Bu tarihî 1 Mayıs'la beraber, işçinin emeğinin onu insanca bir yaşama taşıyacağı bir inanca tutunmak istiyoruz. İnsanın ruhsallığından söz edebilmek için her şeyden önce güvenlik ve sağlık lazım. Temel insani ihtiyaçların ezbere karşılanması lazım.

Emek, psikoloji ve özgürlük
Fotoğraf: DepoPhotos

Nesli ZAĞLI

21. yüzyılda dünyayı, eşitsizlik ve tutsaklık üzerine kurulu vahşi kapitalist döngüler yönetiyor. Döngü diyorum çünkü aslında sistem kendini büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarının kollandığı ve ona hizmet etmesi beklenen işçi sınıfının tükenircesine bu insancıllıktan uzak ülküye hizmet ettiği senaryolarla ortaya koyuyor: tekrar ve tekrar.

Çeyrek asra yaklaşmadan son bulsun diye gözünün içine baktığımız iktidarın varlığında işçiler için işsizlik, çalışabiliyorsa mesai saatleri, iş kazaları ve iş cinayetleri katbekat arttı.

Bu iktidar adını tarihe doğa, kadın, öğrenci, akademisyen ve yaşamsal olan ne varsa onun düşmanı olduğu gibi işçinin ve emekçinin düşmanı olarak da yazdı. Oysa insan ruhsallığına en büyük tehditlerin başında güvensizlik ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe tehdit güvencesiz iş koşulları gelir. Yıllar içinde semirdikçe semiren yandaş sermaye sahiplerinin karşısında durabilecek, sağlıksız ve güvencesiz iş koşullarına karşı emekçinin haklarını savunabilecek tüm mekanizmaların da en derin suskunluğuna şahit olduk. İşçiler ağır çalışma koşullarını altında sağlıklarını, yaşamlarını kaybederken de, yüzlerce maden işçisi yeryüzünün altından aydınlığa geri dönemediğinde de susturulduk. Deyim yerindeyse diyemiyorum, çünkü deyim değil ama bizim yaşama hakkımıza “tekmeler atıldı”. Bizim umudumuzun ve direnişimizin annesine sövüldü. Ruhsal olarak baktığımda bu son 21 yılda yaşadıklarımızı eli, kolu, gözü bağlanmış yorgun bir boksörün havaya salladığı cılız yumruklar gibi duyumsuyorum. Sermayenin ve sermaye muhafızı yönetimin emeği ve dolayısıyla da insancıllığı türlü hile hurda ve taktikle baskıladığı bu düzenin sona ermesi, bu ruhsal esarete son verecektir.

Aslında çalışmak, üretmek, yaşama dokunmak, temas etmek ruh sağlığı için elzemdir. Bu dünyada insan canlısının ortaya koyduğu emekle ruhsal olarak canlanmasını, kendiliğine katma değer sağlamasını, dönüşmesini ve dönüştürmesini bekleriz. Emek en yüce değerdir dendiğinde kastedilen sermaye sahibinin kirli ayakkabı kutularına giren avantalar değil.

Yaşamın her alanında, kadının ve erkeğin, ev içinde ya da dışında ve yaşamın her alanındaki üretimini kastediyoruz. Sigmund Freud yaşamın temel taşını “sevmek ve çalışmak” (lieben und arbeiten) olarak tanımlar. Gelin görün ki, 2. Dünya Savaşında Nazi rejiminin milyonlarca insanın ölüme yollandığı çalışma kamplarında “Çalışmak özgürleştirir” (Arbeit macht frei) yazmaktadır. Kendi de bir Yahudi olan ve Nazi rejiminden kaçmak zorunda kalan psikolojinin babası Freud, çalışmayı insan ruhsallığının temeline yerleştirirken, toplama kamplarının simgesi çalışmakla gelebilecek özgürlük olmuştur. Ancak o özgürlük asla gelmemiş ve Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in söylediği gibi yalan tekrarlana tekrarlana tarihe iz bırakmıştır. Aslında kapitalist dünyadaki işyerlerinin de bir tür toplama kampı olduğu, ne kadar çok çalışılırsa o kadar köleleştireceği söylenebilir. Oysa insan ruhsallığının biricikliği; emek ve özgürlüğün iç içe olmasını, üreten insanın kendi sınıfının psikososyal iyilik halini artırmasını, Marksist ideolojide olduğu gibi “yabancılaşmadan” değer üretmesini gerektirir.

İnsanın çalıştıkça özgürleşeceği ve işin bir bireyin kendini gerçekleştirebileceği bir alan olduğu kapitalist düzenin en önemli “post-truth”larından biridir. Bu şekilde adlandırmamın sebebi istismar ve kölelik sistemine dönüşen neoliberalizmin kendi arka fonunu güçlendirmek için tekrarlayarak kullandığı bir üçkâğıt olmasıdır. Kendimizi işimizle gerçekleştirmiyoruz. Biz insancıl ve adil bir dünya inancı içinde eğitim, birikim ve donanım kazandığımız mesleğimizle bir iskelet oluşturuyoruz. Üstüne basarak söyleyeyim: Bir bütün değil bir iskelet. Yaşamın ilk gününden itibaren hazırlığını yaptığımız da işimiz değil. Biz, bize bakım veren ötekilerle temas etmeyi, beslenmekte ve diğer fizyolojik ihtiyaçlarda özerkleşmeyi, bilgi, beceri ve özel ilgi alanları geliştirmeyi öğreniyoruz. Kısacası iş ikincil, özerkliği tamamlamak için, kendi ayakları üstünde durabilmek için. Endüstriyel ve organizasyonel psikolojiye baktığınızda işin, performansın, başarının en önemli ruhsal değerler olduğu konusunda kararlılar. Üzerine yazılmış külliyatla beraber beyaz yakalının işçiliği işte tam da bu eksene oturtuluyor. Tabir yerindeyse üreten, başaran, yükselenler güzelleniyor. Gel de aynı denklemi mavi yaka için kur! Kan ter içinde 15-16 saat çalışan mavi yakaya kariyer güzellemesi yap. Ama aynı mesaiyi bir beyaz yaka yapınca ve yatağa girene kadar bilgisayarına yapışık yaşayınca çok elit oluyor değil mi? Ah vahşi kapitalizm, senin üçkâğıdın bir tek kariyer gurusu beyaz yakalıya söküyor. Kandırma çocukları!

Emek ve özgürlüğün ruhsallığının temelinde mavi olsun beyaz olsun işçinin, emekçinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunması vardır. Emekçinin yaşamı her şeyin üstündedir ve güvenli, insanca çalışma koşulları olmazsa olmazdır. İş güvenliğinin kaytarıcı, dönemlik protokollerle geçiştirilmesi kabul edilemez. Kendini yaşamsal olarak güvende hissetmeyen bir işçi olumsuz fiziksel koşullara, kronik strese ve kaygıya maruz kaldıkça fiziksel ve ruhsal hastalıklara yakalanma riski artar. Bu fiziksel hastalıkların başlarında “tükenmişlik sendromu” gelmektedir ve sektörden sektöre değişse de çok yaygındır. Yurtdışında bu psikolojik rahatsızlığın nörobiyolojik süreçlerine dair çok sayıda çalışma yapılmaktadır.

Tükenmişlik sendromu sadece psikolojik değil, fiziksel de bir yüktür. Hasan Hüseyin’in söylediği gibi: “çalışmışım on beş saat, tükenmişim on beş saat…” Günde 15 saat çalışan biri asla tam anlamıyla sağlıklı olamaz. Şimdi olmasa 3 gün sonra, o olmasa 2 yıl sonra tak eder canına. Hatırlatmaya gerek var mı? Size yok biliyorum ama sermaye sahipleri açsın kulaklarını duysun! İnsanca çalışmak, üretmek, dinlenmek ve yaşamdan izole olup yabancılaşmadan yaşamı iliklerimizde hissetmek istiyoruz! “Sıcak bir ev, sıcak bir yemek, sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler…” istiyoruz.

Bu ülkenin 1 Mayıs tarihi kanlı, yaralı. İşçinin ve emekçinin tek düşmanı bu dönemin katilleri değil. Ancak bu devrin yandaş yeşil sermayesi çok daha işbirlikçi ve dolayısıyla çok daha semirmiş. Sendikaların, meslek örgütlerinin ve diğer STK’ların çabalarına karşın rantçı, insanlık düşmanı hükümetin rüzgârı çok sert ve terbiyesiz esiyor. Ama bu tarihi 1 Mayısla beraber, işçinin emeğinin onu insanca bir yaşama taşıyacağı bir inanca tutunmak istiyoruz.

İnsanın ruhsallığından söz edebilmek için her şeyden önce güvenlik ve sağlık lazım. Temel insani ihtiyaçların ezbere karşılanması lazım. Tıpkı deprem bölgesindeki gibi elzem olan önce sağlığı, varlığı kollamak. Ruh sağlığı ardından aşama aşama gelecektir. Emek ve özgürlük ruhsal bütünlüğün de temelindedir. İnsanca çalışma ve yaşama hakkımız gaspedilemez. İşçiyi, emekçiyi, bizi yerden yere vuran rüzgâr yavaş yavaş yön değiştirirken umudumuzu diri tutalım. Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın işçinin ve emekçinin bayramı!