Şike ve teşvik rezaletiyle iyice değersizleşen profesyonel futbolun katmanları arasındaki rekabet, gün geçtikçe daha da belirginleşiyor...

Şike ve teşvik rezaletiyle iyice değersizleşen profesyonel futbolun katmanları arasındaki rekabet, gün geçtikçe daha da belirginleşiyor. Üst üste gelen tutuklama haberleri, bu haberlerin medyadaki sağlıksız yansıması ve son tüketicinin “koşulsuz taraf olma yeteneksizliği” gibi faktörler bir araya gelince, ister istemez sıkıntılı bir ortam oluşmakta.

Bu ortamdan en çok etkilenen de küme düşürülme ihtimali olan Fenerbahçe gibi kulüplerin taraftarları oldu. Futbol dünyasında, bilhassa taraftarlar arasında mafyöz tavırların ve kaba kuvvetin pirim gördüğü yıllardır bilinen gerçeklerdir. Hatta zaman zaman bu davranışlardan nasibini alan kimi gazetecilere bile rastlamıştık ama son yaşananlar bunun boyutunun ne kadar genişlediğini gözler önüne serdi.

Fenerbahçe’nin Ukrayna şampiyonu Shakhtar Donetsk ile yaptığı hazırlık karşılaşması esnasında basın tribününde ve oyun alanın çevresinde bulunan medya emekçilerine karşı yapılan saldırılar gerçekten bir akıl tutulması yaşandığını gösterdi bizlere. Oysa herkes bilir ki; Fenerbahçe’yi takip eden gazetecilerin büyük bir oranı zaten Fenerbahçelidir! Ama bu bilgi bile medyayı hedef gösterenlerin gazına gelen taraftarları durdurmaya yetmedi…

Olayın hemen ertesinde, mensuplarına karşı yapılan bu saldırıyı kınayan TSYD’ nin sert açıklamalarını okuduk. Ve bir de alacağı karşı tavrı! Fenerbahçe’nin ligdeki ilk maçı dernek üyeleri tarafından izlenmeyecekti. Emekçilerden örülü bir kurumun kendisine yönelen bu haksız tavra tepkisiz kalmaması gerçekten sevindiriciydi…

Fenerbahçe taraftarlarının yaptığı 2 çıkış ise TSYD’ nin verdiği iftar yemeğinde gerçekleşti. Herkese açık olan yemekte farklı isimlerle rezervasyon yaptıran sarı-lacivertliler, bir anda alkış ve marşlarla gecenin merkezi oldular. Söyledikleri marş ise çok manidardı.

“Bir maç değil, bütün sene Kadıköy’e sakın gelme,
Diyeceğin bir şey varsa biz buradayız buyur söyle...”

Yani daha önce döverek cezalandırdıkları gazetecilerin mekanını basarak, 2. bir racon kestiler deyim yerindeyse. Ama bu kez dayak filan olmadı ne mutlu ki!

TSYD’nin ne kadar doğru yönetildiği, nasıl bir mantıkla çalıştığı hakkında uzun uzadıya ahkâm kesmenin bu noktada hiçbir faydası olacağına inanmıyorum. Ama üzerinde düşünülmesi gereken birkaç nokta var ki söylemeden geçemeyeceğim.

Ben, TSYD’yi elinde muhteşem bir güç barındıran ama bu gücü asla kullanmayı beceremeyen sendikalara benzetiyorum. Üyeleri sürekli örselense de hiçbir şekilde bunun hesabını ödetemeyen bir kurum. Buna rağmen, ülkenin en ayrıcalıklı insanlarını barındırıyor bünyesinde. Ama ne fayda!

Gırtlağına kadar patron medyası kavramına batmış bir kurumdur TSYD. Düşünün ki; X gazetesinin spor müdürünün yetkisi, üzerine atanan bir müzisyen kadar yoktur o gazetede. Sektör üzerinde yaratılan korku imparatorluğu, en küçük hallerde dahi işten çıkarmalarla kendini hissettirirken, yan yana gelip bir çözüm arama duygusu bile kalmamıştır kendilerinde. Kulüp başkanı gazeteci döver, taraftar gazeteci döver, polis gazeteci döver… Ama değişen hiçbir şey olmaz TSYD’de

Eğer cenazeler ve rutine giren davetler olmasa üyelerinin bir araya gelmesi bile pek mümkün değildir. İşte bu yüzden, tuttuğunu koparan bir yapıya asla bürünemiyor bu önemli dernek. Zaten öyle olmamış olsaydı Ercan Saatçi ve benzerlerinin tüm pişkinlikleriyle TSYD’ye akıl vermeleri mümkün olabilir miydi?

Eminim, Esat başkan da bu yazıyı okuduktan sonra “seninki akıl vermek değil mi?” diye soracaktır bana. Değil başkan! Benimki bir kurumun potansiyelini harekete geçirmek için yazılmış bir yazı. Ercan’ınki ise, tuttuğu takıma yaranma derdinde olan birinin çabası. Dağlar kadar fark var aralarında. Tabii anlayana…