Hafta sonu İstanbul’dan Ankara’ya dönüş yolundayız. Bizi Ankara’ya ulaştıracak olan firmanın Anadolu yakasındaki tesislerindeyiz...

Hafta sonu İstanbul’dan Ankara’ya dönüş yolundayız. Bizi Ankara’ya ulaştıracak olan firmanın Anadolu yakasındaki tesislerindeyiz. Buradan alınacak yolcular için otobüsümüz on beş dakika mola verdi. Gece geç saatlerde yenen yemeğin sıkıntılarını bildiğim için ufak tefek bir şeyler atıştırma derdindeyim. Son günlerin moda beslenme noktalarından simit sarayları hemen her yerde kendini gösteriyor. Nitekim burada da bir tane mevcut. Bir erkek bir kız iki genç büfede satış yapıyor. Yaklaştım. Genç kızın simitlere düzdüğü methiyelere pek takılmadan bir tane satın aldım. Daha beş on dakika vaktim var. Diğer genç ile ayak üstü biraz laflayabilirim. Sohbetten çok soru yanıt şeklinde geçen bir laflama oluyor bu aslında.

-“ Vardiyalımı çalışıyorsunuz?”
-“ Evet..”
-“Şimdi kaç vardiyasındasın ?”
-“ Akşam yedi sabah yedi…”
-“ On iki saat mi çalışıyorsunuz?”
-“ Evet on iki saatlik iki vardiyamız var.”
-“Ciddi misin ? Peki ne veriyorlar?”
-“ Asgari ücret . Bir de yol ve yemek.”
-“ Sabah kaçta kalkıyorsun?”
-“ Saat beş beş buçuk gibi..Ancak servise yetişebiliyorum”
-“ Hafta sonu çalışıyor musun?”
-“ Ayda iki pazar tatil yapıyoruz..”

Tam bu esnada otobüs hareketleniyor. Hemen ivecen bir el sıkışma ile vedalaşıyoruz. Sabah yediye kadar ayakta mesaiye devam edecek. “Kolay gelsin” diyebiliyorum ancak..
Son yıllarda solcular- sosyalistler  halka uzak olmak, iletişim kurmamak üzerine kendilerini acımasızca eleştirirken benzer bir eleştiriyi de kendi dışındaki kesimlerden sıklıkla almaktalar. Oysa kapitalizm kölelik düzeyinde evden işe- işten eve koşturduğu, yalnızca yemek, uyumak ve çalışmak eylemlerinden başka bir şey yapamayan emekçilerle sürdürüyor sömürüsünü.
Bu koşullarda bu gençler hayata dair ne alabiliyorlarsa egemen kültürün medya organlarından, özellikle televizyondan alıyorlar. Egemen ideoloji onları etkiliyor, biçimlendiriyor, yoğuruyor, kendilerine ve hayata yabancılaştırıyor. Birer organik makine haline sokuyor. Bu durumda BirGün gibi emekten yana gazetelerin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu tür yayın organlarını olabildiğince çoğaltmak ve emekçilere ulaşır kılmak en büyük görevlerimizden olmalı. Özellikle emek örgütleri, meslek örgütleri BirGün gibi gazeteleri yıllık abonelik ve diğer destek araçları ile ayakta tutmalı daha da ötesi yaygınlaştırmalılar.
Günleri sömürü çarkı içerisinde öğütülmekle geçen gençlerin, emekçilerin kapitalizme şimdilerde Özel İstihdam Büroları ile sunulmaları ise tam bir kölelik düzeni uygulaması. Çukurova’da pamukta, Karadeniz’de fındıkta, İç Anadolu’da soğanda elçilerin, dayıbaşıların, çavuşların yani bir kısım işçi simsarlarının eline bırakılan tarım işçilerine şimdi tüm işçi sınıfı katılıyor. Devlet ise bizatihi elçilik, çavuşluk, dayıbaşılık mekanizmasını resmileştiriyor.
Çocuklarının sokaklarda yatıp kalktığı, kimilerinin cezaevlerine tıkıldığı, gençlerinin işsiz ya da yarı aç yarı tok köleler gibi çalıştırıldığı bir ortamda sistem sahipsiz gördüğü vatandaşına her türlü baskıyı uyguluyor. İnsan haklarını hiçe sayan uygulamalar diz boyu. Mehmet Yeşiltepe’ye yapılan uygulamalar bunlardan sadece biri. Tam teşekküllü bir hastanede tedavi gerektiren bir hastalığı olan Yeşiltepe’nin cezaevinde tutulması sonucu yaşamının tehlikeye girmesi halinde bu cinayetten Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’ına tüm yetkililer sorumlu olacaklardır.
Vatandaşını kölelik düzenine, resmileştirilmiş işçi simsarlarına terk edenler bu ülkenin vatandaşlarının sahipsiz olmadığını bilmeli.