Ekolojik yıkımın son durağı: Akbelen

Hakan YURDANUR  

Akbelen Ormanı, yaşadıkları ve yaşattıkları ile derin bir acı ve öfke olarak yüreğimizdeki yerini aldı. Bu yazıda teknik detaylara girmeden, orman- insan- yaşam arasındaki ilişkilere değinmek istiyorum. Önce birinci tespitle başlayalım: Akbelen’de yaşatılanlar ekolojik krizin değil, ekolojik yıkımın sonucudur. Krizden çıkabilir, geriye dönebilir, eski sağlıklı halinize kavuşabilir ve kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Fakat yıkım için bunlar söz konusu değildir. Ortada geri döndürülemez, ekolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel bir durum vardır. Bu ister istemez mücadelenin yönünü ve birincil aktörlerini belirlemesi açısından büyük bir önem taşımaktadır. 

İkinci tespitimiz ise ‘orman’ denilince büyük çoğunluğun aklına sadece ağaçların geliyor olmasıdır. Nasıl denizler sadece balıklardan oluşmuyor, kentler sadece insanlardan var olmuyorsa; ormanlar da sadece ağaç demek değildir. İçinde, birlikte yaşadığı bütün canlılara yer veren bir ekosistemi barındırır orman. Bu nedenle ormanı savunmak sadece ağaçların kesilmesini, yanmasını önlemek değildir. Fakat sermaye ve yandaşları ormanı sadece ağaçlara indirgeyerek, yerine yeni fidanlar dikilince orman geriye gelecek masalını uydurur! Mücadele edenlerin bu konuya sık sık vurgu yapmaları gerektiğine inanmaktayım. 

Bu anlamda Akbelen sadece ağaçlar kümesi değildir. Kültürel, tarihsel değerlerin de taşıyıcısıdır. İnsan-bitki-hayvan birlikteliğinin korunduğu, insanın hem bedenen hem de zihnen kendi dışındaki yaşamla ortaklık ürettiği, paylaşımda bulunduğu özel bir alandır. Ormanlar bize, yaşamın sadece insandan ibaret olmadığının ve olamayacağının kesin kanıtlarıdır. 

İnsanın medenileşme sürecinde ormandan kurtulup kentleştiği; esaretten özgürlüğe kavuştuğu anlatılıyor. Peki, soralım; kentler mi özgürlük alanları? Her yerin beton ve asfaltla kaplı olduğu güvensiz sokaklarda; insan eliyle her an gerçekleşebilecek saldırılar altında çekingen, ürkek, korkak bir yaşamın adı mı özgürlük? Konumuz dışı ama bir cümle ile değinelim: Güvenli sokaklar, insanların kedi ve köpeklerle birlikte yaşayabildiği sokaklardır! Köpekleri ‘terörist’ ilan ederek asıl terörü, yani sermayenin terörünü, gizleyerek sokaklar güvenli hale getirilemez! 

Kapitalizmde suçlu ile suçsuz yer değiştirir. Ormanı yok ettirmemek için direnmek suç, ormanı yok etmek için yapılan tüm eylemler suçsuzluk kisvesine büründürülür. Bu mantığın altında kuşkusuz cinayet ekonomisi yatmakta. Ağacı kesen, denizi kirleten, nehirleri, gölleri kurutan, çürük binalar yapan, yaptığı asfaltlar yamulan bir cinayet ekonomisi… 

Akbelen’de de devrede olan, işte bu cinayet ekonomisidir. Bu ekonomi sadece ağaç kesmekle yetinmez. Odunun satışından, nakliyesinden, maden alanları açılmasından, yöre halkının bu nedenle hastalanıp hastaneye gitmesinden ve tedavi olmasından da para kazanır. 

İlginç bir tekerleme ile devam edelim; “Orman yandı ama ne mutlu ki can kaybımız yok!” Bu zihniyet, az önce belirttiğim insanı merkeze koyan ve onun dışındaki hiçbir canlıya yaşam hakkı tanımayan bir anlayışın ürünüdür. Bunun üstüne, bu trajikomik mantık bir süre sonra çıkıp; “Orman yangınlarını önlemek için ağaçları kestik” derse eğer lütfen sakın şaşırmayın. 

Akbelen, mücadelesi ile önemli bir gelişmenin de altına imza attı. Rant, siyaset ve etkisiz muhalefet birlikteliğini eleştirdi ve sadece eleştirmekle kalmayıp, çözüm de önerdi: Yerel ve ekolojik örgütlenmeler. Bu çok önemli. Konuyu ilerleyen yazılarda da derinlemesine inceleyeceğimizi belirtelim. Akbelen’de yaşananlar; ekolojik yıkımın, şiddetle birlikte yol aldığında nasıl korkunç boyutlara ulaştığını göstermekte. Unutmamak gerekir ki; iktidar kuvveti, kuvvet gücü, güç otoriteyi, otorite de şiddeti doğurmaktadır.