Bu yıllarda, her geçen ay Okçular, TÜRGEV, Ensar, İlim Yayma gibi birçok vakfa yapılan bağışlar veya kamu destekleriyle ilgili haberler bağımsız medyada yayımlandı. Proje zaman geçtikçe daha da berraklaştı. Multimilyoner vakıflar ve onların etrafındaki İslamcı çevreler aracılığıyla büyüyen sosyal ağ AKP’nin seçmen tabanını konsolide edecekti.

Ekonomik darboğazın sorumlusu Gezi mi?

Son 6 yıldır, mayıs ayının son haftasında bir iddia ekranlarda döndürülüyor; “Gezi olayları en büyük zararı ekonomiye verdi.”

Televizyonda, ekonomi uzmanı kılıklı bir adam elinde tuttuğu uzun çubuk ve fiyakalı takımıyla grafiklerin üzerine dokunuyor ve başlıyor anlatmaya: “Borsa 1 yıl içinde yüzde 30 değer kaybetti, dolar/TL kuru 1,80’den 2,30’a kadar çıkan bir ralli yaşadı, faizler 550 baz puan artırıldı, ülkeden 8 milyar dolar yabancı sermaye çıkışı yaşandı.”

Çubuklu ekonomi uzmanı, sözü çubuk tutmadan masa başında konuşan siyaset uzmanı kılıklı diğer beye bırakıyor. O da başlıyor anlatmaya: “Ülkenin girişeceği büyük atılımı gören faiz lobisi boş durmadı. Kışkırttıkları olaylarla Erdoğan’ı hizaya sokmaya çabaladılar ancak beceremediler.”

Program ajitatif video görsellerle seyircinin duygusuna ayar vermeyi de ihmal etmiyor. Bu artık medya için bir mayıs ayı formatı. Aynı formatın gazete versiyonları da mevcut.

O halde biz de filmi biraz geriye saralım…

CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI

Tarih 15 Eylül 2008… ABD merkezli 158 yıllık yatırım bankası Lehman Brothers battı. ABD’de aylardır ekonomi gündemine sıkışan konuyu artık tüm kesimler biliyor ve konuşuyordu. Peki, yaşananlar neydi? İlk açıklamalardan biri ABD Merkez Bankası'nın (Fed) eski başkanı Alan Greenspan'dan geldi: "Bu 50 yılda, hatta 100 yılda bir yaşanabilecek bir olay. Yüzyılın krizi bu". Cin şişeden çıkmıştı…

Tıpkı bugünlerde olduğu gibi o günlerde de neoliberalizmin elinden para basmaktan başka bir şey gelmedi. Fed, 8 Ekim 2008’de yüzde 2 olan borç verme faizini yüzde 1,5’e indirdi. Yangın durmadı. 30 Ekim’de yüzde 1’e çekti. Bu da yetmedi. 17 Aralık’ta faizler yüzde 0,25 ile Fed tarihinin en düşük seviyesine indirildi. Fed dünya kapitalizminin kalbi olduğunu hatırlatırcasına organlarına tüm gücüyle kan pompalıyordu. Artık dolar bulmak neredeyse bedavaydı. 8 Ocak’ta ise İngiltere Merkez Bankası faizleri 315 yıllık tarihinin en düşük seviyesine, yüzde 1,5’e indirecek, yetmeyecek 5 Mart’ta 0,5 faizle piyasayı sterline boğmaya karar verecekti. Avro cephesi de boş durmadı. 7 Mayıs’ta Avrupa Merkez Bankası, faizleri yüzde 1’e kadar indirdi. Finans merkezlerinde faizler yıllarca bu seviyede kalacaktı.

BEDAVA BORÇ İSTER MİSİNİZ?

Türkiye için kapitalizmin merkezinde faizlerin düşürülerek borçlanmanın tahrik edilmesi AKP için çölde su gibiydi. Böylece Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da (TCMB) faizi düşürme fırsatı yakaladı. Durağan hale gelen ülke ekonomisine Türk Lirası pompalanmaya başlandı. Bu koşullarda “Döviz kuru ne olur?” sorusu anlamsızdı çünkü dağıtılan liraların karşılığında dış âlemden borçlanmak çok ucuzdu. 23 Ekim 2008’de TCMB gecelik borç verme faizini yüzde 20,25’ten 19,75’e düşürdü. Bu utangaç adımı izleyen dönemde daha cesur adımlar takip etti. 1 yıl sonraki TCMB borç verme faizi yüzde 8,75’le o zamana kadarki en düşük seviyeye inmişti. Artık bankadan ister döviz ister lira cinsinden borç almak son derece kolaydı. O kadar ki sokakta kredi kartı satılıyor, bankalar müşterilerini arayıp “Kredi ister misiniz?” diye soruyor, TV’lerde ise “Alın verin ekonomiye can verin reklamları” döndürülüyordu. Artık cüzdanların yerini kartlıklar almaya başlamıştı. Şimdi cevaplanması gereken zor bir soru kaldı: Bu kadar parayla ne üretilecekti…

SERMAYEYLE FLÖRT, EVLİLİKLE TAÇLANIYOR

AKP’nin inşaat sektörüyle kurduğu flört iktidara geldiği yıllara dayanıyor. Ancak bu flörtün bir Katolik nikâhına dönüşmesi 2008-2009 krizinden sonra başlıyor. Meseleye biraz daha yakından bakalım.

2002-2008 arasındaki özelleştirmelerden inşaatçılar yeterince nemalanamamıştı. Örneğin, TÜPRAŞ Koç’a, Tekel Sigara Fabrikaları British American Tobacco’ya, içki fabrikaları İngiliz Diageo’ya ,Türk Telekom Suud Oger’e satıldı. KİT’lerin tasfiyesi 2008’e gelindiğinde büyük ölçüde tamamlandı. Fakat 2009’a gelindiğinde şartlar daha farklıydı. Para bolluğuyla ne yapılacağı düşünülürken krizdeki inşaatçılar AKP’nin önceliği oldu ve böylece müteahhitler enerji işine sokuldu. 2009’dan 2013’e kadar ülkenin tüm elektrik dağıtım ağı inşaatçılara satıldı. Örneğin bu yazıyı okurken Çanakkale, Bursa, Balıkesir, Yalova, Isparta, Burdur, Antalya, Konya, Aksaray, Niğde, Kırşehir, Nevşehir, Karaman, Yozgat, Sivas, Tokat, İstanbul (Avrupa yakası) kentlerinden birinde yaşıyorsanız, elektrik faturanızı Cengiz, Limak veya Kolin Grupları’na ödüyorsunuz demektir. 12 ilin elektrik dağıtımı Berat Albayrak’ın CEO’su olduğu Çalık Grubu’na, içlerinde Ankara ve İstanbul Anadolu Yakası’nın’da bulunduğu 14 kent ise “Berat Bey’i enerji bakanlığı döneminden tanırız” diyen Güler Sabancı’nın EnerjiSa’sına verildi. Dağıtım işi beraberinde üretim işini de getirdi. Bir yandan kamunun elindeki santrallar aynı inşaatçılara satılırken, bir yandan da Hidroelektrik Santral (HES) işine girişildi. Örneğin, Türkiye’nin özel kesime ait en büyük 3 HES’i Yukarı Kaleköy, Beyhan ve Oymapınar Santralları Cengiz Holding’e aittir. 1924’ten 2003’e kadar ülkede inşa edilen toplam HES sayısı 134 iken, 2003-2015 arasında bu sayı 444’tür. HES’ler normal şartlar altında verimsiz olsa da HES’lere verilen teşvikler inşaat sermayesinin ağzını sulandırmaya yetiyordu. Tüm bunları 2011’de ilk kez ağızdan çıkan “Çılgın Projeler” takip etti. Kamu-Özel İşbirliği modelli (KÖİ) ile altyapı projesi Zafer Havalimanı 2012’de açıldı. Havalimanı’nın işletmecisi IC Holding daha sonra 3. Köprü’nün de işletmecisi oldu. Bu iki işletme daha sonra anlaşıldı ki, milyarlarca lirayı hazineden şirketlere aktarmanın bir hokus pokus oyunuydu.

ekonomik-darbogazin-sorumlusu-gezi-mi-737944-1.
3. Havalimanı'nın temel atma törenine dönemin başbakanı Erdoğan ve Limak Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir ile Cengiz Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz katılmıştı.


Peki, bu kadar “satın alma” ayrıca verimsiz enerji ve inşaat yatırımları hangi parayla yapılmıştı? Rakamlar bu işler için yüksek miktarda hem de döviz cinsinden borçlanıldığını ortaya koyuyor. Düşen faizler konut kredisine olan talebi artırınca müteahhitler talebe karşılık vermek için gaza basıyor böylece inşaat sektörünün bankalara borcu 2008’in ekim ayında 13,3 milyar dolarken 2012’de 26,4 milyar dolara fırlıyordu. Enerji sektöründeki borç artışı daha da fazla. 2008’in ekim ayında 4,1 milyar dolar olan enerji sektörünün kredi borcu 2012’ye gelindiğinde 16,8 milyar doları buluyordu. Zaten para boldu ve AKP bu bolluğu bir sermaye fraksiyonu inşa etmek için kullanıyordu. ABD, Avrupa ve İngiltere Merkez Bankaları tüm dünyayı küresel krizin etkilerini zayıflatmak adına paraya boğmuştu. 2008-2009 krizi “V” şeklinde gerçekleşmişti. 2009’da yüzde 4,7 küçülen ekonomi 2010’da yüzde 8,9 büyüdü. 2011’de ise büyüme oranı yüzde 8,5’ti. Yabancı sermaye akacak yer arıyor, Türkiye ise böylece 2008’in başında 264,8 milyar dolar olan dış borcunu 2013’ün başında 373,4 milyar dolara çıkarıyordu. Yurtdışından akan parayla 2010’daki cari açık 2009’a göre yüzde 247 oranında arttı. Ülke uçuyordu ancak taktığı kanatlar başkasınındı…

LALE DEVRİ ÇOCUKLARIYIZ BİZ, ZAMANIMIZ GEÇMİŞ

Buraya kadar yaşanan Lale Devri'nin mimarı dünyada eşi benzeri görülmemiş para bolluğudur. AKP’nin Batı’yla kurduğu uyumlu ilişki ve yurtdışında yarattığı başarı illüzyonuyla birlikte Türkiye sıcak paranın aktığı merkezlerden biri haline gelmişti. Ancak Lale Devri'nin sonsuza dek sürmeyeceği açıktı. Dünyadaki ‘bedava para konjonktürü’ yakın zamanda bitecekti. Fed’den ileri vadede faiz artışına gidilmesi durumunda hazırlıklı olunmasına ilişkin kulis bilgileri sızdırılıyordu. Bu ise ekonomi yönetimi içindeki ilk çatlağı oluşturdu. 2012 sonunda Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “Gaza basamayız” derken, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan “Frene basmayalım” mesajıyla kabine içi mini polemiği ateşledi. Babacan’ın fikri aşırı borçlanan piyasanın faizlerin yükseltilerek bir miktar yavaşlatılmasıydı, çünkü bu hızda borçlanmaya devam etmek çok riskli hale geliyordu. Çağlayan’a göre ise her şey güllük gülistanlıktı.

Erdoğan da Çağlayan’dan yana saf tuttu. Bu tavır Erdoğan’ın dönemin Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yla giriştiği faizi polemiğinden anlaşılıyor.

Empati yapılırsa Erdoğan’ın tercihinin arka planı daha net kavranacaktır. 2012 yılı için düşünüldüğünde, yakın gelecekte yerel ve genel seçimler bulunuyor, üstelik Erdoğan başkanlık sistemi isteyip duruyor. Bu durum da zorlu bir referandum anlamına geliyor. Dahası Başbakan'ken Cumhurbaşkanı olmayı kafasına koymuştu ki bu da ayrıca bir cumhurbaşkanlığı seçimi demekti. Yükselen faizler, son yıllarda borç batağına girmiş inşaat ve enerji sermayesinin krize girmesi anlamına geliyordu. Bu senaryoda borçların çevrilmesi zorlaşır, finansman maliyetleri artar, kâr azalır, borçlar ödenemez, konut kredisi talebi azalır, gayrimenkul fiyatları düşer. Borçlu bir müteahhit için yüksek faizden daha kötüsü olamaz. Ancak aksi durumda ise döviz kurunu baskılayamazsınız. Bu dönemde dolar henüz 2 lira değildi…


TEK BİR SERMAYE FRAKSİYONUNUN KORUMA POLİSİ

Ensar-Kızılay-BaşkentGaz ilişkisini teşhir olan örneklerden biliyoruz ki AKP siyasetinin finansmanını bu şirketler üstleniyor. Bu yıllarda, her geçen ay Okçular, TÜRGEV, Ensar, İlim Yayma gibi birçok vakfa yapılan bağışlar veya kamu destekleriyle ilgili haberler bağımsız medyada yayımlandı. Proje zaman geçtikçe daha da berraklaştı. Multimilyoner vakıflar ve onların etrafındaki İslamcı çevreler aracılığıyla büyüyen sosyal ağ, AKP’nin seçmen tabanını konsolide edecekti. Bu projenin finansmanını sağlayan sermaye çevrelerinin de çıkarları korunacaktı. AKP böylece artık tüm sermaye fraksiyonlarının değil, sadece bir sermaye fraksiyonunu koruma polisi haline dönüştü. 3. Havalimanı’nın yüzde 40’ı, THY destek binaları, metrobüs hatları, Marmaray, Kirazlı Halkalı Metrosu, Başakşehir Stadyumu, sayısız kamu binası ve Taksim Yayalaştırma Projesi’nin ihalelerini kazanan Kalyon Grup’un aynı zamanda ATV, A Haber ve Sabah gazetelerinin de sahibi olması tesadüf mü? Enerji ve inşaat üzerinde yükselen bu çevre ve artık çıkarları onlarla tamamen ortak AKP için faizin yükselmesi en alttaki tuğlanın çekilmesi demekti…

Ancak unutulan 2 şey:

1- Kapitalizm tek merkezli bir organizmaydı. Paranın kurallarını dolar, avro ve sterlin basabilenler belirliyordu.

2- Türkiye ekonomisi başkasının kanatlarıyla uçuyordu ve irtifa çok yüksekti. AKP iktidara geldiğinde özel sektörün 43 milyar dolar borcu bulunurken, 2013’ün başında bu tutar 244,7 milyar dolardır. Bu borç artışı Cumhuriyet tarihinin daha önce yaşadığı bir gelişme değildir.

SİFONU SERT ÇEKİNCE EV YIKILDI

Fed tarihinin en agresif başkanının Ben Bernanke olduğu kabul edilir. 2013 yılına gelindiğinde son 5 yıldır piyasaya tarihte eşi görülmemiş hızda para pompalayan Fed, artık yavaşlamak gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Başkan Bernanke sürpriz denebilecek açıklamayı 22 Mayıs 2013’te yaptı. Buna göre parasal genişlemenin sonu geliyordu. Artık bedava dolar, yeni bir krize kadar fare kapanındaydı. Ancak yılda ortalama 150 milyar dolar dış borç ödemesi olan, milli gelirinin yüzde 5’i kadar cari açık veren Türkiye ne olacaktı? Parasal genişlemenin durması demek ithalat kanallarının tıkanması, dolar kurunun yükselmesi demekti. Üstelik bu endişeyi sadece Türkiye değil, diğer gelişmekte olan ülkeler de yaşıyordu. ABD’li yatırım bankası Morgan Stanley o yıl parasal genişlemenin durması durumunda bu süreçten en çok etkilenecek 5 ülkeyi açıkladı. Daha sonra “Kırılgan Beşli” olarak anılan bu ülkeler Hindistan, Brezilya, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye’ydi. Morgan Stanley listeyi her yıl güncelledi, tek bir ülkenin adı hiç değişmedi: Türkiye…

ABD için cini şişeden çıkaran nasıl ki Lehman Brothers’ın iflasıysa, Türkiye ekonomisi için de uzun soluklu bir darboğazın ilk adımını, Bernanke’nin 22 Mayıs 2013’teki konuşması attı. Ekonomik analizde çok popüler bir ifade; korelasyon, nedensellik değildir. Depremde evi yıkılan kadına ne olduğunu sormuşlar, “Tuvaletteydim sifonu biraz sert çektim” demiş. 2013 Mayıs’ından sonra doların, faizlerin yükseldiği, borsanın değer kaybettiği doğrudur, ancak Gezi sadece yönetici takımının insicamını bozan bir gelişmedir. Asıl deprem aynı ay kapitalizmin merkezi ABD’de yaşanan gelişmelerdir.

Bundan sonrası için artık sözü fiyakalı takımı ve uzun çubuğuyla grafiklere dokunan ekonomi uzmanı kılıklı beye bırakabiliriz: “Borsa 1 yıl içinde yüzde 30 değer kaybetti, dolar/TL kuru 1,80’den 2,30’a kadar çıkan bir ralli yaşadı, faizler 550 baz puan artırıldı, ülkeden 8 milyar dolar yabancı sermaye çıkışı yaşandı.”