“Asabiyim, kompleksliyim” sloganlı, bütün zamanların en çok gişe yapan filmi Recep İvedik çok tartışıldı. Sol tınılıları da dahil çoğu yorum, filmi küçümser yöndeydi; yozlaşma...

“Asabiyim, kompleksliyim” sloganlı, bütün zamanların en çok gişe yapan filmi Recep İvedik çok tartışıldı. Sol tınılıları da dahil çoğu yorum, filmi küçümser yöndeydi; yozlaşma kavramından basit mizaha, oradan  “layıklarını buldular” tespitine,  aslında kendileri açıklanmaya muhtaç birçok kavram havada uçuşmuştu. Hatta 90’lı yılların Mükremin Abisi Yılmaz Erdoğan bile bu başarıyı anlayamadığını söyleyip sosyologlardan yardım  istiyordu. Film günümüz komedisinin cüretli yıldızı Cem Yılmaz’ı Kurtlar Vadisi’nin arkasından 3. sıraya itmeyi de becermişti. Yakında Recep İvedik 2’de vizyona girecek ve büyük bir ihtimalle AROG dahil birçok filmi arkada bırakarak yine zirveye yerleşecek; ve bildiğimiz seçkinci, “hijyen” kendini hemen imtiyazlandıran yorumlar kaplayacak ortalığı.

    Aslında, beğenelim ya da beğenmeyelim Recep İvedik yeni bir mizahın ipuçlarını veriyor; ya da “neşeli”bir dönemin sonunun habercisi. Hatta cüretli bir şekilde şunu bile söyleyebiliriz: Uzun dönemde Cem Yılmaz dilinin sonu! Türkiye’de 90’lı yıllarda mizah anlayışımızda gerçekleşen kırılmayı, yani 1970 sonrası Gırgır mizahından 1991 sonrası Leman mizahına geçişi söyle özetlemek mümkün: Bakan Küçük İnsan’ın “bakılan” Küçük İnsan durumuna gelişi. Bu gerçekten reklamcılık ve pazarlamaya kadar uzanan etkileri büyük olmuş, lezzetli bir dil üreten önemli bir kırılma. Gogol’dan Dostoyevski’ye Rus edebiyatının bir mirası olan Küçük İnsan kavramıyla, işsizden, memura hatta küçük esnaflık gibi geleneksel orta sınıflara kadar çok geniş bir kesimi anlıyoruz. Dünyanın en çok satan dergilerinden Gırgır, bazen boş bir özgüvenle de olsa işte burayı okumayı başaracak; tam bir halk mizah dergisi olacaktır. Öğrenciden memura ve ev hanımına ikinci el okumalarla güçlenen bir dünya oluşturacaktır. Bu dergi de Küçük İnsan, müthiş bir özgüvenle hayat pahalılığına, cinselliğe, Amerikan dizilerine, patronlara hatta kazıkçı bakkala bakmayı öğrenecektir; altı boş olsa da. Ama asıl “bakan” aktörün kendi olduğunun mutluluğuyla, hemen sinemadaki karşılığını Kemal Sunal’da bulan bir dil. Ezik ama güçlü ya da haklı! Oysa 1991 sonrası tirajı Gırgırla karşılaştırılamayacak kadar düşük ve bir öğrenci (daha sonra kentli profesyonel) dergisi olan Leman, bakan aktörü bakılan, yurdum insanı sıfatıyla didiklenen bir duruma getirmekte gecikmeyecektir. Cem Yılmaz gibi bir yıldız yaratarak. Sonrası mı? Babalarının Sümerbank pijamalarına, esnaf amcalarının çek çantalarına, annelerinin dantellerine gülen Avrupa Yakası bir kuşak. Bu Küçük İnsan’ın mizah dergisi okumayı bırakıp, acıklı TV melodramlarına döndüğü aralık da olacaktır; ya da çekirdek çitlediği...

  İşte Recep İvedik tam bu noktada bakılanın, küçük de olsa BAKAN durumuna gelmeye başladığı aralığı temsil ediyor. Yani başka bir şekilde de olsa Gırgır mizahının geri dönüşü. Maganda ve zontadan yurdum insanına lezzetli bir strateji olan “sen busun”, İvedik’te büyük bir özgüvenle “ben buyum”a dönüveriyor: yersen! Artık didiklenen değil üst sınıflar da dahil didikleyen bir mizah bu. Fragmanlarına bakılırsa Recep İvedik 2’de bu didikleme daha da serteşiyor ve özgüven kazanıyor. Krizin güncelliğiyle olsa gerek, ikinci filmde İvedik artık adam olmaya karar veriyor ve iş arama sürecine giriyor. Pizza dağıtımından Starbucks’a, hatta kariyer koçluğuna girdiği işlerde İvedik rövanş alıyor. Kimlerden mi? Öncelikle beyaz yakalı yeni orta sınıftan, sonra da kodamanlardan. Bugüne kadar kendine bakan kesimden yani. Örneğin dünya müzikli bir yeni orta sınıf kulübü, DJ İvedik ile Sincan oyun havasına dönebiliyor. Atletli, pijamalı Efesci Recep, bugüne kadar içine alınmadığı ne kadar mekan varsa (ki derin salata tabaklı, sıcak şaraplı, zencefilli bu mekanlar Issız Adam ile tekrar gözümüze sokulmuşken) orayı dağıtıveriyor. 90’lı yılların parıltılı, esnek beyaz ofisleri, cafeleri mahalleli bir fırtınayla sarsılıveriyor; örme kazaklı çekirdek çitleyiciler rövanş alıyor. Evet seçkinci kavramları bırakıp, sevmesek de bu kırılmayı anlamamız gerekiyor. Hemen arkasından gelen Kurtlar Vadisi’ni anlamamız gerektiği gibi. Yoksa yersen! Çünkü aradaki mesafe çok da uzak değil.