Son yıllarda Başbakan Erdoğan'ın "otoriterleşmesi eğilimi", sık sık Rusya lideri Putin'in adıyla anılır

Son yıllarda Başbakan Erdoğan’ın “otoriterleşmesi eğilimi”, sık sık Rusya lideri Putin’in adıyla anılır, “Putinleşme”, “Putin modeli”, “Türkiye’nin Putini” gibi yorumlarla değerlendirilir oldu.

Şimdi Türkiye’de başkanlık rejimine geçilmesi ve bir numaralı koltuğa Erdoğan’ın gelmesi senaryosu konuşuluyor. Rusya’da ise sekiz yıllık Kremlin döneminden sonra 2008’de bir adım geri çekilerek başbakanlık koltuğuna oturan Putin’in, 2012 seçimlerinde yeniden devlet başkanlığına dönme ihtimali tartışılıyor .

İki liderin kendi arasında iyi anlaştıkları, “kimyalarının tuttuğu” ve bunun, Türkiye ile Rusya’nın yakınlaşması sürecinde olumlu rol oynadığı ortada.

Peki, Erdoğan ile Putin arasında ne gibi benzerlikler var? Bir göz atalım.

*       *       *

Önce iki liderin de aynı kuşaktan olduğunu (doğum yılları 1954 ve 1952), siyasette yıldızlarının da 21. yüzyılda parladığını belirteyim.

İkisi de uzun süre yöneticilerine (Erbakan ve Yeltsin) saygıda kusur göstermedi, ama kendileri lider olduktan sonra radikal adımlarla onların çizgisinden uzaklaştı.

İkisi de “halktan kişiler”. Tavırları, dilleri bunun göstergesi. İkisi de bazen kameralar önünde sinirleniyor ve yer yer argo sınırında ifadeler seçiyor.

Gazeteciler, nasıl diyelim, her ikisinin de en sevdiği meslek grubu değil.

İkisinin de yürüyüşünde bir “kabadayılık” ve gerekirse kendilerini fiziksel olarak da savunabilecekleri yolunda bir özgüven fark ediliyor.

İki lider de sporcu.

İkisi de dindar.

Uluslararası ilişkilerde her ne kadar ikisinin de uyması gereken realiteler onları ölçülü davranmaya itse de, bağımsız tavır alıp rest çekmeye eğilimli oldukları hissediliyor.

İkisi de halklarından büyük destek alıyor. Birinin oy desteği seçmenin yarısı civarında, ötekininki fiilen üçte ikisine ulaşıyor.

Her iki başbakan da güvendiği “emanetçiler”i (Gül ve Medvedev) Devlet Başkanı yaptı.

Ve her ikisi de halklarına sık sık bol çocuk sahibi olmaları yolunda çağrılar yapıyor.

Elbette iki lideri birbirinden ayıran çok sayıda faktör var. Bunların sadece birine dikkat çekmek gerekirse: Putin’in haberalma, ordu ve öteki geleneksel devlet kurumlarını arkasına alarak kolayca başa gelmesinden ve ilerlemesinden söz edebiliriz. Erdoğan ise iktidar yürüyüşünü genellikle bu tür güçleri karşısına alarak sürdürmek zorunda kalıyor.

*       *       *

Erdoğan, Rusya lider modellerinden ne kadar etkileniyor, ya da bunlar sadece benzer kültürel iklim temelinde şekillenen tesadüfler mi, bilinmez; ama son olarak eski liderlerden Yeltsin’le ilgili bir ek yapmak istiyorum:

Putin, genellikle istikrar, siyasi ortamın sessizliği ve iktidara oy birliğiyle destek türünden Sovyet geleneklerinin etkisi altında olduğu izlenimini veriyor. Ama onu başa getiren Yeltsin hiç de öyle değildi. Dişli muhaliflerin varlığı, onlarla mücadele ederek ilerleme fırsatı, hatta zaman zaman göreceli sükûnet ortamında atılan riskli adımlarla kavganın bilinçli olarak keskinleştirilmesi, Yeltsin’in çok sevdiği yöntemlerdendi.

Erdoğan’ın da “düşman”, “siyasi karşıt” ve “muhalif medya” gibi kavramlara çok alışık olduğunu, önüne koyduğu hedeflere doğru ilerlerken bunlarla mücadele potansiyelini zevkle kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Son referandumu buna örnek göstermek mümkün.

Rusya’da da Yeltsin 25 Nisan 1993’te kendisine ve uyguladığı politikalara güvenoyu anlamına gelen bir halk oylaması düzenlemiş ve kazanmıştı.

Aradaki fark şuydu: Yeltsin, referandumda ele alınan çok sayıda konu için Rusya halkına dört cevap hakkı tanımış ve “evet-evet-hayır-evet” sonucuyla üstün gelmişti. Erdoğan ise çok daha geniş bir soru yelpazesi için seçmenlere tek bir cevap hakkı tanıdı ve yüzde 58’lik “evet” oranıyla zaferi kazandı.

 
Moskova’da ‘temizlik harekâtı’

Ve beklenen oldu: Devlet Başkanı Medvedev, uzun süredir anlaşmazlık içinde olduğu Moskova Belediye Başkanı Lujkov’u görevden aldı.

Hem de oldukça sert bir tarzda. Birçok yönetici görevden alınırken “bir başka göreve geçmesi nedeniyle” veya “kendi isteğiyle” ya da “sağlık nedenleriyle” gibi açıklamalar kullanılırken, Medvedev’in görevden alma talimatında yazan şuydu: “yaşanan güven kaybı nedeniyle”.

Dün sabah erken saatte açıklanan bu talimat şaşırtıcı olmadı. Konuyu bu köşede 18 Eylülde ele almıştım. Onun için burada sadece birkaç yorum ve öngörü eklemek istiyorum.

Lujkov’la birlikte Rusya Federasyonu’nun güçlü yerel yöneticilerinin yola getirilmesi veya işten atılması serisinde önemli bir aşama geride kalmış oluyor. Daha önce zaman zaman Kremlin’e kafa tutan Tataristan Devlet Başkanı Şaymiyev, Başkortistan Devlet Başkanı Rahimov ve Sverdlovsk Valisi Rossel başta olmak üzere birçok özerk cumhuriyet lideri, vali ve belediye başkanı şu ya da bu yolla görevden uzaklaştırılmıştı. Bu Kremlin’in “merkeziyetçiliği güçlendirme” çizgisi açısından önemli bir gelişme anlamına geliyor.

Lujkov’un yerine geçici bir süre için belediye başkanlığına getirilen yardımcısı Resin’in kalıcı olmayacağı ortada. Belli ki, başkent yönetimine Rusya’nın en etkili isimlerinden biri getirilecek ve böylece Putin-Medvedev yönetimi için 2012 başkanlık seçimi öncesinde en ufak bir ciddi muhalefetin bile kalmaması, asla seçim kazanamayacak olan Zyuganov önderliğindeki komünistlerin ve Jirinovski gibi “yönetilebilir muhalif liderler”in yer aldığı “tiyatro”nun korunması hedefleniyor.

Burada şu saptamayı yapalım: Lujkov, Kremlin’in tehditleri karşısında başkaları gibi korkmadı, sinmedi. Açıkça “Gönüllü olarak istifa etmeyeceğim; kendileri görevden alsın” diyerek meydan okudu. (Eğer Lujkov’un şaibeli geçmişini bilmesem, bu tavırdan gözlerimin yaşardığını ve kendisini ayakta alkışladığımı yazabilirdim.)

Herhalde Lujkov’un da güvendiği bir şeyler var. Ama Rusya’da Kremlin’den daha güçlü hiçbir şey olamaz. Ve Kremlin’e muhalefet edenler için en “yumuşak ceza” görevden uzaklaştırılmaktır. En kötüsü ne olabilir diyenler için, bir zamanlar Rusya’nın en zengin adamı olarak Kremlin’deki toplantılara katılan petrolcü Hodorkovski’nin, hakkında açılan davalar yüzünden yıllardır hapiste olduğunu ve yeni davaların sürdüğünü ekleyeyim. Şimdi Lujkov ve onun döneminde “dünyanın en zengin üçüncü kadını” olmayı başaran eşi Baturina hakkında soruşturma açılıp açılmayacağını doğrusu çok merak ediyorum.

Lujkov, 18 yıldır başkenti yönetiyordu. Bu süre,bir Rus gazetesinin ironik yorumuyla “Brejnev’in SSCB’yi yönettiği süreye eşitti”. Elbette demokrasilerde yöneticilerin koltuklarına bu kadar uzun süre yapışıp kalması olumsuz etki yapıyor. Hele hele ortada böylesine büyük yolsuzluk kokusu varken.

Ama Lujkov’un görevden alınmasının Rusya’da demokrasiyi güçlendiren bir adım sayılamayacağını söylemek zorundayız. Birincisi, Kremlin (Yeltsin, Putin ve Medvedev) 18 yıldır Lujkov’u destekliyordu. Yani “güven kaybı” en hafif deyişiyle epeyce gecikmişe benziyor.

İkincisi, demokratikleşme, yerel yöneticilerin merkezden göreve atanması ve görevden alınması ile değil, halk tarafından seçilmesi ile mümkün. Bu anlamda 2004’te çıkarılan yasa ile yerel yöneticilerin seçimle başa gelmesi ilkesinin iptal edilmesi şartlarında, yaşanan bu tür skandallar, sonuçta “siyasi elit” arasındaki entrika ve iç kavgalar olarak kalmaya devam edecektir.