Bu kadar uzun süre hayatını izlediğimiz Camille unutulmayacak bir karakter olabiliyor mu sorusuna bir kez daha cevap vereyim: Olamıyor… Yine de Hansen-Love’ın yeni filmlerini seyretmek isterim

Mia Hansen-Love’ın genç ve başarılı bir yönetmen olarak adı bir süredir ortalıkta dolaşıyordu. “Elveda İlk Aşk” Hansen-Love’ın (aslında Love’daki “o”nun ortasından bir çizgi geçiyor) yönettiği ve bizde gösterime giren ilk film. Kestirmeden söylemek gerekirse film fena değil ama pek de iz bırakacak bir derinliğe sahip de değil. Hansen-Love sinemaya ilk olarak Fransız yönetmen Olivier Assayas’ın filmlerinde oyuncu olarak başlamış. Yönetmen , oyuncu ilişkisi olarak başlayan şey evlilikle sonuçlanmış. Film hakkında yazılanlar bu ilişkinin bir izdüşümünün “Elveda İlk Aşk”ta görülebileceği şeklinde. Yani film iddialara göre otobiyografik. Gerçekten de filmin kahramanı olan Camille, öğretmenine aşık oluyor ve onun mesleğini sürdürmeye başlıyor, tıpkı gerçek hayatta yönetmenine aşık olup yönetmenliğe geçen Hansen-Love gibi.

Film Sullivan ve Camille adlı henüz 15 yaşlarındaki bir çiftin ilişkisine sokuyor  bizi  başladığında. Sullivan, Camille’i sevmesine seviyor ama henüz yaşamak istediği başka şeyler var. Okulu terk edip, Güney Amerika’ya gitmek gibi. Sullivan kafasına koyduğunu yapan cinsten bir genç adam. Ne Camille ile annesinin gözyaşlarını ne de babasının itirazlarını dikkate almıyor  ve yolculuğuna çıkıyor. Camille uzun bir süre sevgilisini bekliyor, onun yolculuğunu haritadan ve mektuplardan izliyor. Ama beklenen oluyor ve Sullivan’ın mektupları bir noktada kesiliyor. Camille ağır bir depresyona giriyor, intihara kalkıyor.  Film yıllarca sonraya sıçrıyor.  Bu kez Camille’i mimarlık okurken görüyoruz. Babası yaşındaki öğretmeniyle yavaş yavaş yakınlaşıyor ve nihayetinde birlikte yaşamaya başlıyorlar. Camille nihayet Sullivan’dan kurtuldu sanıyoruz ama Sullivan tekrar filme ve Camille’in hayatına giriyor…

Peki bu kadar uzun süre hayatını izlediğimiz Camille unutulmayacak bir karakter olabiliyor mu sorusuna bir anlamda başta cevap vermiştim ama tekrarlayayım: Olamıyor. Sullivan belli ki Camille’in bilinçaltında önemli bir şeylere karşılık geliyor. Bunun babası olması ihtimali yüksek çünkü Camille’in ikinci seçimi tam bir baba figürü olan öğretmeni. Sullivan gençliğine rağmen bir türlü sahip olunamayan ruhuyla belki de öğretmenden daha fazla babaya karşılık geliyor Camille için. Camille’in babasını sadece bir kez gördüğümü hatırlıyorum filmde. O sahnede de Camille’le babası aynı yatakta yatıyorlar! Bu herhalde tesadüfi değildir babayı sadece bu şekilde görmemiz.  Fakat bunlar Camille’e dair çok az done veriyor bize. Yine de Hansen-Love’ın yeni filmlerini seyretmek isterim.

 

SİYAHLI KADIN
Suçluluk duygularında boğulmak


Kadını hamile bırakan ve nihayetinde ölümüne sebep olan kendisi! O zaman karısını hayaleti Arthur’u arayıp bulmayacak mıdır? Peki  bu karmaşık ruh halleri neye karşılık gelir diyorsanız “Siyahlı Kadın” buna bir örnek sunuyor


“Siyahlı Kadın”ın yönetmeni James Watkins’in daha önceki ilk filmi “Kan Gölü”nü (“Eden Lake”, 2008) sinemalarda izlemiştik. “Kan Gölü” dikkate değer bir filmdi, gerilim filmi türünün içinde kalarak sınıfsal gerilimlere, kamu arazilerinin özelleştirilmesine ve kadın-erkek ilişkilerine değin ilginç şeyler söylüyordu. Watkins’in dört yıl aradan sonra çektiği “Siyahlı Kadın” korku filmi türünün kalıpları içinde düzgün bir film. Bilinçaltının karanlığına dair ilginç bir şeyler de söylüyor.
Filmin kahramanı Arthur Kipps (Daniel Radcliff yani Harry Potter!) genç ve başarısız bir avukat. Ama bu başarısızlığın arkasında yaşadığı bir travma var Kipps’in.  Kipps’in karısı oğullarını doğurduktan sonra ölüyor. Arthur bebekle baş başa kalıyor. Arthur iş hayatında büyük bir düşüş içindeyken  uzaklardaki bir miras sorunuyla ilgilenmeye gönderiliyor. Arthur oğlunu çok sevdiği için bu işi kabullendiğini söylüyor kendine ama acaba Arthur oğlunu gerçekten çok seviyor mu? Karısının ölümünden sorumlu tutuyor olabilir mi oğlunu? Aslında oğlunu öldürmek istiyor olabilir mi? Ya da bütün çocukların ölümünü arzuluyor olabilir mi? Karısının kendisinden intikam almak istediğini sanıyor olabilir mi peki? Öyle ya, kadını hamile bırakan ve nihayetinde ölümüne sebep olan kendisi! O zaman karısını hayaleti Arthur’u arayıp bulmayacak mıdır? Peki  bu karmaşık ruh halleri neye karşılık gelir diyorsanız “Siyahlı Kadın” buna bir örnek sunuyor. Korku filmlerinden beklenen bütün trükleri kullanmasına rağmen başarılı da oluyor. Çok değil ama… “Kan Gölü” kadar ilginç bir film değil bu. Bir uyarı yapmalıyım. Ben filmi seyretmekte özel nedenlerden dolayı çok güçlük çektim, çocuk ölümlerinin filmde önemli bir yer tuttuğu uyarısında bulunayım.