Erdoğan’ın 20 yılın ardından iktidardan “uzaklaştırılma ihtimali” Türkiye’deki toplumsal hareketin başarısı. Toplumsal hareket otokratik yapıyla uzlaşmadı. Ağır bedeller ödenmesine rağmen mücadele hep sürdü.

Erdoğan’ın kaybedişi toplumsal hareketin bir başarısı
20 yıllık AKP iktidarının hâlâ sorgulanabiliyor olması, Türkiye’deki toplumsal hareketin başarısı.

Lenz JACOBSEN

Bir ülke ne zaman demokratiktir? Karl Popper bunun ilk koşulunu şöyle açıklar: “Demokrasilerin en büyük özelliği kötü hükümetin iktidardan seçim yoluyla uzaklaştırılmasıdır.” Peki Türkiye demokrasisinin kendisini Karl Popper’ın tanımladığı bu asgari demokrasi formülüne göre ölçmesi gerekli midir? Hayır.

Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 yıllık iktidarı süresince devleti ve toplumu yeniden yapılandırmasına rağmen hâlâ sorgulanabiliyor olması doğalın dışında bir durum. Bu durum genel olarak demokrasilerin dayanıklılığının ve özel olarak da Türkiye’deki toplumsal hareketin takdire şayan gücünün bir kanıtı.

Türkiye’deki toplumsal hareket -sivil toplum- otokratik yapıyla uzlaşmak istemedi ve uzlaşmadı. Verilen mücadelede çok ağır bedeller ödenmesine rağmen binlerce, on binlerce vatandaş demokratik haklarındaki kısıtlamalara karşı mücadelelerini sürdürdüler ve sürdürmeye devam ediyorlar. Bu insanlar tutuklandılar, ülkelerini terk etmek zorunda bırakıldılar, işlerinden kovuldular ve kovulmaya devam ediyorlar. Hukuk dernekleri, insan hakları örgütleri, kadın kolektifleri, girişimciler, sendikalar, aktivistler -bu ülkenin kendi kendine geliştirdiği asi bağışıklık sistemi- 14 Mayıs seçimleri onların da bayramı olacak.

MUHALEFET ŞANSINI KULLANMAK ZORUNDA

Seçimlerden sonra ne olacağı, Erdoğan’ın seçimlerden sonra yenilgiyi kabul edip etmeyeceği tartışmaları içinde kaybolup gidebilecek bir haberi de unutmamak gerekir. Şubat ayında yaşanan deprem konusunda hükümetin rolü ile ilgili çok şey konuşuldu. "AKP devletinin" bu süreçte, sürekli reklamını yaptığı gibi iyi yağlanmış bir makine olarak değil, tam aksine işlevsiz ve çoğu zaman ilgisiz bir güruh olarak hareket ettiği ortaya çıktı.

Koşullar muhalefete bir şans verdi ve muhalefet bu şansı kullanmak zorunda. Ve bakıldığında muhalefetin kendini oldukça iyi toparladığı, milliyetçilerden solcu Kürtlere kadar herkesin Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı arkasında birleştiği görülüyor.

Kılıçdaroğlu belki de kendisinin kişisel en büyük sanat eserini ortaya koyarak, renksiz bir memurdan Türkiye’nin empatik yüzü olmaya doğru ilerliyor. Daha önceki seçimlere kıyasla muhalefet Erdoğan’ın saldırganlığını yansıtmayarak tam aksine affedici bir tavırla karşılık veriyor. Bu tavrıyla Kılıçdaroğlu onlarca yıldır kutuplaşmadan yorgun düşmüş ülkede doğru notayı bulmuş gibi görünüyor. Kılıçdaroğlu kutuplaşmanın derin olduğu ülkelerin örnek alması gereken, son derece insancıl bir seçim kampanyası yürütüyor. Bu durum muhalefetin adil olmayan bu seçimi kazanamaması ya da Erdoğan‘ın seçim yenilgisine rağmen iktidarını bırakmaması durumunda dahi geçerliliğini koruyacaktır. Yani Türkiye Karl Popper Testi’ni geçememiş olsa bile.

TOPLUMSAL HAREKETİN İNADI TAKDİRE ŞAYAN

Bunların yanında Türkiye toplumsal hareketinin -sivil toplum- bu büyüleyici inadı da takdire şayan. Örneğin, kadınlar. Her yıl 8 Mart'ta sokağa çıkan kadınlar. Erdoğan rejimi bu kadınları yerle yeksan etmeye çalışsa da binlercesi sokağa çıkmaya devam ediyorlar. Buna karşın nispeten rahat olan Batı ülkeleri, demokrasilerin otoriter tehditlere karşı kendini nasıl savunabileceğine dair kuru, teorik ve tuhaf tartışmalar yapıyorlar. Bu tartışmalara rağmen Batı hiçbir zaman demokrasi için demokrat kadın ve erkeklerin fiilen savaştığı İstanbul sokaklarını, Tahran‘ı ve Kabil’i anlayamayacaktır. Elbette olanları iyimser gözlerle takip ediyorlar; ama sadece kendileriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir şey olarak. Ama Alman demokrasisi için kaygılananlar bu savaşçı ruhtan ve bu bireysel dayanışmadan feyz alabilirler. Demokrasilerin genel olarak sadece pazar konuşmaları ve köşe yazıları ile değil, gerektiğinde bireysel katılım yoluyla, gerektiğinde bedenleriyle güçlendirileceğini anlamaları gerekmektedir. Bununla birlikte, Türk sivil toplumunun katılımcılığının Almanya ile olan bağını da hatırlatmakta yarar var. Türkiye’den kaçan birçok insan kendilerine Almanya’da istikrarlı bir yaşam kurdu. Türk-Alman toplumu, Türk muhalefetinin şöhreti pek de iyi olmayan bir rezervidir. Alman vakıfları, diplomatları ve siyasetçileri Türkiye demokrasisi için çalışan grupları destekliyorlar. Almanya bu aralar eşi benzeri görülmemiş bir şekilde kızgın olsa da yine de, bizler de burada, 14 Mayıs akşamı sandıkların sayımına kadar, Türkiyelilerin demokrasilerini savunmak adına verdikleri savaş için sevinebiliriz.

Die Zeit’ten çeviren: Nurcan Dikme YAŞAR