Evrenol’un neredeyse tüm filmleri üzerine yazdım -merak eden okuyucu bu yazılara kolayca erişebilir- ve özellikle kadının konumlandırılması açısından tüm bu filmlerin aksi yerde durduğunu düşünüyorum. Kısa bir özet geçersek; mesela Evrenol’un en önemli filmi Baskın bir erkeklik yolculuğu hikâyesiydi ve nihayetinde bu yolculuğun çıkmazlarını sergiliyordu. Bir erkeklik övgüsünden çok beyhude bir yolculuğu anlatıyordu; erkeklerin fallik olmak zorunda kaldıkları, fallus sahibi taklidi yaptıkları bir yolculuğu. Housewife ise adı üstünde travmalar yaşamış bir ev kadınının kadınlaşması ve bu dönüşüme bağlı olarak evrenin de değişmesi hikâyesiydi. Film, kadının erkeklerin tuttuğu şemsiyelerin altında durmaktansa şemsiyeleri silah olarak kullandığı bir noktaya evriliyordu. Gayet ilginç bir kısa film olan, bir Anadolu söylencesinden beslenen Al Karısı ise çocuk yaşta evliliğin yükünü “Al karısı” metaforu üzerinden okuyan gayet sert bir filmdi. Al Karısı denilen mitsel yaratık bu filmde kadının genç yaşta taşımak zorunda olduğu yüktü aslında. Yönetmenin son filmi Peri: Ağzı Olmayan Kız ise Peri’nin distopik ve militarist erkekler dünyasından kaçarak yeni bir dünyaya yelken açmasıyla sonlanıyordu. Ağzı olmayan kızın zaafı, eksikliği filmin Reha Erdem’in Hayat Var’ına benzeyen sonunda açıkça onun gücüne dönüşüyordu. Peri eksikliğini saklamıyordu artık. Evrenol’un erken kısa filmlerinden To My Grandmother’da da Peri yaşlarında küçük bir kızın muhafazakâr bir dünyadan kaçmaya çalışması resmediliyordu. Tüm bu filmleri estetik tercihleri, hikâye anlatımındaki inandırıcılıkları vb. açısından beğenmeyenler olabilir ancak kadının konumlandığı yer açısından hepsinin benzer noktalarda olduğu ortadadır.

Çıplak’ın bizde yapılmış “en cesur kadın hikâyesi” olduğu spekülasyonuna ben de katılmıyorum ama yönetmenin sinemasının cesur olarak tanımlanabileceğine kuşku yok. Üstelik Evrenol farklı şeyler yapmak adına ticari olarak da risk alan bir yönetmen. Baskın, tüm cinli perili korku filmlerine karşı kendini bambaşka bir yerde konumlandırıp cesur sularda dolaşırken Housewife cinli filmlere alternatif olarak batılı gore standartlarını ülkemize getiriyor. Peri ise ne çocuk filmi ne de yetişkinlere dönük bir hikâye olarak arafta gezinerek başka bir risk alıyor. Hem bu türsel tercihiyle hem de kapalı alt metniyle gişe filmi olması da ülkemiz festivallerinde el üstünde tutulması da zor bir iş. Evrenol bunların peşinde değil, bildiği ve sevdiği sularda sinema yapıyor. Birbirine benzer hesaplı işlerin dolup taştığı günümüzde açıkçası bu gayet cesur bir tavır. Üstelik ısrarla yeni şeyler denemeye çalışarak bu tür riskler almak eleştirilmeye de davetiye çıkarır. Nihayetinde kimse metooproof değil! Frightfest filmi, evet eleştirilmesi gereken bir iş ancak filmografisinde kadınların durduğu yer açıkça belli olan bir yönetmeni tek bir kısa film üzerinden kadın düşmanı ilan etmek pek de insaflı değil.

ejderhalar-fanteziler-ve-ciplak-bir-kadin-755552-1.

Çıplak’a gelelim. Dizi tek hayali Galler’e kaçmak olan Eylül’ün eskortluk yaparak para biriktirirken sosyetik bir güzelle evlenme arifesinde olan Cem’le tanışıp ondan hoşlanmasını ve sonrasını anlatıyor. Başlangıç noktası ise Cem’in bekârlığa veda partisine abisi tarafından aranarak çağrılması. Diziye Eylül ile başlıyoruz, onunla birlikte apartmana, erkeklerin dünyasına giriyoruz. Dizi boyunca da yine Eylül sayesinde onların fallik krizlerini izliyoruz. İlk altı bölüm boyunca Eylül tıpkı açılıştaki gibi birçok erkeğin, çiftin evine ve hayatına girecek, Evrenol’un kamerası da (sansür bakımından bir dijital platform için bile zor olan) bir ifşa etme moduna geçecek, sallanan iPhone 11’in kadrajı bizi bu çıplaklığın tanığı haline getirecektir.

Dizide tanık olduğumuz bu yoğun çıplaklığın anlamını araştırırken müşterisine “Kız kardeşini çıplak halde gördüğünü söylerken dikkatimi çekmek istediğin başka bir husus mu var?” diye soran Sherlock Holmes’ün yolundan gitmek gerek; acaba bize çıplaklık ve cinselliği uzun uzun gösteren Evrenol’un dikkat çekmek istediği başka bir husus mu vardır? Bütün bu gösterme sekanslarını “Dünyada her şeyi oldurma rolü erkeğe düşerken kadın yıldız daha pasif bir konumu doldurur ve erkeğin arzulu bakışlarına maruz kalan erotik bir nesne olarak işlev görür” diyen kuramcı Laura Mulvey’in ‘eril bakış’ yaklaşımına göre okuyup eleştirmek pek de mümkün değildir çünkü Çıplak tam tersini yapar. Açılış bölümünden itibaren anlarız ki Eylül kişisel bir amaç uğruna erkeklerin arzularının nesnesi olmayı kabul etmiştir. Buradaki çıplak kadın bedeni Baskın’ın başında polis minibüsünde camın buğusuna çizilen penis resmini andırır, başka şeylerin yokluğunun altını çizme amacı taşır.

Eylül’ün varlığı tüm bu hadım edilme endişesiyle yaşayan erkekler grubunun, hatta ek olarak evlenmek üzere olduğu halde bunun aradığı tatmin olduğundan emin olamadığını hissettiğimiz Cem’in karısı Başak’ın eksikliklerini gidermek için tutundukları bir daldır. Eylül, tüm bu insanların “küçük arzu nesnesi” olmaya gönüllü olduğu için cesurdur. Bu fallik tedirginliği tüm karakterlerde görürüz, yatağının üzerindeki mutlu aile fotoğrafının ağırlığından bunalmış Cem’de (Evrenol, Cem ile Başak sevişirken de dâhil olmak üzere sık sık bu fotoğraftan yatağa zoom-out yapar), tüm havalı tavırlarına rağmen bir kadını bağlayıp hükmetme fantezisi kurarak erkekliğini diri tutan Yiğit’te, çıkarmadığı gözlükleriyle cool havasına rağmen kendini farklı ritüellerde bulmaya çalışan Bulut’ta, içindeki boşluğu doldurmak için filmlerde kadınlarla sevişerek rol yapan Cem’in ağabeyinde, internette kızlarla sanal seks yapan Başak’ın babasında ve evet sosyetik, düzgün ama öte yandan birçok arayışa açık Başak’ta… Bu iktidarsız erkekler dünyasının tedirginliği “at kafası” simgesinde özetlenebilir kolayca, ikinci bölümde Eylül bir çiftin evine gider ve cinsel organının büyüklüğüyle övünen adam onunla başına bir at kafası takarak sevişir. Tam da bir teşhircinin muzdarip olduğu durumdur bu, erkekliğinden emin olamadığı için onu daha fazla göstermeye çalışma, altını kalın bir şekilde çizme davranışı. Aynı şeyi evinin her yerine sertifikalarını, diplomalarını asarak fallusunu kaldıran, Eylül’ü bağlayıp hükmetmeye çalışan ama ancak karşısında mastürbasyon yaparak kendini tatmin eden Yiğit’in durumunda da görürüz ya da efendisi olmasını arzulayan bir müşteride de. Eylül bir turnusol kâğıdıdır aslında, bize erkekliğin acısını “çıplak” bir şekilde gösteren. Bu anlamda özellikle ilk bölümlerde Eylül’ün sallanan poposunun seviyesinde konumlanmış kamera erkek izleyici için tahrik olmaktan ziyade bir an da olsa bu erkeklerle özdeşleşip aynı eksiklik üzerinde düşünmemizi amaçlar. Çünkü Lacan’ın söylediği gibi zaten cinsel ilişki imkânsız bir şeydir.

Galler’e gidip istediği gibi olmak hayalinin peşindeki Eylül’ün tek duygusal bağlantı kurabildiği erkek Cem’dir. Hayalinden hiçbir an vazgeçmez ancak bu ilgiden mutlu olur, Cem’in erkeksi tedirginliği ve ikircikliğiyle malul ilgisi Eylül için iyi bir hafifleticidir. Bu ilişkinin son tahlilde Eylül’ün aradığı şey olmadığını daha ilk bölümden belli eder Evrenol, Cem’le romantik olabilecek iki anda kız bir şeylere takılıp “poposunun üzerine” düşer. Nihayetinde onun aradığı dizide gördüğümüz bir erkeklik değildir, ikinci bölümün açılış sahnesine bakalım. Eylül yatağında mastürbasyon yapmaktadır, tatmin dünyası tamamen bireyseldir. Ancak tam o sırada kadraja bir erkeğin elleri girer ve kadının bacaklarına dokunur. Bunun bir rüya olduğunu anlarız, dehşetle uyanır Eylül. Çünkü kendi fantezisine bir erkeğin dâhil olması, istemediği bir şeydir.

Eylül, babaannesinin lafına uyarak (aslında sanırım Peter Pan’a referansla) “Yeterince isterse olacağını” düşünüp Galler’e kaçmak ister. Pessoa boşuna demiyordu “Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir” diye, bu niyetlerden kaçmak ister aslında genç kız. Belmin Söylemez’in Şimdiki Zaman filminin karakteri Mina geliyor aklıma, kafelerde fal bakarak Amerika’ya gitmek için para biriktiren genç bir kız. Evrenol, Eylül ve onun dünyasına daha yakın elbette, bu dünyayı daha iyi biliyor, hatta karakterlerden birini de kendisi oynuyor. Bazılarının söylediği gibi Eylül’ün inandırıcılık sorunu yok bana sorarsanız, elindeki beş, on dolarla Amerika hayalleri kuran kadınlar olduğu gibi kısa yoldan para toplayabilmek için eskortluk yapmayı seçmiş daha umursamaz genç kadınlar da var bu hayatta. Elbette sorun bu dünyanın karanlık evlerinin ahşap koltuklu fal dükkânlarından daha tehlikeli olmasıdır.

Mina birçok insan gibi Amerika’ya kaçmak istiyordu ama Eylül’ün hedefi daha tuhaf. Birçok insanın, mesela babasının nerde olduğunu bile bilmediği tuhaf bir ülkeye gitmek derdinde o. Ne İngiltere ne İskoçya ne İrlanda; içerisinde çayırlar, ormanlar, tepeler, dereler, şatolar barındıran, bayrağında kocaman kırmızı bir ejderha olan fantastik bir yer: Galler. LeGuin’in müthiş metninde yazdığı gibi Amerikalılar Ejderhalardan Korkar ama Eylül gibi kadınlar onun peşindedir. Özellikle rasyonel modern erkekler için kadınlar, rüyalar ve ejderhalar, dolayısıyla fanteziler tehlikelidir. Eylül ise ejderha diyarına kaçabilmek için kendini erkeklerin fantezilerinin içine atmakta bir sakınca görmez. Bu fantezi özgürce yaşayabileceği bir dünya anlamına gelir, ilk tanışmalarında Eylül’ün Bulut’a anlatmaya çalıştığı gibi: “İnsanların birbirlerini yargılamadığı bir yerde yaşamak istiyorum ben. Tabii senin için hava hoş, hem erkeksin hem de cebinde para var. Hayat sana güzel valla.” Bir zamanlar şair Rilke, Apollo heykeline baktığında Apollo konuşmuştu onunla, “Hayatını değiştirmelisin” demişti. İşte tüm bu erkeklere bakarak Eylül de hayatını değiştirmek ister. Hadi başka bir alıntıyla bitirelim bu bahsi, Virginia Woolf’un Jocob’s Room’unun ilk cümlesiyle: “Bu yüzden kuşkusuz diye yazdı Betty Flanders topuklarını kuma gömerek, gitmekten başka çaresi yoktu.”

Mulvey’in metninde belirttiği türden bir narsistik özdeşleşme yaşayacağımız, iktidar sahibi hissederek kadına ve bedenine bakacağımız bir erkek karakter de yoktur Çıplak’ta. Eylül’ü kurtarmaya çalışan bir erkek hele hiç yoktur (sonda ortaya çıkan katil ise bu çıplak dünyanın bir parçası değildir). “Kahraman erkeğin yükselişi” hikâyesi değildir Evrenol’un anlattığı -hiç de olmadı- aksine onların sancılarını ifşa eden bir kadının hikâyesidir. Seyirci olarak Cem’le özdeşleşmeyiz; zaten Cem kendi içinde çelişkileri olan ortada bir karakterdir. Fallik bir erkek olmaktan ziyade kendini suyun akışına bırakmış biridir. Hiçbir zaman da kahraman rolü oynamaz. Hayır, kadına zarar da vermez. Hâlbuki Eylül’ün çıplaklığını tereddüt etmeden gösteren kamera aslında bunun belaya bir davetiye olduğu hissiyatını da yaratır izleyicide. Altı bölüm boyunca bu sıra dışı fantezilere zemin olan dünyada Eylül’ün başına gelecek kötü bir şey olmasını bekleriz. Evrenol o kadar fazla gösterir ki ‘çıplak olanı’ bu aşırılığın acı doğuracağını düşünürüz. Ama sonra tam tersini yapar, çıplaklıktan gelmez zarar, tam aksine kapalı olandan, feodal erkeklikten gelir.

Bu erkeklerin tümü, eksikliklerini kabul edip onunla yaşamak yerine son tahlilde arzularını tatmin etmek için aşırı uçlarda dolaşan ama ona zarar vermeyecek tiplerdir. Hatta zarar verme çizgisini aştıklarında ondan özür dilerler. Tek bir kötü karakteri bile yoktur dizinin. Evrenol bizimle oynar, çıplak olandan zarar gelmeyeceği, tam aksine baştan beri telefon konuşmalarından anladığımız Eylül’ün belalısı bir erkekten geleceği noktasına varır. Fantezilere açık olup soyunanlardan değil fantezilerini bastırıp kapalı görünenlerden gelir şiddet. Sondaki ani twistin amacı tamamen bu ayrımı yapmak ve işaret etmektir. Cezaevinden çıkmış belalı bir adam gelip Eylül’ü vurur. Evrenol bu adamı hiç göstermez, o bir kavramdır çünkü en çok korkmamız gereken erkekliktir.

Tam da Galler’in fantastik dünyasına adım atmak üzereyken gelir bu dönüş. Tanıtım metninin sosyal ağlarda meşhur olan iddiasını kullanarak soralım, cesur bir kadın mıdır Eylül? Filmleri dizileri yarıştırıp daha cesur kadın örnekleri bulmaya çalışmanın âlemi yok, elbette cesurdur. Ejderhalar ülkesinin hayalini kurup bunun için erkeklerin fantezilerine sızmayı göze alan genç bir kadın elbette cesurdur. Herkesin tehlikeli bulduğu çıplaklığı gözümüze sokarcasına gösterip asıl tehlikenin başka bir yerde olduğunu anlatmaya çalışan bir yönetmen de elbette cesurdur.

Ne kadar başardığını tartışabiliriz, ancak Çıplak önemli dertleri olan bir iş. Housewife’ın, Peri’nin hatta Al Karısı’nın kadınları filmlerin sonunda güçlüdürler, (Baskın’ın erkekleri ise çıkmaz bir döngüde çaresiz) Eylül ise kendini fallik bir erkeklikten kurtaramaz ama o bile sonunda göz kırpar. Belki de “Kendine ait bir odası” bile olmayan, fantastik diyarlara gitme hayalindeki tüm kadınlara yapar bu hareketi…